بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bu sure Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamasına göre yüz on bir, nüzul sıralamasın altıncı suredir. Sûre adını ilk âyetinde geçen “kurusun!” şeklinde beddua anlamı taşıyan tebbet kelimesinden almıştır. Ayrıca “Mesed, Leheb, Ebû Leheb” adlarıyla da anılmaktadır. Bu sûre’de, Allah ve Rasûlünün düşmanı olan Ebû Leheb’in helakinden bahsedilir. Ayetlerin konu dağılımı şu şekildedir;
1-3: Ebu Leheb’in durumu
4-5: Karısının durumu
Ebu Leheb İslam’ın yayılmasını engllemeye çalışan müşriklerin başını çekiyordu, üstelik Efendimiz’in amcasıydı. Kur’an-ı Kerim’in sadece bir yerinde, bir İslam düşmanı ismi anılarak lanetlenmiştir. Oysa hem Mekke’de, hem de hicretten sonra Medine’de bazı kişiler İslam ve Rasulullah’a düşmanlıkta Ebu Leheb’ten de ileri gitmişlerdi. Burada bu şahsın isim anılarak lanetlenmesinin, hangi özelliğinden dolayı olduğu sorulabilir. Bunu anlamak için, o dönemin Arap toplumuna ve o toplumda Ebu Leheb’in rolüne bakmak gerekir. Arabistan’ın eski dönemlerinde her tarafta anarşi ve kanunsuzluk yaygındı. Asırlarca süren bu hal içinde bir kişinin mal, can, şeref güvenliği için aile, kan ve kabile bağından başka bir güvencesi yoktu. Onun için o dönemdeki Arap toplumunda akrabalara iyi davranmak temel ahlâkî unsurlardandı ve buna çok önem veriliyordu. Sı-la-i rahimi kesmek büyük bir ayıp sayılıyordu. Bu nedenle, Rasulullah İslamî davete başlayıp, Kureyş’in diğer kabileleri ve reisleri de O’na karşı çıktıklarında, Haşim oğulları ve Muttalib oğulları Rasulullah’a karşı çıkmamışlar, üstelik açıkça himaye etmişlerdi. Halbuki birçoğu Rasulullah’ın nübüvvetine inanmıyordu. Diğer kabileler, Haşim ve Muttalib oğullarını hiçbir zaman atalarının dininden dönmekle suçlamamışlardı. Çünkü onların, kabilelerinden bir kişiyi düşmana teslim etmeyecekleri biliniyor ve kabul ediliyordu. Kabileden birisini himaye etmek, Kureyş’e göre doğal bir durumdu. Cahiliye dönemi Araplarının bile vacibu’l ihtiram kabul ettikleri bu ahlâkî anlayışa sadece Rasulullah’ın, babası Abdullah ile aynı babadan olan amcası Ebu Leheb karşı çıkmıştı. Oysa Araplarda amca, baba yerine sayılıyordu. Yeğenin babası ölmüşse, amcanın, yeğenine kendi çocuğu gibi bakması beklenirdi. Ama bu şahıs İslam’a buğzu ve küfre de muhabbeti nedeniyle bu Arap geleneğini çiğnemişti. Üstelik Ebu Leheb Mekke’de Rasulullah’ın kapı komşusuydu ve Rasulullah’ı evinde de rahat bırakmıyorlardı. Rasulullah namaz kılarken, üzerine keçinin işkembesini atıyorlardı. Bazen de Rasulullah’ın evinde pişen yemeğe pislik bulaştırıyorlardı. Rasulullah ise dışarı çıkıp onlara, “ey Benî Abdumenaf, bu ne biçim komşuluk” dedi. Ebu Leheb’in karısı Ümmü Cemil de her gece, Rasulullah sabah erken dışarı çıkarken ayaklarına batsın diye Rasulullah’ın kapısının önüne dikenler koyuyordu. Nübüvvetten önce Rasulullah’ın iki kızı, Ebu Leheb’in iki oğlu olan Utbe ve Uteybe ile evliydi. Rasulullah İslamî davete başladığında Ebu Leheb, oğullarına, “Muhammed’in kızlarını boşamadıkça sizlerle görüşmem haram olsun” dedi. Bunun üzerine oğulları Rasulullah’ın kızlarını boşadılar. Ebu Leheb’in kötülüğü o kadar ileriydi ki, Rasulullah’ın oğlu Kasım’dan sonra Abdullah da vefat ettiğinde, yeğenini teselli edeceği yerde bayram yapmıştı. Koşarak Kureyş reislerinin yanına gitmiş ve onlara Hz. Muhammed’in (s.a) köksüz kaldığını müjdelemiş(!)ti. Bu davranışı Kevser suresinde zikretmiştik. Velhasıl Ebu leheb, bu tip hareketleri nedeniyle Tebbet suresinde ismi anılarak lanetlenmiştir. Buna özellikle gerek vardı. Çünkü, Mekke’ye dışardan gelen hacılar çeşitli yerlerde konaklayıp pazarlarda toplandıklarında, Rasulullah’a kendi amcası karşı çıkıyor diye düşünüyorlardı. Çünkü az öncede söylediğimiz gibi Arap adetlerine göre bir amcanın sebepsiz olarak yeğenine kötü davranması mümkün değildi. O’nu taşlaması ve itham etmesi de imkânsızdı. Onun için hacılar, Ebu Leheb’in Rasulullah’a muhalefet etmesi nedeniyle Rasulullah hakkında şüpheye düşüyorlardı. Amcasının bir bildiği vardır diye düşünüyorlardı. Bu sure nazil olduktan sonra Ebu Leheb’in dengesi bozuldu, kızarak saçmalamaya başladı. Ondan sonra herkes, bu şahsın Rasulullah’a olan düşmanlığından dolayı deli divaneye döndüğünü ve sözüne itibar edilemeyeceğini düşünmeye başladı. Ayrıca Rasulullah’ın amcasının, isim anılarak lanetlenmesinden sonra herkeste, Rasulullah’ın din hakkında uzlaşmaya girebileceği ümidi kesildi. Çünkü Rasulullah kendi amcası için bile bunları söyledikten sonra, bir başkası ile uzlaşmasına hiç imkân yoktu. İman eden bir yabancı Rasulullah’a akrabasından da yakın oluyor, küfür üzerinde devam eden kişi, kendi akrabası bile olsa bir yabancı olarak kalıyordu. Şunun veya bunun oğlu olmasının hiçbir önemi yoktu. İşte müslümanca takınılması gereken ne müthiş bir ahlak. Nasip olsun inşallah!
