Meal Okumaları 45 – Câsiye Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Câsiye sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamada kırkaltıncı, iniş sırasına göre altmışbeşincidir. Hâ-mîm ile başlayan yedi sûreden biri olup meşhur adı, “diz çöken, dizlerinin üstüne çöküp kalan” anlamında Câsiye’dir. Kelime sûrenin 28. âyetinde geçmekte, kıyamet sonrasında, mahşer yerinde bekleyen insanların heyecan ve korkularını dile getirmektedir. Bu müba­rek sûrenin ağırlık noktası, hemen hemen, Âlemlerin Rabbi olan Yüce Al­lah’ın birliğine dâir delil ve hüccetleri getirmektir. İsterseniz hemen konu dağılımına bakıp ayetlere geçelim ve orada incelemeye başlayalım;

1-6: Kuran’ın indirilişi
7-15: Kuran’ın ayetlerine itimat etmemek
16-22: İsrailoğullarının nankörlükleri
23-31: Müşriklerin sapkınlıkları
32-37: Kıyamet günündeki hesaplaşma

Câsiye suresi Allah’ın varlığı ve birliğinin delilleri üzerinde durmaktadır. Bunun için çeşitli deliller göstermektedir. Kur’an-ı Kerîm bu delilleri en güzel şekilde ifade ettiği için önce kitabın indirilmesinden bahsetmektedir. Arkasından da bu delillerin bulunduğu üç yer gözler önüne serilmektedir. Bunlardan birincisi yedi kat göklerle yerdir. Ve bunda inananlar için Allah’ın varlığına ve birliğine deliller vardır. Demek ki bunlardan deliller çıkarmak müminlerin görevidir. Ve bununla ilgili 3.ayette şöyle buyurmuştur; ‘’ Muhakkak ki göklerde ve yerde müminler için ayetler vardır.’’ Bu ayette özellikle ‘’müminler için’’ denmesinin sebebini Mevdudi şöyle açıklamış; Mekkeliler Hz. Peygamber’e, (s.a.) “Senin söylediklerin, bizim bugüne kadar inandığımız tüm düşünceleri reddeden büyük bir iddia iken nasıl sadece senin dediklerine inanabilir ve onları doğru kabul edebiliriz?” demişlerdir. Bu sözlerine şöyle cevap verilmiştir “Sizler tevhidin gerekliliğine inandıktan sonra, bile bile onu inkar ediyorsunuz. Oysa kainat içerisindeki bunca işaret onun gerçekliğini ispat etmektedir. Biraz dikkat edecek olursanız, bizzat kendi varlığınızın ve kainat içerisindeki yayılmış ayetlerin, bu kainatın Haliki, Rabbi, Hakimi ve Müdebbiri’nin tek olan Allah olduğunu açıkça gösterdiğini müşahede edersiniz.” Ancak burada, yerdeki ve gökteki işaretlerin neler olduğu açıklanmamıştır. Çünkü asıl münakaşa konusu, kafirlerin Allah’ın dışında birtakım ilahları ma’bud edinmekte ısrar etmeleridir. Oysa Kur’an, Allah’ın tek yaratıcı olduğunu ve hiçbir ortağı bulunmadığını beyan ediyordu. Bu ayetlerin mahal itibariyle, tevhidin hak oluşunu ve şirkin ise batıllığını gösterdiği anlaşılmaktadır. Nitekim daha sonra bu ayetlerin iman edenlere hitap ettiği vurgulanmıştır. Yani bu ayetlerden (işaretlerden) doğru sonuçları ancak iman eden kimseler çıkarabilir. Gafil olanlar ve inatçılar ise, bu işaretlere sadece hayvanlar gibi bakarlar, fakat ne ders alırlar ne de düşünürler. Dolayısıyla bu ayetler onlar için bir anlam taşımazlar. Tıpkı âmâ olan bir kimsenin, çiçek bahçesindeki renklere ve güzelliğe bir anlam veremediği gibi.  Yani, ancak önceden inkar etmeye karar vermiş olanların dışındaki kimselerin kalpleri iman etmeye müsaittir. Onlar kendi doğumları, vücud yapıları, kainattaki çeşitli sayıdaki canlılar üzerinde tefekkür ederler ve tüm bunların yaratıcısının bir olan Allah olduğu, O’nun yaratma işinde bir ortağı bulunmadığı konusunda kalplerinde hiçbir kuşkuya yer kalmaz. Bu konuyla ilgili son noktayı koyan 6.ayet şöyle çeviriliyor; ‘’İşte bunlar Allah’ın ayetleridir. Sana onları hakkıyla okuyoruz. Artık Allahtan ve O’nun ayetlerinden sonra hangi söze inanırlar?’’ Yani, tevhid hakkındaki delilleri bizzat Allah Teâlâ’nın kendisi ileri sürüyor olmasına rağmen, yine de iman etmiyorlar. Bundan sonra onları hiç kimse doğru yola iletemez. Bu, Allah’ın kesin ve son sözüdür. Yine de inanmaz olurlarsa, Kur’an’da beyan edilen hakikatler değişmez.

