Meal Okumaları 113/114 – Felak/Nas Sureleri

Gönül Ayyıldız

Updated on:


Bu yazıda hem Felak hem Nas surelerini beraber ele alacak ve daha sonra iki surenin ayetlerini ayrı ayrı inceleyeceğiz. Karışık gibi gelse de hayli açık ve anlaşılır olduğuna dair söz verebilirim. İsterseniz okuyun ve öyle karar verin, çünkü bu iki sureyi ayırmak hayli gereksiz bir uğraş olurdu. Bu iki sure birlikte anılmalı, birlikte yazılmalı, birlikte okunmalı. Deneyin bakın göreceksiniz;

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Felak ve Nas surelerinin kesin olarak nerede nazil olduklarına dair bir bilgimiz yoktur.  Bunlar mushaftaki sıralamaya göre yüz on üç ve yüz on dört nüzul sıralamasına göre yirmi ve yirmi birinci surelerdir. Felak suresi adını ilk âyetinde geçen ve “sabah” anlamına gelen felak kelimesinden almıştır. Nas suresi ise adını kaynaklara göre ‘’insan’’ anlamına gelen Nas kelimesinden almıştır. Kur’an’ın bu son iki suresi, ayrı ayrı iki sure ise de aralarındaki yakın ilgi ve konularının yakınlığı nedeniyle iki sureye ortak isim konularak “muavezeteyn” yani ‘’iki koruyucu sure’’ denilmiştir. Bu yüzden bunlar “sığınma” sureleri ismini almışlardır. Bu sûreler, Rasulullah (s.a.v)’ın, nefsini Allah’ın korumasına havale ettiği sûrelerdir.  Surenin konusu kullara, yaratıklarının ve karardığı zaman gecenin şerrinden Allah’ın himayesine girmeleri, yücelik ve saltanatına sığınmaları öğretilmektedir. Çünkü gece ruhlar yalnızlık his­seder kötü ve ahlâksız kimseler etrafa yayılırlar. Sûre aynı zamanda bütün kıskanç, büyücülerden de Allah’a sığınmayı öğretir. Konu dağılımını ise şöyle göstrebiliriz;

Felak Suresi 1-5: Allah’a sığınma öğretisi
Nas Suresi 1-4: Allah’a sığınma öğretici
4-6: Şeytanın vesveseleri

Bu sureler hakkında iki çeşit tefsir bilgisine ulaşmak mümkün. Biz bu yazıda her ikisini de ayrı ayrı yazacak ve her zaman olduğu gibi yine tercihi herkesin kendi yüreğine bırakacağız. Fakat 114 suredir yaptığım uyarıyı vedalaşmadan önce burada da yapayım. Bizim için önemli olan surelerin nerede nasıl ne şartlarda indikleri değildir, bize vermek istedikleri mesajlardır. Elimizdeki net bilgilere sığınıp geri kalan muallak bilgileri bir kenara koymayı bilmeli, bunlarla aklımızın karışmasını engellemeliyiz. O halde ilk meseleyi anlatalaım;

Mekke’de bu iki surenin nazil olduğu dönem, İslamî davetin başlarında kafirlerin arılar gibi Rasulullah’ın başına üşüştükleri zamana denk düşer. O dönemde, İslamî davet yayıldıkça Kureyş’in muhalefeti de şiddetleniyordu. Rasulullah ile uzlaşabilme ümidi taşıyorlarken yaptıkları muhalefet o kadar şiddetli değildi. Ama Rasulullah din hakkında uzlaşma olamayacağını açıklayarak kafirlerin ümidini kestiğinde Kafirun suresinde de: “Sizin taptıklarınıza ibadet edenlerden değilim. Benim ibadet ettiğime de sizler ibadet edenlerden değilsiniz. Onun için benim yolum, sizin yolunuzdan ayrıdır.” denildikten sonra kafirlerin düşmanlığı zirveye ulaşmıştı. Özellikle, kafir ailelere mensup olup da İslam’ı kabul edenlerin (kadın-erkek, oğlan-kız) durumu, bu kafir aileleri çileden çıkarıyordu. Her ev Rasulullah’a cephe almıştı. Bu arada Rasulullah’ı öldürmeyi tasarlıyorlar ve Haşimoğulları intikam almasın diye kimin öldürdüğünün bilinemeyeceği gece karanlığında bu işi gerçekleştirmeyi planlıyorlardı. Ayrıca ölsün, hastalansın veya deli olsun diye Rasulullah’a sihir de yapıyorlardı. Cinlerden ve insanlardan şeytanlar, Rasulullah’a düşmanlık etmeleri ve ondan uzak durmaları için halkın kalbine vesvese vermek üzere yayılmışlardı. İşte bu şartlar altındayken Rasulullah’a bu ayetler nazil olmuş ve kendini bu şekilde koruması buyurulmuştu. Bu görüşe sahip müfessirler surelerin Mekki olduğu görüşünü kabul ederler.

