Bir gün Ashab kendi arasında, Kureyşlilerin hiçbir zaman Kur’an’ı dinlememiş olduklarını ve dolayısıyla bir kez bile olsa onlara Kur’an’ı açıktan dinletecek olan şahsın kim olacağı hususunda konuşuyorlardı. İbn Mes’ud “Bu işi ben yaparım” deyince sahabeler, “Sana eziyet etmelerinden çekiniyoruz. Aramızda bu işi yapacak kimse öyle biri olmalı ki, kabilesi güçlü olsun, zira Kureyşliler kendisine bir zarar vermeye kalkıştıklarında, kabilesi onu savunur” dediler. İbn Mes’ud ise, “Siz bu işi yapmama izin verin, beni Allah muhafaza eder” dedi ve hemen ertesi gün sabahleyin Kureyş’in ileri gelenleri Harem-i Şerif’te sohbet ederlerken, O Kâbe’de Makam-ı İbrahim’e giderek, Rahman Suresi’ni yüksek sesle okumaya başladı. Kafirler önce İbn Mes’ud’un ne okuduğunu anlamadılar fakat kısa bir süre sonra O’nun, Allah’ın Rasulullah’a indirdiği ayetleri okuduğunu farkedince, ona saldırıp, yüzüne-gözüne vurmaya başladılar. Fakat O buna rağmen Rahman Suresi’ni okumaya devam ederek, gücü yettiğince okumaktan vazgeçmedi ve sonunda arkadaşlarının yanına, oldukça perişan bir halde döndü. O’nu bu halde görünce arkadaşları “İşte biz de bundan korkuyorduk” dediler. Garip bir çoban olan İbn Mes’ud ise şöyle cevap verdi: “Allah’ın düşmanlarını, karşımda bugünkü kadar zavallı görmedim. Şayet isterseniz yarın yine gidebilirim” İşte zamanında İbni Mesud’un yüreğindeki imanı ve bedenindeki kuvveti arttırmaya yeten bu ayetler şimdi sizin elinizin altında. Üstelik bu uğurda feda etmeniz gereken şey ne canınız ne malınız, ne evladınız ne şanınız, sadece beş dakikanız.
بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Rahman sûresi, İslam inancının esaslarını ele alan Mekkî sûrelerdendir. Mushaftaki sıralamada elli beşinci, iniş sırasına göre doksan yedinci sûredir. İlk kelime olan “Rahman”, sureye ad olarak verilmiştir. Bu ad, surenin muhtevasıyla da alakalıdır. Zira surenin içinde baştan sona kadar Allah’ın rahmeti ve rahmetinin tezahürleri zikredilmiştir. Bu sure, Kur’an’da, insanlar ile birlikte irade sahibi bir diğer varlık olan cinlere de hitap eden tek suredir. Yani, hem insanlara, hem de cinlere hitab edilmek suretiyle, Allah’ın sayısız nimet ve kudretine dikkat çekilmiş ve bu nimet ve kudret karşısında insanların ve cinlerin acz ve çaresizliğine işaret edilerek, onların Allah’ın karşısındaki sorumlulukları vurgulanmıştır. Biz sureyi iki kısım olarak ele alacak ve öyle ayetleri inceleyeceğiz, bu iki kısım şöyledir;
1-45: Allah’ın kullarına lütfettiği, sayılamayacak kadar çok olan nimetleri ve sorgusu
46-77: İki cennet tarifi ve Allah’a övgü
Sure tek bir kelime ile, Allah Teâlâ’nın sıfatlarından biri olan “er-Rahman” ayetiyle başlamaktadır. Peşinden Rahman olan Allah’ın insanlara rahmetinin en büyük ve en kapsamlı tecellisi olan, Kur’an’ı öğrettiği bildirilmektedir: Kur’anı öğretti” (2). Sureye bu şekilde bir giriş yapılmasının sebebi, Kur’an’ın bir insan sözü olmayıp, Allah Teâlâ’nın indirdiği bir vahiy olduğunun vurgulanmak istenmesidir. Ayrıca, diğer sıfatları yerine O’nun Rahman sıfatının kullanılmış olması, insanlara bu ayetleri gönderip, onları zulmetten kurtararak hidayete erdirmek için indirmesinin, rahmetinin bir gereği olduğunun anlatılmak istenmesidir. Arkasından “İnsanı yarattı” (3) denilmektedir. Kur’anın öğretilmesi, insanın yaratılmasından önce zikredilmektedir. Allah’ın Kur’an’ı bir yol gösterici olarak göndermesi, O’nun Rahman sıfatı yanında Hâlık (yaratıcı) sıfatının da bir gereğidir. Ayrıca, insanın yaratılışının sonra