Meal okumaları 3 – Al-i imran Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

Eğer şuan bu yazıyı yazıyorsam bir sure daha bitti demektir. Yani dolaylı olarak siz de bu yazıyı okuyorsanız bir sureyi daha bitirdiniz demektir. O zaman hemen buraya bir dua sıkıştırmak istiyorum; ‘’Rabbim hakkıyla öğrenip, doğru şekilde uygulayanlardan eylesin. Nice sureleri bitirmeyi ve sonunda hatime kavuşmayı nasip etsin’’ Haydi siz de buraya bir Amin sıkıştırın, en kocamanından. Yaklaşık 4 günümüzü alan Al-i îmran Suresi, kolay gibi görünen ama içinde hayli tartışmalı konular bulunduran bir sure. İnstagramdan gelen yorumlardan anladığım kadarıyla, tüm meal okuyucuları dün bitirdiler. Bu iki şeye işaret eder, ya çok sevdiler hemencik bitirdiler, ya da kolay geldi kısa geldi hızlıca okudular. Ben ilki olmasını istiyor olsamda, etrafımdaki ruhani varlıklar bana ikincisinin baskın olduğunu söylüyor. Şeytandır o, şeytan. Yoksa eminim siz meal okudukça huzur ve mutluluk sahibi olduğunuzu farkedip devamlılık kazandınız da erkenden bitirdiniz ben biliyorum. O zaman hazırsak ben de bu devamlılığı devam ettirmek adına nacizane Al-i îmran Suresi’ni de yazıp hepimizi Nisa’ya taşıyayım.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Al-i îmran anlam olarak İmran Ailesi demektir. Sure içersinden bahsedilen İmran’ın kim olduğuna dair ihtilaflar olsa da biz onun Meryem as’ın babası olarak biliyoruz. Bu konudaki ihtilaflar hiç şüphesiz hristiyanların başının altından çıkıyor. Konuyu çok karıştırmadan devam etmek istiyorum ama bu konuyu merak ederseniz de ‘’İmran ailesi olarak kimlerden bahsedilir?’’ yazarak biraz araştırma yapabilirsiniz. Bu sure Ahzab suresinden hemen sonra, 89.sure olarak Medine’de nazil olmuştur. Müfessirlerin ortak görüşü olarak surenin iniş sebebi; Necran Hristiyanları adına Medine’ye gelen heyet ile Efendimiz arasında çıkan tartışmalardır. Ben bu görüşü öğrendiğimde aklıma, e o zaman iniş sebebi buysa neden Ali İmran adı verilmiş diye düşünmüştüm. Açıkçası benden başka böyle düşünen olmamış galiba ki, bu konuda hiçbir bilgi bulamadım. Yani tevekkeltü alallah. Sure ismi ve inişi hakkında bundan daha kapsamlı bir bilgi bulamadığım için artık izninizle surede bahsedilen konuları sırasıyla belirtip, konuya bu şekilde devam edeceğim.

1-20: Önceki kitapların tasdiki, imanın kabul şartları
21-30: İndirilen son kitap Kur’an ve sadece mü’minlerle dost olmak konusu
31-63: İmrân ailesinden dersler: Meryem, Zekeriya, Yahya ve İsa
64-91: Genel ilkelerin tespiti; iki yüzlülükten ve tefrikadan uzak durma
92-120: Sevdiğiniz şeylerden infak ve müslüman olarak ölmek konusu
121-148: Bedir’deki ilahi yardım, Uhud’daki ibret
149-180: Disiplinsizliğin tehlikeleri, ihtilaflar, cesareti kaybetmek veya bencil sonuçların peşinde koşmak; şan ve şeref sâhibi şehidler
181-200: Kâfirlerin gururları inatları ve Allah’a güvenmek konusu

Buradan sonra aynı Bakara Suresinde yaptığımız gibi devam edeceğiz. Konuları madde madde yazdık, şimdi o maddelerin ayrıntısına girecek ve konular içerisindeki ayetlere dikkat çekeceğiz. Anlamak için var gücünüzle uğraşın, çünkü ben anlamamız için çok dua ettim. Haydi başlıyoruz.

