Meal Okumaları 110 – Nasr Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

Nasr Suresi bir grup sahabenin rivayetine göre Kuran’ın indirilmiş son suresidir. Fakat diğer bir grup sahabeye bakarsak da Maide suresinin son sure olduğunu söyleyenler de vardır.  Yine Bakara suresi 282.ayetin son inen ayet olduğuna dair rivayetler bulmak da mümkün. Bu rivayetler içinden en kuvvetlisi Nasr Suresine yönelik olduğu için bunu esas alıyor ve yazıyı bu ekseriyette ilerletiyoruz, bilginize;

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Nasr sûresi Medine’de inmiştir. Mushaftaki sıralamaya göre yüz on, nüzul sıralamasına göre yüz on dördüncü suredir. Adını ilk âyetinde geçen ve “yardım, zafer” anlamına gelen nasr kelimesinden almıştır. Hz. Peygamber’in vefatına işaret olarak değerlendirildiği için “Tevdî” (Vedâ) adıyla da anılmaktadır; ayrıca halk arasında “İzâ câe…” olarak da bilinir. Ayetler konu olarak bir fethinden bahse­der. Fakat bu fetih Mekke’nin fethi mi yoksa daimi bir fetih müjdesi mi müfessirler bunda net bir karara varamamışlar. Fakat bahsedilen bu fetihle müslümanlar kuvvetlenmiş, İslâm Arap yarımadasında ya­yılmış, şirk ve sapıklığın tırnakları sökülmüştür.

1-3: Fetih müjdesi

Surenin ayetlerine geçmeden önce birkaç bilgi ile nazil olmuş son sureyi değerlendirmeye çalışalım. İbn Ömer’den bu surenin Veda Haccı’nda, teşrik günleri sırasında Mina’da nazil olduğu rivayet edilmiştir. Rivayete göre Rasulullah daha sonra devesinin sırtına çıkıp meşhur hutbesini okumuştur. Ve Beyhak’nin rivayetlerine göre de Efendimiz veda hutbesinden hemen sonra da sahabeye dönüp  “Bilmiyorum, bundan sonra belki sizi göremeyebilirim. Dikkat edin, kanınız ve şerefiniz birbiriniz için haramdır. Bugün, bu yerde haram olduğu gibi. Rabbinizin huzuruna çıkıp, amelleriniz hakkında sorulacağınız zamana kadar bu haramlık sürecektir. İyi dinleyin, bu söylediğim yakın ve uzaktakilere ulaşsın. Dinleyin, size tebliğ ettim mi?” diye sordu. Biz Medine’ye döndükten kısa bir süre sonra da Rasulullah ahirete irtihal etti.’’ demiştir.  Bu iki rivayeti birarada okuyunca, Nasr suresinin nüzulu ile Rasulullah’ın vefatı arasında üç ay ve birkaç günlük bir süre geçtiği anlaşılır. Tarihlere göre, Veda Haccı ile Rasulullah’ın vefatı arasında ancak bu kadar zaman geçmiştir.  Yine bu sure ile ilgili pek çok sahih hadis var ve bunlardan birkaç tanesini buraya eklemek istiyorum.

İbn Abbas’tan şöyle rivayet edilmiştir: Rasulullah’a bu sure nazil olduğunda; “Bu benim vefatımı bildirmektedir. Vaktim gelmiştir” dedi.  İbn Abbas şöyle beyan etmiştir: Bu sure nazil olduktan sonra Rasulullah, ahiret için mihnet ve riyazatla o kadar meşgul oldu ki daha önce böylesi görülmemişti.  Ve Ümmü Habibe de şöyle buyurmuştur: Bu sure nazil olduğunda Rasulullah, “bu sene vefat edeceğim” dedi. Bunu duyan Hz. Fatıma ağlamaya başladı. Rasulullah bunun üzerine şöyle buyurdu: “Ailemden bana ilk kavuşan sen olacaksın.” Fatıma bunu duyunca güldü. Burada zikerdilen rivayetlerden anlaşılıyor ki, bu surede Allah (c.c.) Rasulullah’a, Arabistan’da İslam’ın zaferi kemale erdikten sonra ve insanlar grup grup dine girdiklerinde bunun anlamının, bu dünyadaki misyonunun sona ermesi olduğunu bildirmiştir. Ondan sonra Rasulullah’a, hamd ve Allah’ı tesbih ile meşgul olması emredilmiştir. Çünkü O, Allah’ın lütfu ile büyük bir işi başarıyla tamamlamıştır. Görevi yerine getirirken işlediği zaaf ve eksikliklerden dolayı Allah’tan af dilemelidir. Buradaki önemli nokta, bir Nebi ile dünyevî önder arasındaki farkın ne kadar büyük olduğudur. Bir dünyevî öndere, dünyada büyük bir inkılâb yapmak nasip olsa, o kişi törenler düzenleyerek önderliğinden gurur duyar. Ama burada Allah’ın peygamberi, 23 sene gibi kısa bir sürede bir kavmin akide, düşünce, ahlâk, kültür, medeniyet, muaşeret, siyaset, iktisat ve savaş anlayışını değiştirerek, cahiliyeye boğulmuş bu kavmi bütün dünyaya hâkim olacak bir duruma getirmesine ve dünyanın bütün kavimlerine önder olmaya lâyık hâle kavuşturmasına rağmen, böyle büyük bir başarının sonunda törenler düzenleyip gururlanmak yerine, Allah’a hamd edip mağfiret dilemesi ve O’nu tesbih etmesi emredilmiştir. Hz. Peygamber (s.a.) de bütün acziyle bu emri yerine getirmekle meşgul olmuştur. Bu meşguliyetlerle ilgili rivayetleri şu hadisler çevresinde değerlendirebiliriz;  Hz. Aişe şöyle buyurmuştur: Rasulullah vefatından önce şu cümleyi çokça söylerdi: “Subhâneke Allahümme ve bihamdike ve estağfiruke ve etubu ileyk” Ben: “Ya Rasulallah! Sürekli okuduğunuz bu kelimeler nasıl kelimelerdir?” dedim Rasulullah: “Bu, Nasr Suresi’ndeki işareti görünce okuduğum kelimelerdir” buyurdu. Başka bir rivayete göre,  Ümmü Seleme şöyle buyurdu: Rasulullah’ın mübarek ağzı her zaman, oturduğu, kalktığı, yolda yürüdüğü zaman, “Subhanellahi ve bihamdihi” kelimelerini tekrarlardı. Bir gün, “Ya Resulallah! Bu kelimeleri niçin bu kadar çok zikrediyorsunuz?” dedim. Şöyle buyurdu: “Bana böyle emredildi” ve bu sureyi okudu.  Şimdi surenin ayetlerine bakalım;