Bu surelerle ilgili ikinci mesele, Rasulullah’a sihir yapılmış olması ve Rasulullah’ın bu sihrin tesiriyle hastalanması olayıdır. Rivayetlere göre sihirbaz Lübeyd b. Asım’dı. Bazılarına göre onun kızkardeşleri daha büyük sihirbazdı. Bu nedenle Lübeyd, sihri onlara yaptırmıştı. Her halukarda sihir yapılmış ve hurmadan bir kılıf içine yerleştirilmişti. Lübeyd, bu sihri, Beni Züreyk’a ait olan Zervan veya Zî-ervan isimli kuyunun içine bir taşın altına sıkıştırmıştı. Sihrin Rasulullah’a tesir etmesi bir yıl almıştı. Senenin ikinci yarısında Rasulullah’ın mizacında bir değişiklik görülmeye başlandı. Son kırk gün şiddeti arttı. Son üç gün ise çok şiddetlendi. Ama en büyük tesiri Rasulullah’ın içinde büyük bir sıkıntı hissetmesi şeklinde oluyordu. Bazen yapmadığı bir işi yaptığını zannediyordu. Hanımlarını ziyaret etmeyi düşündüğü halde ziyaret ettiğini sanıyordu. Bazan da gördüğü bir şeyden şüphe ediyordu. Bir şeyi gördüğünü zannediyor, oysa görmemiş olduğunu hatırlamıyordu. Ama bu sihir O’nun sadece zatına mahsustu. Hatta başkaları O’nun bu durumunu farketmemişlerdi bile. Nübüvvet görevini ifa bakımından O’na (a.s) hiçbir halel gelmemiştir. O dönemde Rasulullah’ın bir ayeti unuttuğu ya da yanlış okuduğuna dair hiçbir rivayet gelmemiştir. Sohbet, vaaz ve hutbelerinde aykırı bir talimat verdiğine dair de bir rivayet yoktur. Hakkında vahiy olmayan bir konuda vahiy ileri sürdüğüne rastlanmamıştır. Namaz kılmadığı halde kıldığını zannettiği görülmemiştir. Eğer böyle bir şey olsaydı, bütün Arabistan’da herkesin haberi olur ve sihirin Rasulullah’ı yendiği çabucak yayılırdı. Rasulullah’ın nübüvvet görevi bu sihirden hiç etkilenmedi. Yalnız kendi şahsi hayatında bir miktar etkilenme olmuştur. Bir gün Rasulullah, Hz. Aişe’nin evindeydi. O gün Allah’a tekrar tekrar dua etmişti. Bu sırada uykuya daldı. Uyandığında Hz. Aişe’ye “Ben Allah’a sorduğum sorunun cevabını aldım” dedi. Hz. Aişe “o nedir?” diye sordu. Rasulullah şöyle buyurdu: “İki kişi (yani melekler iki insan şeklinde) bana geldi. Birisi başımın, diğeri ayaklarımın tarafında durdu. Birincisi diğerine sordu. O’na ne oldu? Öbürü cevap verdi: Buna sihir yapılmış. Birincisi sordu:O’na kim sihir yaptı? Öbürü cevap verdi: Lübeyd b. Asım. Birincisi sordu: ne içinde? öbürü cevap verdi: Tarak ve saçlar bir erkek hurma içinde. Birincisi sordu: o nerede? Öbürü cevap verdi: Beni Züreyk’in kuyusu Zervan (veya Zî-ervan) içinde, bir taşın altında. Birincisi sordu: Ne yapmalı? öbürü cevap verdi: Kuyunun suyunu boşaltarak onu taşın altından çıkarmalı.” Rasulullah; Hz. Ali, Ammar b. Yasir ve Zübeyr’i gönderdi. Onlarla birlikte Cübeyr b. Iyaz el-Zurkî’yi ve Kays b. Muhsin el-Zurkî’yi de gönderdi. (Yani Beni Züreyk’in iki mensubunu da gönderdi.) Rasulullah daha sonra kendisi de birkaç ashabla oraya geldi. Kuyunun suyu boşaltılarak taşın altındaki kılıf çıkarıldı. Kılıfın içinde tarak ve saçlarla birlikte, bir ip üzerinde onbir düğüm ve mumdan bir putçuk buldular. Bu putçuğun üzerine de iğneler batırılmıştı. Cebrail gelerek Rasulullah’a “Muavezeteyn’i oku”dedi. Rasulullah’ın her iki ayeti okuyuşunda bir düğüm çözülüyor, putçuk üzerindeki iğnelerden bir tanesi de çıkıyordu. Son ayete gelindiğinde düğümler çözülmüş ve iğneler çıkmıştı. Rasulullah sihrin tesirinden kurtulduğu için, kendisini bağlardan kurtulmuş gibi hissetti. Daha sonra Lübeyd’i çağırarak sorguya çekti. Lübeyd suçunu itiraf etti. Rasululllah da onu serbest bıraktı. Çünkü kendi kişisel meselesi için kimseden intikam almazdı. Bu görüşü savunan müfessirler de surelerin Medeni olduğu görüşündedirler. Bu görüşü kabul etmek birçok açıdan insanın aklına sorular getirir. Allah bu büyüye nasıl izin verdiden tutun, Rasulullah bunu nasıl anlamadıya kadar bizi gaflete düşürebilecek bir sürü soru. Üstelik büyünün çözülmesi işine baktığımızda da bu kadar net bir bilgi sahibi olabilmek cok alısık olduğumuz rivayetler değiller. Yine doğrusunu Allah bilir diyoruz ve ayetlere geçiyoruz.