Bu sure Bakara gibi Hurufu Mukatta harfleriyle başlar. Daha önce açıkladığımız gibi bunların sırrına erişmek bize nasip olmamıştır, olmayacaktır. Bu yüzden hemen tanışmanızı istediğim ilk ayete geçiyorum. Surenin 3 ve 4.ayetlerinde ‘’İnsanlara hidayet için Tevrat ve İncil’i indirdi, bir de ayırt eden Furkan’ı’’ Haydaaa, Furkan kim? Nereden çıktı bu Furkan diyenler oldu mu? Olmamıştır inşallah. Ama ben yine de açıklamak istedim nedense, Kuran’ın Kuran’da belirtilmiş birçok ismi var, bunlardan biri de Furkan. Ve Kuran’da belirtilenler dışında bir de Ebubekir as’ın sözlerinde geçen Mushaf adı var. Biz bunların birkaçını duymuş olsak da aslında büyük bir kısmından habersiziz. Ama sevinerek söylüyorum ki bunları acilen öğrenmeniz gerek, çünkü meal okumaya devam edeceğimiz için karşımıza çok kere çıkacak. Yarın öbür gün, Büşra ismini kız ismi sanmanızı istemiyorum çünkü. Aaa, bir dakika yoksa bilmiyor muydunuz? Elbette bilmiyordunuz. Ah sizi gibi sizi. İsimlerim tamamını öğrenmek için ve Kuranda bahsedildikleri ayetlerle tanışmak için lütfen, Tıktık!

Surenin 7.ayetinde ‘’Muhkem ayetler’’ diye bir kavram karşımıza çıkıyor. Hurufu Mukatta’yı öğrendiğiniz için artık bunun Kurandaki adını öğrenedebilirsiniz. Hemen açıklıyorum. Kuranda bazı ayetler muhkem ayetler, bazıları ise müteşabih ayetlerdir. Muhkem ayetler, kötülüklerden kaçmak, ana babaya iyi davranmak, örtünmek, Allah’a iman etmek gibi hükümlerden oluşan, hepimizin anlayabileceği kadar açık olan ayetlerdir. Müteşabih ayetler ise, sure başlarındaki hurufu mukatta harflerine denir. Ayete devam ediyorum, ‘’ Kalplerinde eğirilik bulunanlar, fitne aramak ve keyiflerince yorumlamak için sadece birden çok anlamlı olanların peşine düşerler. Onun yorumunu allahtan başka kimse bilmez. İlimde derinlik kazananlarda ‘’Hepsi Rabbimizdendir’’ derler.’’ Kısaca şuan hurufu mukatta harfleri ile ilgili konunun konunun Kuran’da açıklandığını da öğrenmiş olduk. Hani başta söylemiştik ya, sırrına erişmek nasip olmamıştır, olmayacaktır diye. Hop, Rabbim ispatını peşine gönderdi, subhanallah! Bir sonraki ayette dikkat etmenizi istediğim harika bir güzellik var. Rabbim bunlar karşısında düşünmeye durmuş, anlamlarını öğrenmek için uğraşıp duran hatta gerçekten samimiyetle araştıran kişiler için bir dua lütfetmiş, diyor ki; ‘’ Ey Rabbimiz! Bizleri hidayetine erdirdikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize rahmet ihsan et.’’ Bu ne demek biliyor musunuz, ‘’Buyur kulum, sen bu duayı et ben kabul edeceğim’’ demek. Adeta Rabbimiz bize düşeceğimiz hataların çıkışını da ayetlerle gösteriyor, tabi bunu meal okumayanlar bilmiyor. Biz günahlarımızdan çıkışlarımızı böyle böyle öğreneceğiz inşallah.