Surenin ikinci kısmında  Kur’an’ı yalanlayan suçlulardan bahseder. Onlar Kur’an’ın nurlu âyetlerini dinleyipte, kibir ve taş­kınlıktan başka bir şeyleri artmayan kimselerdir. Sûre onları, cehennemin alt tabakalarında elem verici bir azapla uyarır. Kuran’ın alaycı uslubuyla bile yumuşamayan bu elem verici azap 8. ayette geçiyor; ‘’Allahın ayetleri okunurken işitir de kibrinden hiç işitmemiş gibi ısrar eder. İşte onu, acı bir azap ile müjdele. Peşlerinde cehennem var. Ne kazandıkları şeyler ne de Allahtan başka edindikleri dostlar onlardan hiçbir şeyi defedemez.’’ Surede ayrıca, müşriklerin İslâm davasını nasıl karşıladıklarını, İslâmiyetin getirdiği deliller ve ayetlere nasıl karşı koyduklarını, İslâmî gerçekler ve problemler karşısında nasıl direttiklerini delilsiz nasıl itiraz ettiklerini görmekteyiz. Onlar Allah ve Allah’ın kelamı hakkında oldukça kaba ve zorba davranıyorlardı. Buna karşılık onlar acıklı bir azap ile tehdit edilmekteler.

Surenin üçüncü kısmında Allah’ın, İsrailoğullarma olan çeşitli ikram­larından ve onların, bu lütuf ve ihsana inkâr ve isyanla karşılık vermelerin­den söz eder. Değerli peygamberlerin daveti karşısında azgın suçluların tu­tumunu anlatır. Allah’ın adalet ve hikmetine göre, suçluların iyi amel edenlerle, kötülerin de iyilerle bir tutulamayacağını açıklar. Bu konuyu en iyi anlatan 16 ayet şöyle diyor; ‘’ Andolsun ki biz vaktiyle israiloğullarına kitap, hüküm ve peygamberlik vermiştik. Onlar pak rızıklarla rızıklandırmıştık. Ve onları alemlerden üstün kılmıştık.’’ Bu surede  asıl konu Hz. Peygamber’e vahyedilen İslâm dininin önemini, hem onun hem de ümmetinin dine uygun yaşamalarının gerekliliğini açıklamaktır. Ancak konuyu canlandırmak ve geçmiş tecrübelerden İbret alınmasını sağlamak üzere İsrâiloğulları’na bir atıf yapılması uygun görülmüştür. Bu ayetten sonra 18.ayette şöyle bir ifade var ; ‘’ Sonra seni din konusunda bir şeriat sahibi kıldık.’’ Yani, bu görevi daha önce İsrailoğulları’na vermiştik, şimdi ise sizlere veriyoruz. Onlar, hak kendilerine geldikten sonra, aralarında ihtilafa düştüler ve çeşitli gruplara ayrıldılar. Sonuçta da Allah’ın kendilerine verdiği vazifeyi ifa edemeyerek, yoldan çıktılar. Şimdi aynı vazifeyi, insanları Allah’ın gösterdiği yola çağırmanız için sizlere veriyoruz. İşte bu yol İsrailoğulları’nın daha önce kaybederek kendisinden saptıkları yolun ta kendisidir. Daha sonra 20.ayet bu konuyu güzelce sonladırıyor; ‘’ Bu Kuran insanların kalp gözünü açan bir nur ve kesinlikle inanacak bir kavim için hidayet ve rahmettir.’’ Yani, bu kitab ve onun getirdiği şeriat tüm insanlık için bir aydınlıktır. O hak ve batıl arasındaki farkı bildirmektedir. Fakat onun aydınlığından ancak Hakka iman edenler yararlanabilirler.