zikredilmesinin, O’nun ancak bu Kur’an ile insan olma özelliğinin gerçekleşebilmesinden dolayı olduğu da söylenebilir. Surenin girişi mahiyetinde olan ayetler, bu Kur’an’ın Allah tarafından gönderildiğini ve doğru yola sevkederek insanları delaletten kurtarmanın O’nun rahmetinin bir sonucu olduğunu ve insanların şuur, idrak ve akıl sahibi olarak yaratıldığını açıklamaktadır. Arkasından uzay boşluğunda bulunan cisimlerin intizamını gözler önüne sererek bu nizamın adalet ve ölçü çerçevesinde ayakta durduğu; dolayısıyla, insanların hayatı devam ettirmek için kaçınılmaz olan alışverişlerinde kullandıkları ölçülerde dikkatli davranmaları gerektiği bildirilmektedir: “Sakın tartıda haksızlık ve taşkınlık yapmayın” Çünkü, kainatın nizamı adalet ve dengeye dayanır. Dolayısıyla size verilen yetki ve hareket dairesi içerisinde adaleti teessüs etmeniz gerekir. Şayet siz, kendinize tevdi edilmiş bir başkasının hayatını telef ederseniz, böyle yapmakla temelinde adalet saklı olan bu nizamı ifsad etmiş olursunuz. Bu nizam haksızlık ve adaletsizliği kabul etmez. Değil büyük bir zulüm, terazide hile yapmak suretiyle müşterinin hakkını yemek gibi küçük bir haksızlık dahi, adalet ve denge üzerine kurulu bu alemin nizamını sarsar.
Daha sonra 10.ayetten 25. ayete kadar, insanların ve cinlerin, kendilerinden yararlandıkları Allah’ın nimet ve ihsanları hakkında sözedilmiştir. Bu ayetlerden çıkarılacak ahlâki ders, insanların kendi iradeleriyle Allah’a ibadet ve itaat etmelerinin istenmiş olmasıdır. Kendilerine verilen serbest irade dolayısıyla ister Allah’a itaat ederler, isterlerse etmeyebilirler. Ancak doğal olarak ve ahlâken Allah’a ibadet etmeleri gerekir. Bununla bağlantılı olarak 14-15.ayetlerde insanların ve cinlerin yaratılışları anlatılmış. ‘’ İnsanı, ateşte pişmiş gibi kuru bir çamurdan, Cinleri de yalın dumansız bir ateşten’’ İnsanın yaratılışıyla ilgili olarak daha önce uzun açıklamalar yapmıştık. Fakat aradan hayli zaman geçtiği için yaratılış sıralamasını ayrıntıya girmeden bir daha ele alabiliriz; 1)Toprak safhası – Ali İmran 59 – Sabır, tevazu, alçakgönüllülük 2)Çamur safhası – Secde 7 – İffet, namus, maneviyat 3)Yapışkan çamur safhası – Saffat 11 – Sadakat, inatçılık 4) Havada kurutulmuş çamur safhası – Hicr 26 – İktidarsızlık, döneklik, vefasızlık 5)Şekillenmiş balçık safhası – Hicr 28 – Bu safha kişiye göre şekil alır 6)Ateşte pişmiş çamur safhası – Rahman 14 – Kibir, gurur, kıskançlık (Bu konunun devamını Enam Suresinde bulabilirsiniz) Ve daha sonra 15.ayette cinlerin ateşten yaratıldığına işaret ediliyor. Bu iki yaratılmışın arka arkaya ele alınmasını Mevdudi şöyle açıklıyor; ‘’ ilk insan nasıl çamurdan yaratıldıysa, ilk cin de ateşten yaratılmıştır. Yine nasıl ilk insan topraktan yaratılmış ve onun nesli nutfe ile devam ediyorsa, ilk cin de ateşten yaratılmış ve nesli devam etmektedir. Dolayısıyla insanların babası Adem ise, ilk cin de, cinlerin babasıdır. Adem bir “beşer” olarak yaratıldıktan sonra, onun toprakla bir ilişkisi kalmamıştır. Çünkü artık onun bedeni et, kemik ve kandan müteşekkildir. Her ne kadar toprakla bir ilişkisi olsa dahi, bu doğrudan doğruya değildir. Tüm bunlar, cinler için de geçerlidir. Yani onlar ateşden yaratılmıştır ama, nasıl insanlar toprak değilse onlar da ateş değildir.’’ Yani cinler, insanlardan farklı birer varlıktır. Çünkü onların yaratıldığı madde, insanların, hayvanların ve bitkilerin yaratıldığı maddeden farklıdır. Ve cinler halis bir ateşten yaratıldıkları için, insanlar onları göremezler.
