Meal Okumaları 54 – Kamer Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:



بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Kamer Sûresi Mekke’de inen sûrelerdendir. Mushaftaki sıralamada elli dördüncü, iniş sırasına göre otuz yedinci sûredir. İlk âyetinde geçen ve “ay” anlamına gelen “kamer” kelimesi sûreye ad ol­muştur. Surede geçen “Şakku’l-Kamer” (ayın yarılması) olayından dolayı, surenin nüzul zamanı tespit edilebilmektedir. Muhaddisler ve müfessirler, bu hadisenin (ayın yarılması) hicretten 5 yıl önce Mina’da vuku bulduğu konusunda müttefiktirler. Sûre, başından sonuna kadar peygamberleri yalanlayanların içinde bulundukları korku, kalplerinin sarsılması ve onlara karşı takınılacak tavırlarla doludur. Buna karşı müslümanların huzur ve güven içinde oldukları belirtilir. Sürede birbirini izleyen bölümler halinde peygamberleri yalanlayanların başına gelen azab ve kötülük sahneleri anlatılarak insanların düşüncelerine hitab edilir. Onların gerçeklerden kaçmalarına karşılık Allah onları azab ve tehditle sarsmakta, sonuçta ise hidayete ermiş müslümanlara müjdeler vermektedir. Hadi ayetleri kategori olarak ayıralım ve sureye başlayalım;

1-5: Ayın yarılması mucizesi
6-9: Kıyametin şiddeti ve sıkıntıları
10-46:Mekke Kafirlerinin ve kavimlerin durumu
47-55: Takva sahiplerinin akıbeti

Bu surede Rasûlullah’ın (s.a) davetine karşı inatçı bir tavır takınmalarından dolayı kafirler ikaz edilmektedirler. Bu yüzden ilk ayetlerde ayın yarılması mucizesi, Hz. Peygamber’in (s.a) haber verdiği kıyametin gerçekliğine ve yakın oluşuna apaçık bir işarettir. Surenin ilk ayetinde şöyle buyuruluyor; ‘’Kıyamet saati yaklaştı ve ay yarıldı. Eğer (o kafirler, Hz. Muhammed (s.a.s)’in peygamberliğine delil olan bir âyet (mucize) görseler, (düşünmekten ve iman etmekten) yüz çevirirler ve; “devam edip giden (veya gelip geçici) bir sihir (dir) ” derler”  Ay gibi büyük bir küre onların gözü önünde yarılmış ve iki parçaya ayrılmıştır. Öyle ki bir parça dağın bir tarafında diğer bir parça dağın öbür tarafında görülmüş ve sonra tekrar bir araya gelerek birleşmiştir. Bu olay kainatın ezeli ve ebedi olmadığının açık bir delilidir. Kainatın bir sonu vardır ve bu nizam her an alt-üst olabilir, olacaktır da. Büyük yıldız ve gezegenler birbirleriyle çarpışabilirler ve infilak edebilirler. Dolayısıyla bu olayların manzarasının tıpkı Kur’an’da çizildiği gibi vuku bulması mümkündür. Hatta bu anlatılanlar, kıyametin başlangıcıdır ve onun gelişi uzak değildir. Zaten o sürekli yaklaşmaktadır. İşte Hz. Peygamber (s.a), ayın yarılması olayını bu nedenden dolayı, halka göstermiş ve “şahit olunuz” demiştir. Ancak kafirler ona inanmadıkları gibi, ayrıca inkarları üzerinde direnmişlerdir. Üstelik bu mucizeyi bir sihir olarak nitelemişlerdir. Surede, aynı şekilde inaçtı bir tavır sergileyen kafirler uyarılmaktadır. Yani genel olarak surenin ilk konusunda, kafirlerin nasihat ve tebliği anlamadıkları, tarihten ders almadıkları ve apaçık ayetleri gördükten sonra bile, inanmadıkları beyan edilmektedir. Bununla ilgili olarak da 3 ve 4.ayette şöyle buyuruluyor; ‘’ Onlar bir ayet (mucize) görseler, sırt çevirirler ve: “Bu süregelen bir büyüdür” derler.’’  Kafirlerin durumuyla ilgili yeterince açıklama yapıldıktan sonra da Efendimiz’in nasıl davranması gerektiği yönündeki vahyi 6 ve 7.ayetlerde görebiliyoruz; “Öyleyse sen onlardan yüz çevir; o çağrıcının ne tanınmış, ne görülmüş bir şeye çağıracağı gün. Gözleri zillet ve dehşetten düşmüş olarak, sanki etrafa yayılıp serpilen çekirgeler gibi kabirlerinden çıkarlar. Boyunlarını çağırana doğru uzatmış olarak koşarlarken, kâfirler derler ki, bu oldukça zorlu bir gün” Diğer bir ifadeyle, “Onları kendi haline bırak. Çünkü sen onlara en ikna edici deliller getirdin ve kıyameti inkar ettikleri, peygamberini yalanladıkları için ibret verici cezalara uğrayan kavimlerden tarihi örnekler verdin. Şayet tüm bunlara rağmen hâlâ ders almazlarsa onları kendi haline bırak. Onlar kıyamet günü kabirlerinden fırladıklarında, önceden hakkında kendilerine haber verilen kıyametin bir gerçek olduğunu bizzat gözleriyle göreceklerdir. Bu ayetteki “Kabirler” ifadesiyle, insanların ölümlerinden sonra defnolunduğu yerlerin kastediliyor olması gerekmez. Kastedilen husus, bir kimsenin cesedi nerede olursa olsun, çağrı üzere ayağa kalkacağı yerdir. Yani inançları usulunce yakılan ve külleri saçılan yahut herhangi bir şekilde saklanılan cesetlerde oldukları yerlerde dirilecek ve bu ayete uygun şekilde cezalandırılacaklardır.