Surenin 23.ayetiyle birlikte müşriklerin sapıklığa düşme sebebini açıklanmaya başlanıyor. Bu sebep de, onların suç işle­meleri heva ve heveslerini ilâh edinmeleridir. Neticede basiretleri köreltil­miş ve asla hakka yol bulamaz olmuşlardır. Önce ayeti bir yazalım sonra incelemek için hayli vaktimiz olacak. ‘’ Gördün mü o kimseyi ki, hevâ ve hevesini kendisine tanrı edinmiş, bilgisi olduğu halde Allah onu şaşırtmış, kulağını ve kalbini mühürlemiş ve gözüne perde koymuştur? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?” Bu ayetteki “Heva ve hevesini tanrı edinmek” ifadesiyle bir kimsenin, nefsinin her istediğini yapması ve yaptığı işin Allah indinde haram mı helal mı olduğunu dikkate almadan davranması kastolunmaktadır. Böyle bir insan, Allah emretmiş bile olsa, eğer nefsi istemiyorsa o işi yapmaz. İşte bu kimse nefsine itaat ettiği şekilde, başkalarına da itaat ediyorsa şayet, o kimseleri de tanrı edinmiş olur. Her ne kadar bu kimse, o kimseleri ilah ve ma’bud edinmediğini söylese de veya o kimselerin putunu yaparak onlara tapmasa da onları tanrı edinmiştir. Çünkü bu kayıtsız şartsız teslimiyeti, onun bu kimseleri tanrı edindiğinin bilfiil ispatıdır. Ve bu da apaçık şirktir. Allah’tan başkasına bu şekilde itaat eden kimse, itaat ettiği kimseye secde etmemekle ve lisanen onun ilah olduğunu söylememekle, şirkten kurtulamaz. Nitekim diğer büyük müfessirler de bu ayeti, bu şekilde yorumlamışlardır. İbn Cerir, “Allah’ın koyduğu helal ve haramı dikkate almadan nefsinin arzusuna göre davranan kimse, nefsini ilah edinmiş olur” demektedir. Yani doğruyu ve iyiyi bilmek ona uygun davranmak için yeterli olmamakta, sağlam imana ve uygun eğitime ihtiyaç bulunmaktadır. Bu imandan ve eğitimden yoksun bulunan, zevklerine saplanıp gününü gün eden kimseleri yola getirmek zordur. Âyet bu zorluğa işaret etmekte, ancak kapıyı da açık tutmaktadır. Kul ister ve yönelirse, kulunun sabıkası ne olursa olsun Allah onu bağışlar ve doğru yola getirir.

Surenin son kısmında  kıyamet günündeki âdil hesabı anlatılıyor.Şöyle ki, in­sanlık İki gruba ayrılır; bir grup cennete, bir grup da cehenneme girer. Cehennem ile ilgili 34.ayet şöyle buyuruyor; ‘’ Denildi ki: “Bugününüzle karşılaşmayı unuttuğunuz gibi, biz de sizi bugün unutuyoruz. Barınma yeriniz ateştir. Ve sizin için hiç bir yardımcı yoktur. Çünkü siz Allah’ın ayetlerini alay konusu edindiniz; dünya hayatı da sizi aldattı.” Ayette yeterince dehşetli olduğu için ben tekrardan üstüne bir şey söylemek istemiyorum. Sadece buradaki ‘’Bugün de biz sizi unutuyoruz” ifadesinin, gerçek mânasında değil, mecazî olarak kullanılmış olduğunu belirtmek istiyorum. Bu cümle ile “unutulmuşçasına sizi burada devamlı azaba terkederiz” denmek istenmiştir. Ve sure biterken ‘’O halde hamd göklerin Rabbi, yerin Rabbi ve alemlerin Rabbi olan Allah’ındır’’ ayeti bizi uğurluyor. Ben bu ayeti bir şükür olarak düşündüm. Sûreyi okuyan, içinde anlatılardan idrak eden bir mümin tabii olarak Allah’ın büyüklüğünü hatırlayacak, O’nun ululuk ve kemali yanında kendisinin de içinde bulunduğu hal ve mazhar olduğu nimetler sebebiyle O’na hamdedecektir.

Farkındaysanız bir sureyi daha bitirdiniz. Bununla birlikte 45 oldu. Sahi 45 Sureden hayatınıza ne eklediniz, ne çıkardınız? Nelerden vazgeçtiniz ve nelere alışmaya çalıştınız? Neleri yanlış biliyordunuz, nelerin doğrusunu öğrendiniz? Bunu soruyorum çünkü az önce okuduğumuz o heva ve hevesini ilah edinenlerin durumunu unutamıyorum. Bilmenin hiçbir şeye yetmediğini, aslolanın iman etmek ve uygulamak olduğunu sayfalarca daha vurgulamak istiyorum. Ama aslında bunu vurgulaması gereken ben değilim, sizsiniz. Nefsinizi ancak siz dize getirebilirsiniz. Çünkü zaten ben de bir uçurumun ucunda, tek ayağımın üstünde ordan oraya yürüyüp duruyorum. Koca kitap yükünü taşıyan eşeğin durumuna benzememek için çabalıyor olsam da anlattıklarımın kaçını hayatımda bulabilirsiniz bilmiyorum. Bu yüzden şimdi ben susuyorum, siz konuşuyorsunuz. Nefsinizden, kendinizi yine kendiniz kurtarıyorsunuz.

Yorum yapın