Bu tip açıklamalı ve mucizelerin tekrar edildiği ayetlerden sonra kıyamet tabloları çizilmeye başlanıyor. “Gök yarılıp da kırmızı sahtıyan gibi bir gül olduğu zaman” Burada, Kıyamet gününde göğün kapılarının açılacağı ve hiçbir mania kalmayıp tüm kainat nizamının bozulacağı zikredilmektedir. Ayrıca gökyüzünün kıpkırmızı bir deri gibi olacağı vurgulanmıştır. Yani, büyük felaket günü gökyüzüne bakıldığında, gök ateşle tutulmuş gibi görünecektir. “İşte o gün insana da, cinne de günahı sorulmaz” Yani suçluların, yüzlerinden nasıl belli olacakları hususunun açıklaması ileride yapılacaktır. Yani o kadar insan içerisinde, öncekiler ve sonrakiler toplanacak ama buna rağmen, “suçlu kim?” diye sorulmayacaktır. Çünkü suçlular, zaten korku içinde olacaklarından kendilerini belli edeceklerdir. “Suçlular simalarından tanınırlar da perçemlerinden ve ayaklarından tutulurlar” Yani Melekler onları alınlarından ve ayaklarından yakalayıp cehenneme atarlar. İbn Abbas şöyle der: Suçlu, perçeminden ve ayaklarından yakalanır ve odun kırılır gibi kırılır, sonra da ateşe atılır. “İşte bu, suçluların yalanladığı Cehennemdir. Bununla kaynar su arasında dolaşır dururlar.’’ Yani, Cehennemde, susadıkça, çeşmelere koşacaklar ama orada kaynar sudan başka birşey bulamayacaklardır. Mecburen o kaynar sudan içecek ve yine susayacaklardır. Böylece Cehennem ile çeşme arasında koşarak cezalarını bulacaklardır.
Yazının girişinde sureyi iki kısıma ayıracağımızı söylemiştik. 45.ayetle birlikte ilk kısımı bitirdik ve şimdi bir cennet ayrımı ve onun tarifine başlıyoruz. Buraya kadar okuduğumuz ayetlerde cinlerin de insanlar gibi sorumluluk sahibi varlıklar olduğu, aralarında Müslümanların ve kafirlerin bulunduğu, Allah’a itaat edenlerin de, isyan edenlerin de, peygamberlere ve kitaplara iman edenlerin de, etmeyenlerin de mevcut olduğu yönünde bir anlatım vardı. Şimdi ise yaratılmışlar arasındaki bu iki farklı türün gideceği cennet ve cehennem kavramlarını inceleyecek ve nasıl cennet ehli olduklarını tekrar edeceğiz.
46. ayet ile başlayıp, 77.ayete kadar devam edecek olan ikinci kısımda insanlara ve cinlere verilecek olan mükafaat hakkında bahsedilerek, bu mükafatın kendilerine, dünyada iken Allah’dan korkarak ve bu idrak içerisinde yaşadıkları için verileceği 46.ayette şöyle ifade edilmiştir; ‘’ Rabbin makamından korkan kimse için ise iki Cennet vardır.’’ Rabbin makamından korkan kimse ifadesiyle, hesap gününe iman eden bir kimse, bu dünyada sorumsuz yaşamaz ve nefsini kontrol altına alır denmek istenmiştir. Hak-batıl, zulm-adalet, temiz-necis, haram-helal arasındaki farkı ayırt eder ve bile bile Allah’ın emirlerinden yüz çevirmez. Dolayısıyla birazdan zikredilen mükafatlar bu kimseler içindir. Yine bu ayette bahsedilen ‘’iki cennet’’ ile ne kastedildiği hususunda değişik yorumlar yapılmış olup başlıcalan şunlardır: 1) Biri insanlara, diğeri cinlere verilecek cennet. 2) Biri buyrukları yerine getirme ve iyi işler yapmanın, diğeri yasaklardan kaçınmanın karşılığı olan cennet. 3)Biri hak edilmiş ödül olarak, diğeri buna ilâveten ilâhî ikram olarak verilecek cennet 4) Biri cismânî, diğeri rûhânî cennet. 