Şimdi aradaki ayetler de ayetleri inkar eden Firavun ailesinden ve onların sonucundan ve cehennemdeki azaplarından bahsediyor. Bildiğimiz bir konu olduğuna inanıp hızlıca 17.ayete geçiyorm. Burada çok büyük bir müjde var. Diyor ki; ‘’O sabredenleri, dosdoğru gidenleri, boyun eğip itaat edenleri, hayra harcayanları koru’’. Hemen bakıyoruz, imtihanlara sabrediyor muyuz –eh işte. Boyun eğip itaat ediyor muyuz –ııı,sayılır. Hayra harcıyor muyuz –yani arada bi işte. Düşünseniz bu ayetin böyle bittiğini? Farkındaysanız, biz bu ayetin içinde yer alamayacak kadar vahim durumdayız. Ama Rabbim bizden yine ümidi kesmiyor, yine bize son dakika bir umut veriyor ve ayete şöyle devam ediyor, ‘’ Ve seher vaktinde bağışlanma dileyenleri’’ Subhanallah! Adeta affedilmemiz için ipucu veriyor, adeta duasına mashar olmamız için yol gösteriyor. Resmen bize diyor ki, tamam kulum tamam, sen şimdilik bunları yarım yamalak yapıyor olabilirsin, ama benim merhametim büyük! Sen şimdi seher vakti uyan, bir bağışlanma dile, ben seni affedip doğru yola ileteceğim’’ Bunun üstüne ancak ne derim biliyor musunuz, inşallah şu seher vaktini değerlendirenlerden oluruz. İnşallah şu ayeti hayatımıza geçirebiliriz.

Bu ayetten sonra yeni bir konu olan ‘’ Yalnız müminlerle dost olmak’’ konusuna geçiyoruz. Hatta baya bir hızlı geçiyoruz, ben direk 28.ayete atlıyorum. Oraya kadar olan kısım genel olarak o ayete hazırlık niteliğinde gibi olmuş zaten. Diyor ki; ‘’Müminler Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmesin, her kim bunu yaparsa Allah nezdinde bir değeri yoktur.’’ Bu konu çok su kaldırır, hatta bu konu biraz beni aşar. Şu diyolog muhabbetleri hep bu ayetlerden açıldığı için yorum yapmaktan çekiniyorum. Hristiyan ve yahudilerle dost olmakla ilgili böyle bir ayet mevcut. Ama ayetin uyarısına dikkat etmek gerek. Dost olmayın uyarısına dost olmak nedir sorusu sorulur. Beraber yeyip içmek, fikirlerine kıymet vermek, hayatı paylaşmak. Bir de bizim ucunu asla tutturamadığımız bir konu var ki, bu şüphesiz arkadaşlığın sınırı. Çünkü bu ayetin devamında şöyle bir cümle var, ‘’ Allah böylelikle sizi kendisine karşı gelmekten sakındırıyor’’ Yani Rabbimizin bu uyarısındaki sebep kalplerimizin şaşma ihtimali. İnsanın gönlü dostuna akar, insanın gönlü sevdikleriyle aynı kalıba girer, insan dostlarıyla yeyip içtiği için bir süre sonra onlara benzer. Rabbim bizim bu sona ulaşmamızdan korktuğu için böyle bir uyarı veriyor. Burada hepimizin aklında şu soru var aslında, o zaman bir bu insanlarla dost  olma sınırını koruyarak arkadaş yahut tanış olabilir miyiz? Bunun cevabını ileriki ayetler verecek. Ben de sırayı bozmamak için o zaman vereyim, siz de azcık merak edin.

Surenin muhtevasına uygun güzel bir ayet var sırada, 30.ayetten bahsediyorum. Kulun korku ve ümit arasında kalmasını sağlayan ayetlerden biri bu. Kıyamette amellerimizle yüzleşeceğimizi anlatıp sonuna yine bir müjde koyuyor. Diyor ki; ‘’ Her nefis ne hayır işlemişse ve ne kötülük yapmış ise önüne konmuş olarak bulacağı gün, onlarla arasında uzak bir mesafe olsun ister. Yine Allah sizi kendisinden korkmanız için uyarıyor. Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.’’ Önce benden korkun diyor, sonra şefkatinden bahsediyor. Öyle ki, korkunuz ondan uzaklaşmanıza sebep olsun istemiyor. Aynı insanlar arasındaki ilişki gibi gelmedi mi sizede? Sahiden Allah kulunu ne kadar da yakın.