Felak Suresi’nin ayetlerinde şöyle buyuruluyor; ‘’De ki: Yarattığı şeylerin şerrinden, karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden, düğümlere üfürüp büyü yapan üfürükçülerin şerrinden ve hased ettiği zaman hased kişinin şerrinden sabahın Rabbine sığınırım!’’  “Sığınma” fiili, müminlerin bir şeyden korktuklarında bunların şerrinden ancak Allah’a sığınmalarını ifade eder. Ve bu ayetlerde insana dört şeyden Allah’a sığınmayı öğretiliyor. Birincisi, yarattıklarının şerrinden. Yani bütün yaratıklar kötülük işleyebilirler. Allah bütün yaratıkları üzerinde galib olduğundan, bizim bilmediklerimizi bildiğinden ancak O’na sığınılmalıdır. İkincisi, karanlık çöktüğü zaman gecenin şerrinden. Yani, suçlar genellikle gece karanlığında işlenir, şeytan oynayacağı oyunları karanlıkta daha rahat oynar; kuruntu, vesvese, korku ve tasa geceleri kaynaşır. Eziyet verici, zehirli, yırtıcı hayvanlar da gece ortaya çıkarlar, tüm cinayetler de gece işlenir. Bu yüzden tüm bunlardan ancak gecenin sahibine sığınılmalıdır. Üçüncüsü, düğümlere üfürüp büyü yapanlardan.  Burada düğüme üflemek müfessirlerin çoğuna göre “sihir” demektir. Ayetin anlamı, “sihirbazların şerrine karşı fecri getiren Rabbe sığınırım” olur. Sihir haramdır ve yedi büyük günahtan (şirk, öldürmek, fâiz, yetim malı yemek, zina iftirası, cihaddan kaçmak, sihir) biridir. Ve sihir, şeytâni bir oyun olarak insanları etkiler, korkutur. Sihrin şerrinden Allah’a sığınırım demekle Felâk ve Nâs surelerini okumak sihre karşı durmak demektir. Dördüncüsü,  hased kişinin şerrinden. Hased, Allah’ın bazı kullarına lütfettiği nimetler karşısında kıskançlık duygularına kapılarak o kulların bu nimetlerden mahrum olmasını dilemektir. Hased edenin şerrinden Allah’a sığınmanın manası; hased eden kişinin başkalarında bulunan iyiliği, söz ve fiili ile yoketmeye çalışmasından Allah’a sığınmaktır. Hased eden kişi bu tutumu fiile geçirmediği müddetçe, bundan Allah’a sığınmaya ihtiyaç duyulmaz. Çünkü kalbinde ne olduğu bilinemez. Ama hased fiile döküldüğünde ilk iş Allah’a sığınmak olur. Ayrıca hased edenin şerrinden sığınmak için bazı tedbirler de alınır. Bunlardan birisi, insanın Allah’a tevekkül etmesi ve Allah’ın izni olmadan hiçkimsenin zarar veremeyeceğine inanmasıdır. İkincisi, hased edenin yaptığına sabretmesi ve sabırsız davranarak onun seviyesine inmemesidir. Üçüncüsü, hased eden Allah’tan korkmasa, halktan utanmasa ve hatta çok terbiyesiz davranışta bulunsa da, hased edilenin takvayı elden bırakmamasıdır. Dördüncüsü, kalbinde hased edilene pek yer vermemesi ve fazla düşünmemesidir. Onu fazla düşünmek, ona mağlup olmanın başlangıcı olur. Beşincisi, hased edene karşı kötü muamele yapılmamasıdır. İmkan varsa ona iyilik ve ihsanda bulunmalıdır. Hased edenin kendisine ne gibi kötülükler düşündüğüne aldırmamalıdır. Altıncısı, hasede uğrayanın tevhid akidesine sebat göstermesidir. Çünkü bir insanın kalbinde tevhid kökleşmişse, o hiçbir zaman, hiç kimseden korkmaz.