5) Biri Adn cenneti, diğeri Naîm cenneti. Esasen bu konudaki yorumlar birer tahminden ibaret olduğu için meselâ Taberî ve İbn Atıyye’nin gibi müfessirler iki cennetin mânası ile ilgili bir rivayet nakletmedikleri görülmektedir. Elmalılı da bazı yorumlan aktardıktan sonra bu hususta şöyle bir açıklama yapmaya ihtiyaç duymuştur: ‘’Daha başka ihtimaller söylenmİşse de âhiret halleri görülmeden aynntılan bilinmeyeceği için daha fazla izahına kalkışılması doğru olmaz. ‘’ Biz de bu konuda Elmalılı görüşü üzerinden devam edeceğiz. İnşallah ahiret günü geldiğinde hep birlikte yaşayıp görürüz, neymiş bu iki cennet diye. Kaç cennet olduğu kısmını geçip ayetlerde anlatılan şu cenneti bir hayal edelim bakalım nasıl bir sahne oluşuyor; ‘’ Çeşit çeşit ‘inceliklere ve güzelliklere’ (veya her türden sık ağaçlara) sahiptirler. İkisinde de akmakta olan iki pınar vardır. İkisinde de her meyveden iki çift vardır. Astarları, kalın iptekten olan yataklar üzerinde yaslanıp-dayanırlar. Her iki cennetinde meyvelere ulaşması yakındır. Orada bakışlarını yalnızca eşlerine çevirmiş öyle kadınlar vardır ki, bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmamıştır. Sanki onlar yakut ve mercan gibidirler.’’ Buraya kadar ki kısımda Cennette cinlerden saliha kadınların da olacağı anlaşılıyor. Bu kadınlar, tıpkı insanlardan saliha kadınlar gibi, cinlerden erkeklere eş olacaklardır. Nitekim onlara daha önceden, hiçbir erkek dokunmamış olacağı gibi, insanlardan salih kadınlara da hiçbir erkek dokunmamış olacaktır. Ayrıca bu ayetten, insanlardan saliha kadınların, yine insanlardan salih erkeklere eş verileceği gibi, cinlerden saliha kadınların da, yine cinlerden salih erkeklere verileceği anlaşılmaktadır. Yani aynı cinslerden çiftler meydana gelecektir. Bu ayetler tüm bunları açıklayıp insanları düşünmeye sevk ettikten sonra ‘’ İyiliğin karşılığı ancak iyiliktir diyerek’’ insanlara dünyada vazgeçtikleri tüm haramlarının karşılığını görecekleri mesajı veriliyor. Yani, dünyada nefsini Allah için haramlardan koruyan, helalin idraki içinde yaşayan ve Hak için her türlü külfete katlanan bir şahsın, bunca fedakarlığı için Hak Teâlâ’nın bir mükafaat vermemesi mümkün müdür?
Sonr 62.ayetteki ‘’Bu iki cennetten başka iki cennet daha vardır’’ ifadesi düşünen kafalı iyice karıştırmaya yetiyor. Az evvel iki cennet vardır dedik, tamam bir şekilde bunu sindirdik, şimdi bunlardan başka iki cennet daha vardır ayeti karşımıza çıkıyor, e hadi bunu da sindirelim, ama nasıl? Bununla ilgili en açıklayıcı cevabı size alıntılamak istiyorum; “Vemin dûnehumâ” (onlara iki bahçe daha verilecektir) ifadesindeki “dûn”, lugatta şu üç anlamda kullanılır: a) aşağı, alçak, b) daha az faziletli c) birşeye ilave, ek. Bu anlamları dikkate aldığımızda, birincisi ayetin anlamı, “her Cennet ehline yukarıda zikri geçen iki Cennete (bahçeye) ek olarak, iki bahçe daha verileceği” şeklinde olur. İkincisi, “bu iki bahçe önceden zikri geçen bahçelerden daha aşağıda olacaktır” veya “Önceki iki bahçe, bunlardan daha güzel olacaktır” şeklinde bir anlam verilebilir. Şayet ilk ihtimali kabul edersek, Cennet ehline verileceği önceden bildirilen iki Cennetin yanısıra, onlara iki Cennet daha verilecek demektir. Fakat diğer ihtimalleri kabul edersek, iki Cennetin, “mukarrabin” iki Cennetin de “Ashabul-Yemin veya Ashab’ul-Meymene” olarak nitelendirilen mü’minlere verileceği anlamı çıkar. Çünkü Vakıa Suresi’nde salih insanlar, 1) Sabikûn veya