Meal Okumaları 93 – Duhâ Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Duhâ sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaf’taki sıralamaya göre doksan üçüncü,  Nüzûl sıralamasına göre on birinci suredir. İsmini ilk âyetindeki “Duhâ” kelimesinden almıştır. Genel konu olarak Peygamber (a.s.)’in şahsiyeti­ni ve Allah’ın, dünya ve âhirette ona verdiği lütuf ve ihsanı ele alır. Ayetlerin konu dağılımı ise şu şekildedir;

1-5: Rasulullah’a teselli ve sabır telkini
6-8: Rasule ikramları hatırlatan ayetler
9-11: Bu ikramlara karşı nasıl davranacağı bilgisi

Yukarıda söylediğimiz gibi surenin konusu Rasullullahtır. İlk ayetlerde amaç, vahyin kesilmesi dolayısıyla üzüntüye düşen Rasulullah’a teselli vermek ve onun üzüntüsünü gidermektir. İlk önce apaçık aydınlık gündüze ve gecenin sükun haline yemin edilerek, Rabbının onu terk etmediği ve ona darılmadığının açıklanmasıyla Rasulullah’a teselli verilmiştir. Bununla ilgili olarak ilk 3 ayette şöyle buyurulmuştur; ‘’Kuşluk vaktine ve kararıp durgunlaştığı zaman geceye yemin ederim ki, Rabbin seni bırakmadı ve senden nefret etmedi.’’ Bu iki şeye yemin edilmesinin sebebi, gündüzün aydınlığının ve gecenin sükunetinin, Allah’ın kullarına dargınlığı ya da memnuniyeti anlamında olmamasıdır. Gecenin daralmakla, gündüzün de memnuniyetle bir ilgisi yoktur. Ayrıca iki şeye yemin edilmesinin diğer bir özelliği de şudur: Gündüz aydınlığı, insanı yaptığı meşguliyetten dolayı yorar. Gece karanlığı, yorgun olan insanın sükunet bulması ve dinlenmesi için gereklidir. Aynı şekilde burada Rasulullah’a verilmek istenen bir mesaj vardır; ‘’vahiy senin için gerginlik kaynağı olmuştu. Vahyin kesilmesi, gerginlikten sükunet bulman içindir. Vahiy güneş aydınlığı gibidir, onun kesilişi ise gecenin sükunetine benzer.’’ Daha sonraki ayetlerde Hak İslam davetinin başlangıcındaki zorluğun geçici olduğu ve uzun sürmeyeceği müjdelenmiştir. Buna göre, her gelen devir, ilk devrin durumundan daha iyi olacaktır. Çok geçmeden de Allah’ın bağış ve rahmeti yağmur gibi inecek ve Rasulullah da ondan memnun kalacaktır. Bununla ilgili ayetlerde şöyle buyuruluyor; ‘’Ahiret senin için dünyadan iyi olacaktır. Rabbın sana verecek ve sen hoşnut olacaksın.’’ Bu ayette benim hissettiğim çok garip bir bağ var, bilmiyorum size de öyle geliyor mu ama sanki ayet Efendimiz’e ‘’Sen onun kulusun, yetiştirdiği yetimisin ve tebliğ ile sorumlu peygamberisin, o seni nasıl terketsin, nasıl unutsun, böyle bir şey mümkün mü?’’ diyormuş gibi. Demek ki Allah, Rasulunun bundan hiç şüphe duymamasını istemiş ve bu yüzden vahiy ile bu durumu kesinleştirmiştir. Sonra da sıradaki ayetlerle ona daha önce verdiği ikramları sıralayarak bu durumun yıllardır süregelen bir şey olduğunu farkketirmeye çalışmıştır. Bununla ilgili olarak 6.ayette şöyle buyurulmuştur; “O, seni öksüzken barındırmadı mı?’’ Yani, seni terketmek ve sana darılmak söz konusu değildir. Biz sana, yetim doğduğun günden beri lütufta bulunmaktayız. Rasulullah ana karnında altı aylık iken babası ölmüştü. Dünyaya yetim olarak gelmişti. Fakat Allah O’nu bir gün bile çaresiz bırakmamıştır. Altı yaşına kadar O’nu annesi büyütmüş, annesinin şefkatinden mahrum olduktan sonra, sekiz yaşına kadar dedesi Abdulmuttalib O’na bakmış ve istisnai bir sevgi beslemişti. Aynı zamanda Rasulullah ile gururlanır ve çevresine şöyle derdi. “Bu torunum birgün büyük bir adam olacaktır.” Dedesinin ölümünden sonra, amcası Ebu Talib Rasulullah’ı kendi himayesine aldı. Ebu Talib de, gerçek bir babanın sevgisinden daha fazla bir sevgiyle yeğenini seviyordu. Hatta Nübüvvet’ten sonra bütün kavmi O’na düşman olmuştu. O zaman bile, on sene kadar göğsünü Rasulullah için siper etmişti. Sonra yine bir ayet geliyor ve diyor ki; ‘’Ve seni yol bilmez iken, doğru yola yöneltip iletmedi mi?’’ Ayet açıkça rasulullah’a, seni doğru yola biz ilettik diyor çünkü O cahil bir toplumda kaybolmuştu. Bu toplumda nübüvvetten önce, hidayet önderi ve rehber olarak varlığı açık değildi. Şu manada da olabilir: Rasulullah, cahiliyet çölünde yapayalnız bir ağaç gibiydi. Bu ağaç meyva verebilir. Hatta bir bağ meydana getirebilme özelliğine sahiptir. Ama nübüvvetten önce bu özellikler, fonksiyonunu icra edemiyorlardı. Şu manada da olabilir: Allah’ın Rasulullah’a verdiği kuvvetler cahiliye şartları altında ziyan olmaktaydı. “Dalalet!”, “gaflet” manasında da olabilir. Yani Rasulullah, o hakikatlerden ve bilgilerden gafildi. Allah (c.c.) bunları ona nübüvvetten sonra bildirmişti. Bu gerçek hakkında Allah (c.c.) Kur’an’da şöyle buyurmuştur: “Sen o (Kur’an)’dan önce gafildin” (Yusuf 3) Bu ikram meselesiyle ilgili son ayet ise şu şekilde; ‘’ Bir yoksul iken seni bulup da zengin etmedi mi?’’ Babası miras olarak Rasulullah’a bir dişi deve ve bir cariye bırakmıştı. Böylece Rasulullah’ın hayatı fakirlik içinde başlamış oldu. Fakat bir zaman sonra Kureyş’in en zengin kadını Hz. Hatice önce onu kendi ticaretine ortak etti. Daha sonra onunla evlendi. Sonra da bütün ticareti Rasulullah kontrol etmeye başladı. Böylece Rasulullah zenginleşti, ama bu zenginlik sadece hanımının malına dayanmıyordu. Ticaretinin genişlemesi ve ilerlemesi Rasulullah’ın yeteneği ve sarf ettiği emek ile gerçekleşti. Anladığınız üzere, bu ayetlerde Cenâb-ı Allah, sevgili Peygamberine, geçmişine şöyle bir bakmasını tavsiye ediyor. Kimsesiz iken onu korumuş, şaşkın bir durumdayken hidâyete erdirmiş ve fakir iken sonsuz ihsanı ile onu herkesten zengin kılmıştır. Henüz küçücük bir yavru iken de, annesini kaybederek hem ana hem de babadan yetim ve öksüz kalan sevgili Peygamberini korumuş, sapık bir cahiliyye ortamında yetiştiği halde onu şirkten korumuştur. Ne şirk pisliğine bulaştırmış, ne de muharref dinlerden yahudilik ve Hıristiyanlığa meyletmesine müsaade etmiştir. Peygamberlik görevini yaparken, kendisini engellemek isteyen müşriklere karşı, amcası Ebu Tâlib’i kendisine yardımcı kılmış, mal bakımından fakir olmasına rağmen gönülce zenginlerin en zengini yapmıştır.