Artık sureye adını veren konuya giriyoruz, bu girişi bize 35.ayet sağlıyor. İmran’ın karısı diyerek bahsettiği Hanne validemizin duasıyla başlıyor konu. Meryem validemize hamileyken ‘’ Rabbim ben karnımdakini sana adadadım, kabul buyur’’ diyor. Rabbi de duasına icabet ederek, Meryem’e akılalmaz mucizeler nasip ediyor. Bir sonraki ayet beni çok duygulandırıyor. Hanne validemiz doğum yaptıktan sonra, Meryem’i kucağına alarak tekrar Rabbine seslenip ‘’Rabbim, onu kız doğurdum’’ diyor. Anneliğe, masumiyet güzelliğe bakar mısınız? Yaratıcını bil, kucağındakinin yaratıcısını bil ama yine de onun kız olduğunu ona sen söyemek iste. Hadi sen söyledin söyledin de, bu niye ayet oldu dimi? Bu diyalog ne kadar özel bir durum aslında. Ya da sadece ben mi öyle hissediyorum. Hanne validemiz’in bu samimiyetine Rabbimiz şöyle cevap veriyor Kuran’da ‘’ Halbuki Allah onun ne doğurduğunu biliyordu.’’ Samimiyete samimiyet. Güzelliğe güzellik. Allaha karşı atacağınız her adımın Allah katında nasıl bir değeri olduğunuz anlayabiliyor musunuz?  Konunun buradan sonrasını ayetere az az yer vererek anlatacağım, çünkü bana biraz karışık geldi. Size de gelmiş olmasını hesaba katıp böyle bir karar aldım ama inşallah işe yarar. Şimdi, Hanne validemizin bir kızı Meryem, bir kızı Elisa. Elisa, Zekeriyya as ile evleniyor. Daha sonra babaları İmran vefat edince annesi Hanne, Meryem’i duasındaki gibi Beyti Makdis denilen bölgeye götürüyor. Bu bölge rivayetlere göre şuan Mescidi Aksa’nın bulunduğu yer olabilir. Buraya gidince oradaki alimlere niyetini anlatıp, kızını buraya hizmet için yetiştirdiğini birine emanet etmek istediğini söyledi. Buna karşılık Hz.Zekeriyya ona akraba olarak en yakın benim onu bana emanet dedi. Ve hanne validemiz de böyle yaptı. Hz.Zekeriyya Meryem validemizin bakımını ve yaşamını üstlendi. Gün içinde ona gelip ibadet etmeyi öğretir yemeğini bırakırdı. Ayet sıralamasında Meryem as.’ın mucizelerine, önüne kurulan sofralara şahit olacaksınız zaten. Zekeriyya as bu hikmetin farkına varınca oracıkta dua etmiş. Rivayetlere göre 93 yaşında, neredeyse soyu kurumaya yaklaşmış, yalnız hiç çocuğu olmayan bir adammış. Burada ettiği dua üzerine Rabbi ona Yahya’yı müjdeliyor. Daha sonra Zekeriyya as.’ın şaşkınlığını anlatan bir ayet var çok naif; ‘’ Ya rabbi bana ihtiyarlık gelip çatmış, karım da kısır. Nasıl beim bir oğlum olur’’ Onun bu tepkisinden bile yaşadığı mutluluk ve kafasındaki şaşkınlık hissediliyor. Yahya as.’ın müjdesinden sonra artık bir evlat mucizesi daha geliyor ve bu da hiç şüphesiz İsa as.Meryem as.’a yaşadıklarına karşılık tek emir geldi ve ‘’ Rabbine ibadet et, secdeye kapan, ruku edenlerle ruku et’’ Tam bu sırada aklıma şu her Ramazan yayınlanan Hz.Meryem filmi geldi. Konuya az çok oradan hakim olmanız gerek galiba. Bu yüzden bu iftiralar ve temizlenmeler kısmını geçiyorum. Zekeriya as, Meryem’i ondan başka kimsenin görmediğini halka duyurarak onu korumaya çalıştı. Ona Yahya’yı veren Rabbi, Meryem’e de İsa’yı vermişti. Ve İsa as.’ın durumu suredeki 59.ayetle açıklığa kavuşuyor, diyor ki; ‘’ İsranın durumu, Ademin durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı, sonra ol dedi o da oluverdi’’ İşte bu kadardı. Sonuçta Allah isterse olurdu.

Konu kategorisinde sıra, genel ilkelere geldi. Burada bir mübahala konusu var ki, evlerden ırak. Ben bu konuya açıklamayacağım. Bu birinin birini lanetlemesine, yani ona beddua etmesine izin veren durumlar olarak yorumlanan bir ayet. Benim çok aklım almadığı için kurcalamadım. Buna şart koyan değil, bu doğru bulmayan, daima bağışlayıcı olmayı öğütleyen dine iman ettik biz. Yine de meraklısı buyursun buradan okusun Tıktık!