Surenin ilk ayetinde ‘’Allah’ın yardımı ve fetih geldiğinde’’ buyuruluyor. Burada “Fetih” ile kastedilen belli bir savaştaki zafer değildir. Aslında burada daha kesin bir zafer kastedilmiştir. Bu öyle bir zamandır ki İslâm’a karşı çıkacak hiçbir güç kalmamış ve İslâm Arabistan’da kesin bir zafer kazanmıştır. Bazı müfessirler bundan Mekke fethini anlamışlardır. Ancak bazı müfessirlere göre de Mekke fethi Hicrî 8’de vukubulmuş, bu sure ise Hicrî 10’un sonunda nazil olmuştur ve bu yüzden sure genel bir islam fethinden bahsetmektedir. Bize göre doğrusunu Allah bilir.

Surenin ikinci ayetinde ‘’Ve insanların dalga dalga Allah’ın dinine girdiklerini gördüğünde’’ buyuruluyor. Yani insanların birer ikişer İslam’a girdikleri dönem geçmiş, kabilelerin, hiç karşı koymadan topluca İslam’a girdikleri zaman gelmiştir. Bu keyfiyet Hicrî 9’un başlarında başlamıştır. Onun için o seneye “heyetler senesi” denmiştir. Arabistan’ın her köşesinden Araplar, peşpeşe heyetler halinde Rasulullah’ın huzuruna gelerek O’na biat ettiler ve İslam’a girdiler. Resulullah’ın Veda Haccı’na gittiği Hicrî 10’a kadar bütün Arabistan tek bayrak altında birleşmiş ve ülkede hiç bir müşrik kalmamıştı.

Son olarak surenin üçüncü ayetinde ‘’Rabbini öğerek tesbih et, O’ndan bağışlanmanı dile, çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.’’ Buyuruluyor. Yani Rabb’inize dua edin. Size yüklenilen hizmeti yerine getirirken eğer bir zaafta bulunduysanız bunu affetsin. Bu, İslâm’ın insanlar arasında oluşturduğu terbiyedir. Bir kimse Allah’ın dini için ne kadar zorluğa katlanmış olursa olsun aklına hiçbir zaman Rabb’inin hakkını ödediği düşüncesi gelmemelidir. Tersine, insan her zaman “ben aslında yapmam gereken kadarını bile yapamadım” şeklinde düşünmelidir. Allah’a, O’nun hakkını ödemede ne kadar eksikliği varsa affetmesi ve yaptıklarını kabul etmesi için dua etmelidir. Allah, Rasulullah’a işte böyle bir terbiye vermiştir. O Rasulullah ki, hiç kimse ondan daha fazla Allah (c.c.) yolunda çaba göstermeye güç yetiremez. O’ndan başka kim, yaptıklarından sonra gururlanmaz ve Allah’ın hakkını ödeyemediğini düşünür? Allah’ın bir kulu üzerindeki hakkı o kadar büyüktür ki hiçbir mahluk onu ödeyemez. Allah, kendisine ettikleri ibadeti, riyazet ve dini hizmeti büyük zannetmemeleri için bu emri Müslümanlara sürekli tekrarlar. Allah (c.c.) yolunda bütün hayatlarını verdikten sonra bile Allah’ın hakkını ödeyemecekleri gerçeğini unutmamalıdırlar. Aynı şekilde, eğer onlara bir afiyet nasip olmuşsa, onu kendi marifetleri saymamalıdırlar. Bunu da Allah’ın lutfu olarak bilmelidirler. İftihar ve kibirlenmek yerine, Rabb’inin önünde acz ile eğilmeli, hamd ve istiğfar etmelidirler.

Ve
Sadakallahulazim.

 

Yorum yapın