Daha sonra, kafirlere, 9-16. ayetler arasında Nuh kavmini, 18-22. ayetler arasında Ad kavmini,  23-31. ayetler arasında Semud kavmini , 33-39 ayetler arasında Lut ve 41-46.ayetler arasında da  Firavun’un kavminin tarihçesi beyan edilmekte ve bu kavimlerin peygamberlerini yalanladıkları için azaba çarptırılarak ne feci bir sonla karşılaştıkları açıklanmaktadır. Bu kavimlerin isimleri ayetlerde sırasıyla tek tek belirtilerek “Kur’an’ın bir öğüt ve azabdan kurtuluşun bir yolu olduğu ve geçmiş kavimlerin akibetinden ders alarak doğru yola giren bir kavmin, önceki kavimlere gelen azabtan kurtulacağı” bildirilmektedir. Şimdi bu kadar kolay bir yoldan ve öğütten yüz çevirmek, dolayısıyla azabın gelmesi için ısrar etmek, akılsızlığın ta kendisi değil midir? İşte bu yüzden geçmiş toplumların ibret verici tarihlerine değinildikten sonra kafirlere hitap edilerek şöyle denilmiştir. “Önceki toplumlar da sizler gibi inatçılık yapmışlar ve azaba uğramışlardı. Şimdi sizler de aynı yolu takip ederseniz aynı sonuçla karşılaşırsınız. Çünkü sizler, herhalde bu kuraldan istisna edilerek, azaptan kurtulacak değilsiniz. Şayet kabilenizin gücüne güveniyorsanız, güvendiğiniz bu gücü zelil edecek ve sizlere diz çöktürecek o vakit pek uzak değildir. Bilin ki kıyamet günü ahiretteki durumunuz çok daha kötü olacaktır.”  Bir de sırayla anlattığı bu kavimlerin arasına, konuları birbirinden ayırmamızı sağlayan bir ayet serpilmiş. Yaklaşık 3-4 defa tekrarlandığı için hepinizin dikkatini çekmiş olabileceğini düşünüyorum. Kamer Suresi’nde birkaç defa tekrar ederek şöyle buyuruluyor; Andolsun ki Kur’an’ı, öğüt olsun diye kolaylaştırdık, öğüt alan yok mudur? Demek ki bu Kuran insanlara bir pusula, bir harita, bir ibret, bir gündem olsun diye kolaylaştırılmış. Asla sandığımız kadar zor değildir, sadece içine girdikçe onu anlamak nasip olur. Çünkü onunla yol bulmak isteyenler, hayat programlarını ona sormak isteyenler, onu okuyup öğrenmek isteyenler, onu anlayıp uygulamak isteyenler için kolay hale getirilmiş. Ki zaten emek göstererek, sebat ederek ilgilenenler bilirler; okunması, öğrenilmesi, anlaşılması, ezberlenmesi, uygulanması, yaşanması kolay, istediği hayat kolay, her şeyi çok kolaydır Kuran’ın. Çünkü  Allah onu bizim için kolaylaştırmıştır. Belki onu okurlar, anlarlar, zikrederler, zikir haline getirirler, hatırlarlar, kafalarında, kalplerinde canlı tutarlar da hayatlarını onunla düzenlerler diye yapmıştır bunu. Belki onu kafalarında, kalplerinde hayat programı yaparlar da, haftalık ders programı gibi, günlük, aylık, haftalık sürekli bakılacak bir konuma getirirler diye yapmıştır. Ama sanmayın ki Allah; “biz onu sizler için kolaylaştırdık” diyorsa, herkese kolay olacaktır. Ne dedik? Ancak ona yönelenlere kolaydır bu kitap. Onunla ilgilenenlere kolaydır. Onun için hayatından, lüksünden, eğlencesinden ve gerekirse evlatlarından fedakarlık edebilene kolaydır.  Ve meşguliyetlere dalarak Kuran’ı ihmal edenler bilsinler ki; ona yönelip onu anlamaya çalışırlarsa hayatları da kolaylaşacaktır. Günlerce uğraştıkları sorunlar Allah’ın hikmet ile bir anda çözüleceklerdir belki. Belki hiç vakit bulamadıkları yoğun hayatları bir anda ferahe çıkacaktır ve Kuran için müsait vakitler oluşturulacaktır. Nasip edecektir yani Allah kuluna, huzurunda bulunmayı. Anlayana, ne büyük bir şeref, ne güzel bir nimettir bu.