Sıradaki konuda İbrahim as.’dan bahsediliyor. Ama burası birkaç sure sonra karşımıza çıkacak. Bu yüzden ilkelere geçiyorum. Mesela 76.ayette diyor ki; ‘’ Her kim verdiği sözü tutar ve sakınırsa, şüphe yok ki Allah takva sahiplerini sever’’ Gönül isterdi ki, bunun üstüne uzun uzun konuşalım. Ama malesef yazı çok uzamasın diye bir cümle ile geçeceğim. Rabbim yine bize fazla sorumluluk yüklemeden ‘’sakının’’ uyarısı vermiş. Sakınmak bizim takvalı olarak anılmamıza yetecek düşünebiliyor musunuz? Peki buna rağmen neden sakınmıyoruz? Gözümüzü, elimizi, yüzümüzü, hayatımızı, huyumuzu, tavrımızı, yediğimizi içtiğimizi herşeyimizi sakınabiliriz. Bu bizi takva sahibi olma yolunda bir adım ileri götürür, geriletmez.  Yine 92.ayette infak bahsi geçiyor. İnfağın ne olduğunu söylemiştik, gönülden geçe geçe en sevdiğinden vermekti. Ama bunu sadaka verir gibi değil hediye verir gibi vermekti. Surenin 134.ayetinde, ‘’O takva sahipleri bollukta ve darlıkta infak verirler, öfkelerini yutarlar, kusurları affederler’’ buyuruyor. Buyrun bize takva ehli olmak için birkaç ipucu daha. İnfak et, öfkeni yut, hataları affet. Yani Kuran bize diyor ki, affetmek aptallık değildir, takvalı olmaktır. Öfkeni yutmak saflık değildir, takvalı olmaktır. İyi olmak aptallık değil, takvalı olmaktır. Ben de diyorum ki, günümüz kafasına uyup birbirinizi şakşaklayarak ‘’Aman bırak alttan alma, aman bırak affetme, git ve haddini bildir’’ gibi akıllar vermeyin. Elhamdullillah hepimizin gücü hepimize yetiyor. Bağırmak istesek hepimizin sesi çıkar, taşı tutsak kafanızı yarar ellerimiz. Ama ne gerek? Takva ehli olmakla müjdelenmek varken ne gerek. Bırakın salak desinler, bırakın yolunacak kaz olarak görsünler, bırakın arkanızdan saf diye gülüp eğlensinler, siz cennette yerinizi yapıyorsunuz onlar asla farketmeyecekler!

Hemen burada başta sorduğumuz soruyu cevaplamak istiyorum. Yahudi ve hristiyanlarla sınırlı bir arkadaşlığımız olabilir mi? 115 ayette diyor ki; ‘’Hayır namına ne yapılırsa Allah karşılıksız bırakmaz’’ Bu konunun içersisinde bu ayetin geçmesi beni biraz iyi düşünmeye itiyor. Ayeti kafama göre esnetmekten Allaha sığınırım ama iyi niyetli, yahut islamı tanımaya çalışan, yahut islamla hiç alakası olmayan ama bizden bir yardım bir iyilik bekleyen bir hristiyana yahudiye yardım edilmeli diye düşünüyorum. Bu konuda Efendimiz’in çokça kıssası mevcut. Yine de diyorum ya, Rabbimizin bizi uyardığı mesele, kalbin kayması meselesi. Benim inancım tam ben kaymam deyip o ortamlara girmeyi sıklaştırdığınız an imtihan başlar. Bu yüzden sınırları bilmek ve ona göre hareket etmekte fayda var.

Artık Bedir ve Uhud savaşları konusuna geldik. Konuyu genel olarak bir iki cümle ile özetlemek gerekirse, Allahu teala Bedirde gönderdiği beş bin meleğin yardımını ve buna karşılık olarak Uhud’dan alınacak dersler olduğunu anlatıyor. Bedir ve Uhud savaşları çoğumuzun bildiği konular, okullardaki tarih dersleri sağolsun. Ama yine de okumak isteyen olursa, buraya Tıktık!

