Meal Okumaları 92 – Leyl Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Leyi sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaf’taki sıralamaya göre doksan ikinci, Nüzûl sıralamasına göre dokuzuncu suredir.  Bu sure, Şems suresine o kadar benzemektedir ki, sanki bu iki süre birbirlerini tefsir etmektedirler. Şems suresinde bir yönden ele alınan şey, bu surede diğer yönden ele alınmıştır. Her iki surenin hemen hemen aynı dönemde nazil olduğu anlaşılmaktadır.Geceye yeminle başladığı için “Leyl” denilmiştir. Bu sûrede insanoğlunun iki zıt davranışından, cömertlik ve cimrilikten bahsedilir. İmanlı olmakla cömertlik, imansızlıkla cimrilik arasındaki ilişkiye dikkat çekilir. Aynı zamanda sure insanın gayret ve çabasından, bu dünya hayatındaki mücadelesinden ve neticede de âhirette cennete veya cehenneme gideceğinden bahseder. Ayetlerin konu ayrımı şu şekildedir;

1-4: Kainattakı zıtlıkların işareti
5-11: Başta cimrilik olmak üzere birkaç kötü ahlaki özellik
12-21: Doğru yol gösterildiği halde hidayete erişemeyen insanlar

Daha önceki Mekkî sûrelerin pek çoğunda olduğu gibi sûrede yine yeminle söze başlıyor. Bir önceki sûrede önce güneşe ve aydınlığına sonra da örttüğü zaman geceye yemin edilirken burada bunun tam tersine yâni önce geceye sonra da gündüze yemin ediliyor. Yani ayet sıralaması olarak baktığımızda ilk önce karanlığın her yeri kaplayıp bürümesine ve gündüzün gelip ortalığı aydınlatmasına yemin ediliyor, sonra da erkek ve dişinin yaratılışına yemin ediliyor. Bu ayetler şu şekildedir;  ‘’Karardığında geceye, açılıp ağardığı va­kit gündüze, erkeği ve dişiyi yaratan (güce) yemin ederim ki işiniz çeşit çeşittir.’’ Sûrenin başındaki bu yeminlerle, anlayabildiğimiz kadarıyla kâinâttaki varlıkların birbirlerinin zıddı, birbirlerinin mukabili olduğu anlatılmak istenmiştir. Semanın, mukabili arz. Gündüzün, mukabili gece. Karanlığın, mukabili aydınlık. Kadının, mukabili erkek. İyinin, mukabili kötü. Hayırın şer, hakkın bâtıl, müminin kâfir, güçlünün zayıf, beyazın siyah gibi her şey mukabiliyle yaratılmıştır. Nasıl ki gündüz varken onun mukabili gece ortadan yok oluyorsa, ya da gece olduğunda nasıl ki gündüz belirtileri kayboluyorsa, birbirinin zıttı olan şeyler bir arada bulunamıyor demektir. İşte burada verilmek istenen mesaj; “İnsan da böyledir.’’ Bugüne kadar gördük ki, insan Kuran’da mümin ya da kâfir olarak ele alınmıştır. Yani kişinin yüreğinde iman varsa, küfür ortadan kalkacaktır. Küfür var ise de iman kendini saklayacaktır. Anlayacağımız o ki, yeminler yine öyle gelişigüzel edilmemiş ve bizi muhteşem bir sanatın tam ortasına taşımıştır. Bu zıtlıklarla bize böyle bir ders veren kudrete ve bize bu kudretin bir kısmını anlama ilmi verene şükürler olsun!

Surenin  5 ila 11 arasındaki ayetlerin Hz. Ebu Bekir hakkında nazil olduğu söylendiği gibi, aşırı cimriliği ile tanınan Ümeyye İbn Halef hakkında nazil olduğu da rivayet edilmektedir.  Aynı zamanda Ebu Dahdah hakkında indiğini söyleyenler de vardır. Bu kıssaları araştırdığımızda, Ebu Dahdah hakkında olması ihtimalini eliyoruz, çünkü Ebu Dahdah kıssası Medine’de yaşanmıştır. Diğer iki isme baktığımızda birbirinin zıttı olan iki kişiyi görüyoruz. Rivayetler ne olursa olsun burada dikkat çekilmek istenen de zaten iki farklı tip insandır: Sıdkı ve cömertliği ile övülmüş olan Hz. Ebu Bekir (r.a), nifak ve cimriliği ile lânetlenmiş Ümeyye İbn Halef ve onun gibileri. Surede, insanın çeşit çeşit çalışmaları iki kısımda gösteriliyor. Her iki kısımda verilen bilgiler, iki insan tipinin davranışlarının temelini oluşturan ve bütününü ihtiva eden bir uslûb ve mahiyette verilmiştir. İnsanın çalışmasından üç şeye yer verilir ve bu üç şey ayette şöyle belirtilmiş; ‘’  Artık kim verir ve sakınırsa, en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız.’’  Dikkat edildiğinde, bunların hepsinin iyiliği teşvik ettiği anlaşılmaktadır. Birincisi, insanın cömertçe harcaması ve servetinde cimriliğe düşkün olmamasıdır. Allah’ın kendisine verdiğinden, Allah’ın hakkı, kulların iyiliği ve insanlara yardım etmek için sarfeder. İkincisi, onun kalbi Allah’tan korku içindedir. Ahlakî amellerinde, sosyal ilişkilerinde, kısaca hayattaki her işinde Allah’ın hoşnut olmadığı her şeyden sakınır. Üçüncüsü, O, iyiliği tasdik eder. Burada iyilik geniş anlamda kullanılmıştır. Akide, ahlak ve amelde bunun içindedir. Akide anlamında iyiliği tastik etmek, şirki ve küfrü terkederek tevhide, ahiret ve risaletin hak olduğuna inanmaktır. Ahlakî amellerde iyiliği tasdik etmek, şuursuzca değil, Allah’ın düzenlediği nizamın doğru olduğuna inanarak iyilik yapmaktır. İyiliğin şekilleri bir nizam halinde düzenlenmiştir ve onun topluca ismi İlahî Şeriattır.