Surenin ayetlerine baktığımızda ilk üç ayette Ebu Leheb’in akıbeti bildiriliyor; ‘’Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşe girecek.’’ Burada Ebu Leheb’in kurumasını her anlamda yorumlayabiliriz. Mal olarak baktığımızda, gerçekten o Rasulullah’ı yenebilmek için tüm servetini ortaya koymuştu fakat bunlar hiçbir işe yaramadığından işin sonunda kurumuş olarak kalmıştı. Bedenen çürümek olarak baktığımızda, Ebu Leheb, çiçek hastalığına benzer bir hastalığa yakalandı. Evdeki yakınları bile, bulaşmasından korkarak ona dokunmuyorlardı. Ölümünden sonra üç gün boyunca kimse ona yanaşmadı. Cesedi çürüyerek kokmaya yüz tuttu. Bunun üzerine herkes oğullarını kınamaya başladı. Bir rivayete göre oğulları bazı zencilere ücret vererek cesedini kaldırtmış ve yine ücretle defnettirmişlerdi. Diğer bir rivayete göre, bir hendek kazdırtmışlar ve babalarının cesedini içine sopayla iterek toprakla kapatmışlardı. Ebu Leheb’in en köklü yenilgisi ise, İslam aleyhinde herşeyini ortaya döktüğü halde çocuğunun bile İslam’ı kabul etmesidir. Önce kızı Derre hicret ederek Medine’ye gelmiş ve İslam’ı kabul etmiştir. Mekke fethinden sonra da iki oğlu Utbe ve Muattab, Hz. Abbas vesilesiyle Rasulullah’ın huzuruna gelerek iman ve biat etmişlerdir. Bu iki mana da Ebu Leheb’in sonunun nasıl olduğu ile ilgilidir. Çünkü hastalığa yakalandığında ne malı ve ne de evlâdı O’na bir yarar sağlayamamış ve O’nu ölüme terketmişlerdir. Oğulları, cenazesini bile şerefle defnetmeye fırsat bulamamışlardır. Böylece Kur’an’ın Ebu Leheb’le ilgili olarak verdiği haberin birkaç sene içinde nasıl gerçekleştiğini herkes görmüştür.
Surenin son iki ayetinde ise Ebu Leheb’in karısından bahsedilir; ‘’Karısı da odun hamalı olarak, Boynunda da hurma lifinden bir ip ile ateşe girecektir’’ Bu kadının ismi “Ardiya” idi. Ümmü Cemil, O’nun lâkabıydı. Ebu Süfyan’ın kardeşi olan bu kadın Rasulullah’a düşmanlıkta kocasından geri kalmıyordu. Hz. Ebubekir’in kızı Esma şöyle beyan eder: Bu sure nazil olduktan sonra Ümmü Cemil çok kızgın bir vaziyette Rasulullah’ı aramaya çıktı. Elleri taşla doluydu. Aynı zamanda, Rasulullah aleyhindeki kendi hiciv şiirlerini de okumaktaydı. Harem-i Şerif’e geldi. Rasulullah orada Hz. Ebubekir ile oturuyordu. Hz. Ebubekir: “Ya Rasulallah o geliyor. Korkarım size karşı bir terbiyesizlik yapacak” dedi. Rasulullah: “Beni göremez” dedi. Aynen öyle oldu. Rasulullah orada olduğu halde onu göremedi. Ebubekir’e, “Dostun, duyduğuma göre beni hicvetmiş” dedi. Ebubekir: “Bu Ev’in Rabb’ine yemin ederim ki o seni hicvetmedi” dedi. Bunun üzerine kadın geri döndü. Subhanallah. Ve ayette onun boynuna dolanan bir şeyden bahsedilmesinin müfessirlerce sebebi boynundaki gerdanlığıydı. Çünkü Ümmü Cemil, boynuna mücevher gerdanlık takardı ve şöyle derdi: “Lat ve Uzza’ya yemin ederim ki bu gerdanlığı satarak gelirini Muhammed’e karşı kullanacağım” Ve işte o da aynı eşi Ebu Leheb gibi, dünya hayatında ne yaptıysa karşılığını bulacaktı.
Bu sure de burada böylece bitmiş olsun, kaldı mı bize son dört?
Sadakallahulazim.