Bir sonraki konu Disipliğinsizliğin tehlikesi olarak geçiyor. Bunu ben Uhud sebebindeki uyarının sonucu olarak görüyorum. Konu birkaç ayet önce kapanmış olsa da Allah kullarını itaat konusunda bir daha uyarmış. Ve sonra da herkesin aşina olduğu 139. ayet geliyor; ‘’ Gevşemeyin, hüzünlenmeyin eğer inanmışsanız üstün olarn sizlersiniz’’ Bu güzel ayetin peşine de, allahın sevdiği kullar için yaptığı bir kısas var. Diyor ki ‘’ Size bir yara dokunduysa o heriflere de bir yara dokundu’’ Tabi burada herif derken sevgililerinizi kastetmiyor canım kızlar. Yani sizi üzen sevgilileriniz için bu kısası beklemeyin olur mu? Bir uhud konusudur bu, şakaya gelmez.

Artık sona yaklaşırken bir ayet var ki, hayli ince. Diyor ki; Allah size yardım ederse, hiç kimse size galip gelemez. Ve eğer Allah sizi yardımsız bırakırsa, o zaman da size kim yardım edebilir? O halde müminler ancak Allaha dayansın’’ Bu gerçekten muazzam bir uyarı. Hem farkettirici hem yönlendirici. Ben direk kendime şu dersi çıkardım, bak gönül elalemden yardım bekleme. Eğer allah o işin olmasını isterse, sana yardım eder, ve eğer istemezse tüm dünya bir araya gelse sana edilen yardım kar etmez. Sen allahtan iste ve allah takdirini göstersin. Yani arkadaşlar, gerçekten aramızda yardım talep ederken çok zorlananlar var biliyorum. Bu yüzden başınız sıkıştığında boşverin birilerinin ağzına bakmayı, onların sizi rahatlatmasını beklemeyi bırakın, bırakın kendilerine kalsın akılları. Siz Allaha sığının, bırakın işlerinizi o yoluna koysun, kalplerinizi o sarsın, yolunuzu o doğruya çevirsin.

Ve kapanışta yine beklenen bir şeyler olduğunu görüyoruz. 191-192-193.ayetlerde Rabbim bizlerin etmesi için bir dua indirmiş. Sonra da 195. ayette bu duaya cevap vermiş. Bakın artık öyle istiyor ki bizim ona yakın olmamızı, onunla yaşamamızı, yolu, yoldaki zorlukları, çıkışı, sonucu hepsini birbir anlatıyor. Sonuna da dua ekliyor, diyor ki;

Onlar ‘’Ey Rabbim, kıyamet günü yüzümüzü kara çıkarma’’ diye dua ederler.
Rableri dualarına şöyle icabet eder ‘’ Şüphesiz ben erkek-kadın hiçbirinizin hayrını boşa çıkarmam. ‘’

Ben bir kapanış yazısı yazmayacağım, çünkü hayli geç oldu. Ama sure kapanışını kendi öyle güzel yapmış ki ben de sizi 200. yani son ayetin, son cümlesi ile uğurlayacağım. Rabbim ilmimizi kolaşlaştırsın ve öğrendiklerimizi unutmadan yaşamayı nasip etsin arkadaşlar. Bu sureyi de inşallah alnımızın akıyla bitirmişizdir, ayetler ve amellerimiz ahirette bize şefaatçi olsunlar inşallah.

‘’Allahtan sakının, umulur ki kurtulursunuz!!’’

Ayrıntılı tefsir linkleri:  Tefsir 1 Tefsir 2

“Meal okumaları 3 – Al-i imran Suresi” üzerine 3 yorum

  1. Amiiin amiiin inşallah.
    Allah bir değil binlerce kez razı olsun 🙂
    Belki bu dünyada değilse de Rabbim inşallah ahirette yan yana görüşüp muhabbet edebilmeyi nasip etsin inşallah.
    Bu yarımyamalak halimizle bile Cenneti istiyoruz başımız eğik, Rabbimin şefkatine, merhametine sığınıyoruz.
    Cuma’nın seherine yaklaştığımız şu vakit Rahman’ın razı olduğu ve Hz. Muhammed Sallahualeyhivesellem in ümmeti, takva sahibi bir kulu olarak huzuruna gelebilmeyi Rabbimden niyaz ederim. Ve tekrar tekrar ekleyeyim ki Allah razı olsun okumaya ve okutturmaya vesile olduğun için 🙂 Kur’an’ı ve İslamı inşallah hakkıyla yaşayanlardan olalım.

    Yanıtla

Yorum yapın