mukarrabin, 2) Ashabul-Yemin veya Ashab’ul-Meymene olmak üzere iki kısım olarak zikredilmiştir. Ayrıca bu gruplara verilecek olan Cennetin nimetleri ayrı ayrı zikredilmiştir. Ayrıca Ebu Bekir’in, Ebu Musa el-Eşari’den rivayet ettiğine göre, Rasulullah şöyle buyurmuştur: “İki Cennet Sabikun ve Mukarrabin’e verilecektir. Orada tüm eşyaları altından olacaktır. Diğer iki Cennet de, Ashab’ul-Yemin’e verilecektir, onların eşyaları da gümüşten olacaktır.” (Fethu’l-Bari, Kitab’ut-Tefsir, Rahman Suresi) ‘’ Fakat bu alıntı sindirmenize yardımcı olmadıysa aynı az önce Elmalılı’nın söylediği gibi, bırakalım bunu cennette görürüz. Yine az önceki cenneti tarif ettiği gibi bu ayrım yaptığı yeni iki cennettin de bir tanımı var. ‘’Alabildiğine yemyeşildirler. İçlerinde durmaksızın fışkırıp-akan iki pınar vardır. İçlerinde (her türden) meyveler, eşsiz-hurma ve eşsiz-nar vardır. Orada huyları güzel, yüzleri güzel kadınlar vardır. Otağlar içinde korunmuş huri kadınlar. Bunlardan önce kendilerine ne bir insan, ne de bir cin dokunmamıştır. Yeşil yastıklara ve çarpıcı güzellikteki döşeklere dayanıp-yaslanırlar.’’ Ben bu cennet tarifleri okuduğumda iki şey aklıma takılmıştı. Bunlardan ilki, neden cennet söz konusu olduğunda akla ilk huriler ve meyveler geldiğiydi. Bunun cevabını Nouman Ali sohbetlerinde buldum. Çünkü insan dünyada en çok şehvani duygularıyla imtihan oluyordu. Buna engel olabildiği, buna direnebildiği müddetçe de imanının mertebesi artıyordu. Ve buna direnmesi için ona müjde niteliğinde ayetlerin gelmesi gerekiyordu. Ve bu ayetler onun dünyada karşı koymasını arttırmalıydı. İşte bu ayetlerdeki kadın konusunun böyle uzun uzadıya anlatılma sebebini ben buna bağlıyorum. Fakat tekrar ediyorum, bu tamamen benim kendime yaptığım bir açıklama. Size doyurucu bir cevap gibi gelmediyse muhakkak araştırıp eklemeler yapın. Ve aklıma takılan ikinci şey de cennetteki saliha kadınlar ile huri kadınların farkı. Bakın ayetlerde sürekli bir cennet kadınından bahsediliyor bu tamam. Sonra 72.ayette kadınlara yeni bir kategori ekleniyor ‘’huriler’’ Kim bu huriler? Çoğu müfessirin ortak görüşüne göre bu kadınlar dünyada yaşamış kadınlar değiller, Allah’ın özellikle cennet nimeti olarak yarattığı hanımlardır. Nitekim bir hadisi şerife göre; Ümmü Seleme, Hz. Peygamber’e (s.a.) bir gün, “Ya Rasulallah, dünyadaki kadınlar mı, yoksa Cennetteki huriler mi daha iyidir?” diye sorduğunu söylüyor. Rasulullah, “Dünyadaki kadınların üstünlüğü yüzün astara üstünlüğü gibidir,” diye cevap verir. Ümmü Seleme “Niçin” diye sorusunu tekrarlayınca, O şöyle buyurur: “Dünyadaki kadınlar namaz kıldıkları, oruç tuttukları ve birçok ibadette bulundukları için.” Diyor. Bu hadisten anlaşıldığına göre, Cennet ehlinin hanımları bu dünyadaki kadınlar olacaklardır. Çünkü onlar dünyada iken iman etmişler, salih ameller işlemişler, iman ve salih amelleri dolayısıyla Cenneti hak etmişlerdir. Onlar eğer isterlerse ve kocaları Cennet ehli ise, kocalarıyla beraber olurlar. Kocaları Cennet ehli değilse, Allah Teâlâ onları salih kimselerle evlendirir. Hurilere gelince, onlar amelleri dolayısıyla Cenneti hak etmemişler, sadece Allah Cennet ehli için diğer nimetleri yarattığı gibi, onları da yaratmıştır. Bunlar güzel kadınlar olarak yararlanmaları için Cennet ehline verilecektir.