Felak sûresinde, büyü ve hasetten doğabilecek kötülüklerden dolayı bir sığınmadan bahsedilmektedir. Bu sûrede ise, insanın kalbine vesvese verenlerin şerrinden korunmak için bir sığınma sözkonusudur. Sûrenin ilk üç ayeti, kendisine sığınılması emredilen Allah Teâlâ’nın Rablık, Hükümdarlık ve İlâhlık sıfatlarını zikretmektedir. ‘’De ki: Sığınırım bütün insanların Rabbine bütün insanların hükümdarına, bütün insanların ilâhına” Bu, sığınılan Allah Teâlâ’nın dilediğini her türlü kötülükten koruyabileceğini ve izni olmadan kimsenin kimseye bir zarar vermesinin mümkün olmadığını vurgulamaktadır. Ve daha sonra 4 ve 5.ayette sığınılması gereken şer zikredilir. “İnsanlara kötü şeyler (vesvese) fısıldayan o sinci vesvesecinin şerrinden. O ki tekrar tekrar döner ve insanların göğüslerine (kötü şeyler) fısıldar”  İnsanları saptırmak, başlarına kötü şeyler getirmek isteyenler, görünmez varlıklar olan cinlerden olabildikleri gibi, insanların arasında dolaşan hemcinslerinden de olabilirler:” Bu vesveseci gerek cinden, gerek insandandır” Bu ayetlerle birlikte vesveseyi daha yakından inceleyelim.  Vesvese, gafil ve zihni boş olan bir insan üzerinde önce etkili olur ve kalbinde kötülüğe istek meydana getirir. Bu kötü niyet daha sonra irade haline gelir ve vesvesenin de etkisiyle irade pekişir. Son adımda ise şer amel ortaya çıkar. Vesvese verenin şerrinden Allah’a sığınmanın anlamı, Allah’ın henüz başlangıcında şerri yoketmesidir. Olaya başka bir açıdan yaklaşırsak, vesvese verenlerin çabasını şu şekilde sıralayabiliriz: İnsanı, önce küfür, şirk, ateistlik, Allah (c.c.) ve Rasulüne isyan ve müminlere karşı düşmanlık için kışkırtırlar. Eğer bunda başarılı olamamışlarsa ve kışkırtılan kişi oyuna gelmeyerek İslam’a girmişse, bu kez onu İslam içinde bid’ata teşvik ederler. Bunda da başarılı olamazlarsa, onu günaha teşvik ederek, bunlarda bir sakınca olmadığını telkin ederler. Böylece küçük günahların birikerek büyük günahlara dönüşmesini isterler. Bunda da başarılı olamazlarsa, söz konusu kişinin müminliğinin kendisi ile sınırlı kalmasına ve galip gelmek için çalışmasına çaba gösterirler. O şahıs tüm bunlara rağmen hiç bir oyuna gelmezse, cin ve insanlardan bütün şeytanlar saldırıya geçerek halkı onun aleyhine kışkırtırlar. Bu noktada şeytan, mü’min insana gelerek şöyle kışkırtır: “Bunlara tahammül etmen korkak olduğunu gösteriyor. Aslında senin de onlara karşılık vermen gerekirdi.” Bu, şeytanın son silahıdır. Şeytan böylece Hak davetçilerini saptırmak ve verimsiz bir alana itmek ister. Davetçi eğer bu tuzaktan da kurtulursa, şeytan çaresiz kalır, Bu konuda Kur’an’da şöyle buyurulur: “Eğer şeytanın seni kışkırttığını hissedersen Allah’a sığın!”  Burada bir başka noktaya da dikkat edilmelidir. O da, insanın kalbine sadece dışarıdan cin ve şeytanlardan vesvese gelmediğidir. İnsanın kendi nefsi de vesvese verir. Yanlış düşünce ve sapmış aklın da vesvese vereceği ihtimal dışında değildir. İnsanın gayri meşru istek ve hevesleri, irade gücü ve muhakemesinin de onu saptırabileceği bilinmelidir. Bu konu Kur’an-ı Kerim’de şöyle açıklanmıştır: “Biz onun nefsinin ne vesveseler verdiğini biliriz.”  Demek ki, görünür görünmez, bilinir bilinmez, duyulur duyulmaz herşeyden ama herşeyden yalnızca Rabbimize sığınacağız. Muhakkak biz aciziz O değil. Biz bilmeyiz, O bilir. Bizim gücümüz yetmez, O’nun yeter. Subhanallah.