Sûrenin buraya kadar olan kısmı, müşriklerin, “Rabbi Muhammed’e küstü, O’nu terketti” gibi iftiralarına bir cevap ve vahyin yalnızca Allah’tan olduğunu beyan eder mahiyetteydi. Buradan sonraki kısımda ise, Rasul’e ihsan edilen nimetlere karşı Onun nasıl davranması gerektiğini söyleyen ayetler karşımıza çıkıyor. Bu maddelerin ilkinde şöyle buyuruluyor “O halde yetime zulm etme.” Yani sen yetimdin. Allah’ın lütfu sonucu yetimlikte en iyi şekilde bakıldın. Bu nedenle, Allah’a şükür olarak hiçbir yetime elinden tecavüz ve zulüm gelmemelidir. İkinci maddede ise ‘’ Dilenciyi de azarlama.’’ Denmiş. Yani eğer yardım edebilirsen yardım et. Eğer yardım edemezsen yumuşak sözle ve nezaketle özür dile. Ama hiçbir şekilde sert davranma ve kovma. Son madde ise işin şükür boyutunda; ‘’Sadece Rabbinin nimetini hatırla ve anlat.’’  Yani Rabbinin nîmetini de hep an, sürekli hatırla ve anlatmaya devam et. Peki acaba Allah’ın hangi nîmeti vardı Rasûlullah’ın üzerinde? Vahiy nîmeti, risâlet nîmeti, Kur’an nîmeti, ilim nîmeti, akıl nîmeti, göz nîmeti, kulak nîmeti, anlayış, kavrayış nîmeti, yeme-içme nîmeti ve sayılamayacak kadar nîmetler. Peki acaba nîmeti anmak, anlatmak ne demektir? Bunu nasıl anlayacağız? Nîmeti anmak, nîmeti anlatmak onu onun sahibi olan Allah’ın istediği gibi kullanmaktır. Nîmeti hatırlamak, nîmetin vericisini hatırlamak demektir. Nîmeti anmak, nîmetin sahibini anmak, nîmetin sahibini ve o sahibin istediklerini hatırlamak demektir. Tabi bu hatırlama mücerret sadece hatırlayıvermek değil, onu uygulamaya koymak, amele dönüştürmek üzere hatırlamaktır. Farkındaysanız Allah Rasulunden bile şükür bekliyor, velev ki onun niyetinden onun kalbinden onun amelinden emin. Tam bu sırada hazır ayetler de bitmişken bir şeye değinmek istiyorum.

Kulun şükrü, üç rükûn üzere kuruludur. Bunların hepsi bir arada olmayınca kul, şükür etmiş sayılmaz. Bunlar: Allah’ın vermiş olduğu nimetleri itiraf etmek, bu nimetlerden dolayı Allah’a hamd ve senâ etmek ve bu nimetleri Allah’ın rızasını kazanacak işlerde kullanmaktır. Allah’ın vermiş olduğu bu nimetleri kendi tecrübemize, zekâmıza, çabamıza, makamımıza, şöhretimize ve kuvvetimize değil; sadece Allah’ın vermesine dayandırmaktır. Karun, kendisine verilmiş olan nimeti, kendi bilgisine ve becerisine dayandırınca Allah onu, bütün malı ve mülkü ile yerin dibine sokmuştur. Bunun için, normal olarak kişi, kendisine bütün bu nimetleri veren Allah’a şükretmelidir. Bu rükünleri gereği gibi edâ ettiğimiz zaman, hiç şüphe yok ki Allah bize vermiş olduğu nimetleri çoğaltacak ve “Şükrederseniz, and olsun ki size arttıracağız.” (İbrahim, 7) ayeti hürmetine, vaad etmiş olduğu üzere, o nimetleri bereketlendirecektir.

Elhamdulillah bu sureyi de böylece bitirmiş olduk. Rabbim amel etmeyi nasip etsin.
Sadakallahulazim.

Yorum yapın