Allah Teâlâ’nın Rahman ismiyle başlayan sûre, azamet ve kerem sahibi rabbimizin adının ne kadar yüce olduğuna yapılan vurgulu bir ifadeyle sona ermektedir. ‘’ Azamet ve ikram sahibi olan Rabbinin adı çok yücedir’’ Yani ‘’Ya Zel Celali ve İkram’’ Efendimiz ve alimler bu ifadenin çok kıymetli anlamları olduğunu, dualara eklenmesi gerektiğinin üzerinde duruyorlar. Bunu kenara bir yere not edelim.
Ve gelelim sure boyunca hiç değinmediğim ve belki çoğunuzunda aslında merak ettiği ayete; ‘’O halde Rabbinizin hangi nimetlerini yalanlayabilirsiniz ?’’ Otuz bir defa tekrarlanan bu âyet, sûrede zikredilen her iki nimet arasında yer almıştır. Bununla, zikredilen nimetlerin kıymetine dikkat çekilmiş, Allah’ın lütuflarının sonsuzluğuna işaret edilmiş ve bu nimetleri inkâr etmenin çok çirkin olduğu nazara verilmiştir. Çeşitli iyilikleri nankörlükle inkâr edenlere karşı kullanılan üslupta tekrarların yapılması, güzel bir anlatım tarzıdır. Kendisine yapılan iyilikleri inkâr eden bir kimseye karşı, şöyle denilir: “Hani sen fakir idin; ben sana yardım ettim de zengin oldun. Şimdi bunu inkâr mı ediyorsun? Hani sen çıplak idin, ben seni giydirdim.” Uyarı niteliğini taşıyan böyle bir konuşma sitili, Araplarca makbul sayılan bir tekrarlama yöntemidir. Ve gelelim neden daha fazla ya da daha az değil de 31 defa tekrarlandığına. Bu konuyla ilgili Said Nursi Hazretleri şöyle buyurmuş; Nimetler iki çeşittir. Birincisi, zararların defedilmesi, ikincisi ise menfaatlerin celbedilmesidir. Burada menfaatlerin en güzeli olan sekiz cennet ile, zararların en kötüsü olan yedi cehennemden söz edilmiştir. Bu iki sayının toplamı on beşdir. Muhataplar ise, iki sınıf olduğundan; bu sayı iki ile çarpılınca otuz yapar. İşte tekrarların sayısı da otuzdur.’’ Bununla ilgili olarak Hamdi Yazır da, 8 Cennet ve 7 Cehennem kapısına dikkat çekmiş ve arkasından ortaya çıkan 15 rakamını hem cinlere hem insanlara ait olmasıyla 31 e tamamlamıştır. Yine de tüm bu ifadeler sadece birer yorumdan ibaret olabilir ve aslında bu tekrarın bambaşka bir hikmeti olabilir. Bu yüzden biz yalnızca Kuran’a iman etmeli ve böyle kavramsal ifadelere takılmayı bir süre daha kenara bırakmalıyız. Bir sure daha biterken buyrun bu sefer beraber söyleyelim;
Sadakallahulazim.
Tekrar merhabalar. Bu gece rahman suresini okurken icimden acaba bu hatun Rahman suresinin mealini yapmis miydi diye geciriyordum.aklimda henuz yapmamisti sanki gibilerinden cumleler dolasirken ,bu aksam okumam gerekiyorsa illa ki yapmistir hatta bugun yapmistir dedim ve oyle actim sayfayi. Gorunce soke olmadim huzurlandim ve yuzumde bir tebessumle size bunlari yaziyorum
Simdi okuyacagim insallah. Hersey için tesekkurler
allahımmm, nasıl güzel olmuş böyle 🙂
cok mutlu ettiniz beni, teşekkür ederim. Rabbim aramızdaki bu bağı koparmasın inşallah.
Selâmün aleyküm benim de bu sure ile ilgili sürekli aklım karışıyordu ve sorgulayıp duruyorudm Nouman Ali Khan in bu âyetleri açıklaması ile kurtuldum kuruntulardan surenin genelini siz de çok güzel açıklamışsınız Allah razı olsun… 🙂
aleykümselam, cok sevindim yardımcı olabildiğime. Rabbim ilmiyle amel etmeyi nasip etsin 🙂