Aslında bu sureler ile ilgili en önemli mesele İslam’da üfürükçülüğün yerinin ne olduğudur. Ayrıca üfürükçülüğün etkili olup olmadığı da tartışma konusudur. Sözlerimize son verip vedalaşmadan önce bu konuyu da ekleyelim ve öyle gidelim. Bu konu hakkındaki ilk şer’i açıklama şu rivayettedir: İbn Abbas’tan rivayet edilen uzun bir hadis’in sonunda Rasulullah’ın şu sözleri kayıtlıdır: “Ümmetimden kendini dağlamayan, üfürükçülük yaptırmayan, fal baktırmayan ve yalnız Allah’a tevekkül edenler, kendilerine hiç hesap sorulmadan cennete gireceklerdir. Burada mükafat cennet olsun olmasın verilmesi gereken mesaj kulların yalnız Allah’dan medet ummasının beklendiğidir. Yine bir başka hadiste şöyle buyuruluyor; “Bir kimse kendini dağlatarak ya da üfürükçülük ile tedavi olmuşsa, Allah’a tevekkülden ilgisini kesmiştir.” Allahuekber. Çünkü bu kişi, Allah’a güvenmeyi farketmeden terketmiş bu yüzden şifayı kendince hocalarda arayıp bulacağını zan etmiştir. Oysa Allah istemezse, dünya bir araya gelse şifa bulmak mümkün değildir. İbn Mesud’un rivayetine göre Rasulullah on şeyi beğenmemiştir. Bunlardan biri de üfürükçülüktür. Muavezeteyn sureleri bundan müstesnadır. Bu son hadisten anlıyoruz ki, Efendimiz tüm bu durumlarda Felak ve Nas surelerinin okunmasını tavsiye etmiştir. Bizim bir türlü idrak edemediğimiz şey,  bu surelerin yalnızca musibet geldiğinde okuma fikrimizdir. Yani şuan başınızda bir sıkıntı bir vesvese olsun olmasın, aynı Efendimiz’in nasihatindeki gibi, her gece yatarken bu sureleri okuyun ve kendinizi koruma altına alın. Gündüz evden çıkarken, bir topluma girerken, bir yerde sohbet ederken, içinize bir sıkıntı geldiğinde, kendinizde bir boşluk hissettiğinizde, tarifsiz bir acı yaşadığınız da hemen bu sureleri okuyun. Çünkü önce nefsiniz sonra şeytan sizi bu boşluk anlarında ele geçirmeye çalışacaktır. Siz ise anca bu surelerle kendinizi koruyabilirsiniz. Eğer bu anları değerlendiremez ve kendinizi korumazsanız, daha sonra günlerce belki haftalarca okuyarak bu vesvese halinden kurtulmakta zorlanırsınız. Bu da bir imtihan olarak size yeter, çünkü bu işlerin sonu genelde hacı hoca kapısında biter. Allah muhafaza. Hz.Ayşe buyuruyor ki; Efendimiz bu sureleri üç defa okur, avuçlarına üfler, avuçlarını da bedeninde gezdirir. İşte biz bugünden sonra bu sünneti öğrenmiş olarak ve dikkat ederek hayatımıza devam edeceğiz. Ve bi-iznillah korunanlardan olacağız.