Daha sonra 47 ve 48.ayette açıkça okuyoruz; ‘’ Muhakkaki mücrimler, sapıklık içerisindedirler. O gün yüzleri üstü ateşe sürüklendiklerinde ‘’Tadın bakalım cehennemin tadını’’ denir’ Bu ayete bakıp da tüm kafirler cehennemliktir demek bize yakışmaz tabi ama hitap edilenler için bu durum söz konusu.

Surenin son ayetine gelmeden önce bir ayet daha gözüme çarpıyor, açıklanması gereken bir ayet değil belki ama kesinlikle anılması gereken bir ayet; ‘’ Haberiniz olsun ki, biz herşeyi bir kaderle yaratmışızdır.’’ Yani, dünyada hiçbir hadise tesadüf değildir. Herşey bir takdire bağlıdır ve herşey başlar, gelişir ve son bulur. Bu dünyanın hakkında da bir takdir vardır, devam etmektedir ve bir süre sonra da son bulacaktır. Allah’ın tayin ettiği vakit geldiğinde, hiç kimse onun sonunu durduramaz ve o vakti ileri veya geri almaya kimsenin gücü yetmez. Bu kainat ezeli ve ebedi değildir. Sonsuza kadar devam edemez. Ayrıca bu bir çocuk oyuncağı da değildir ki istenildiği zaman parçalanarak, atılsın.

Surenin sonunda ise kıyametin kişilerin isteğine bağlı olmadığına değinilmiş ve sonra da takva sahipleri şu ayetlerle müjdelenmiştir; ‘’ Hiç şüphesiz muttakiler, cennetlerde ve ırmak başlarındadırlar.’’ Yani onlar . beğenilen bir mevkide ve güzel bir makam­dadırlar. Yüce bir Rabbin katında, mülkünde ve saltanatında güçlü, hiçbir şeyin kendisini acze düşüremeyeceği bir Rabbin, yani Alem­lerin Rabbi Allah’ın kalındadırlar. Bu ayette, az önceki kafirler ayeti gibi bir şey sayılabilir. Evet ayetin muhattabı, o günkü muttakiler ve kafirlere sabredenlerdi. Fakat ne zaman muttakilerin mükafatı açıklansa, onların nasıl muttaki grubuna girdiklerinin de sırrını veren kuran, açıkça bizi davet ediyor değil midir? Sahiden bu ipuçlarının gelişigüzel mi yerleştirildiğini düşünüyorsunuz.? Bunu bi düşünün derim.

Sadakallahulazim.

 

Yorum yapın