İşte bu sureleri de bitirdiğimiz göre geldi çattı hatim vakti. Tam 9 aydır emek verip bu günlere getirdiğim mealokumaları’na bugün son veriyorum. Bir yanım aşırı sevinçli, bir yanımdaki burukluğu anlatmama imkan yok. Biz meal okumalarını bitiriyoruz evet, fakat kimse mealini yanından ayırmıyor. 9 aydır nasıl hep baş ucumuzdaydı öyle de devam edecek. Çünkü öğrenmek zor değil, öğrenilen ilmi akılda tutmak zor. Çünkü biz henüz sadece ayetleri tanıdık, oysa onların yüreğimize mıh gibi işlemesi ancak sürekli okuyarak olacak. Rabbim bu yolda beni yalnız bırakmayan siz değerli kardeşlerimden binlerce kez razı olsun. İnşallah öğrendiklerimizle amel edeceğimiz bir ömür nasip olsun. İnşallah her durumda Allah’ın dinini yaşamaya ve yaymaya devam edecek bir karakter nasip olsun. İnşallah yarın Kevser havuzu başında Muhammed Ümmeti olarak toplanmak nasip olsun. Veda yok, vuslat var derdi sevdiğim bir arkadaşım, ben de şimdi size söylüyorum bunu. Veda yok, vuslat var. Bu günden sonra inşallah dualarda buluşmak ve bir ömür dua kardeşi olmak var. Küçüklerimi sevgiyle kucaklıyor ve büyüklerimin ellerinden öpüyorum.

Allah’a emanet olunuz.
Dua ile.

“Meal Okumaları 113/114 – Felak/Nas Sureleri” üzerine 6 yorum

  1. Gönül hanım merhaba yazı ve paylaşımlarınızla yeni tanıştım ve bayıldım sizinle iletişim kurabileceğim bir mail adresiniz var mı size sormak istediğim konular var. Şimdiden teşekkürler.

    Yanıtla
  2. Allah razi olsun sizden. Mealleri bu kadar güzel anlatıp okumamızı sağladığınız için. Yeni takip etmeye başladım sizi potkal ağacı sayesinde. Rabbim yolunuzu açık etsin inşallah.

    Yanıtla
  3. Elleriniz dert görmesin inşallah ilk kez bu kadar anlaşılır ve akıcı bir şekil de sürekli okuduğum duaların anlamını ne anlatmak istediğini öğrendim ve daha çok tekrar etmeme vesile oldunuz Allah sizden razı olsun…

    Yanıtla

Yorum yapın