Ve daha sonra aynı sıralama ile birinci kısımdaki insan tipinin tam karşıtı olarak açıklanır: O insanlar cimrilik eder, kendisine ihsan edilen servetlerden infak etmeyi gereksiz görür ve elindekinin mevcudiyetini Allah Teâlâ’ya değil de kendisine bağlar. Allah Teâlâ’nın indirdiğine değil de kulların koyduğu nizamlara uyup İslâm’ı inkâr ederse, Allah onu dünya ve ahirette zorluklardan zorluklara sürükleyecektir. Bununla ilgili ayette şöyle buyuruluyor;  “Fakat kim de cimrilik eder ve Allah’a ihtiyacı olmadığını iddia eder ve en güzel olan “İslâm” akidesini yalanlarsa. Biz, onu zor olana sürükleriz”  Ayetin son kısmındaki zor olana sürüklenme cümlesi şöyle anlaşılmalıdır; Bu yolda yürüyen, maddi menfaat, dünyevi lezzet ve bu dünyalık başarılara meylederek ederek bu yola girerse ve yolun her adımında kendi fıtratının, vicdanının ve Allah’ın kanunların tersine amel ederek yaşarsa, zamanla meylettiği herşeyle de imtihan olmaya başlar. Nasıl ki kainatın yaratıcısının kanunu ile de tersleşir, işte aynı öyle  çevresindeki her şey ile sürekli bir gerginlik içinde yaşamaya başlar. Şöyle buyurulmuştur: “Böyle bir kimseye biz zor yolu takip etmeyi kolaylaştırırız.” Bunun anlamı şudur: Onun iyilik yapmasına engel olunurken kötülük yapmasının kapıları açılacaktır. Ona, kötülük yapmasının imkanları serilecektir, böylece o kişi için kötülük yapmak kolay olacak, iyilik yapmayı düşünmekse ona ölüm gibi gelecektir.  Allah muhafaza!

Surenin son bölümünde, bu ayrı yollardan giden insanların akıbetlerinin ne olacağı açıklanır. Kötüler vakitlerini doldurup hesaba çekildikleri zaman, cimrilik edip infak etmekten sakındıkları servetleri onlara hiç bir fayda vermeyecektir.  Bununla iliglili olarak 11.ayette şöyle buyuruluyor; “Helâk olduğu zaman, malı ona asla fayda vermez” Diğer bir ifadeyle her halükârda bir gün ölecektir. Rahatı için topladığı her şeyini dünyada bırakacaktır. Eğer ahiret için hiç bir şey yapmamışsa ona ne yarayacak ki? Ne bir villayı, ne arabayı, ne araziyi ve ne de topladığını kabre götüremez. Ayrıca hiç bir mazeret de ileri süremeyeceklerdir. Çünkü Allah Teâlâ her kavme onları kendi dinine çağıran ve azabını gerektirecek yollara sapmaktan sakındıran uyarıcılar göndermiş olduğunu onlara 14.ayetle de hatırlatıyor;  “Sizi, alev alev yanan ateşe karşı uyardım.  O ateşe ancak yalanlayıp yüz çeviren kötüler girer.’’ Elhamdulillah her türlü günaha bulaştıysak bile, yalnız O’na secde ettik ve yalnız ondan eman dilendik. Kimseye el açmadığımız gibi, kimseden de af dilemedik. Bu kavramlar gerçekten çok önemli, belki farzların terki, haramların artması bizi cennetten uzaklaştıracak fakat biz imanımızı kaybetmediğimiz müddeçe bi umudumuz olmalı. Daha önceki surelerde anlatmıştık ya hani, ömrü boyunca inkar eden kafirler bile kıyamet günü Allahın merhametinden medet umacaklar diye. Yani elin kafirinin umudu varken biz umudu kaybedersek olur mu hiç? Bu demek değil ki, umudunuz olsun belki kurtulursunuz. Ben diyorum ki, umudunuz olsun, çabanız olsun, bu güne kadar yapmadıgınız farzların dönüşü olsun. İşte o zaman belki de rabbim sizin de yolunuzu açar ve bi anda kendinizi en güzel en doğru yaşamın içinde bulursunuz.

Son kısımın ikinci grup insanı ise şu ayetlerle ilk gruptan ayrılıyor; ‘’  Temizlenmek üzere malını hayra veren insan o ateşten uzak durur. Onda hiç kimseye verilecek bir minnet borcu yoktur. Ancak Yüce Rabbi’nin rızasını araması hariç. O hoşnut olacak.’’ Bu ayetler, takva sahibi olan o insanın ihlasının başka bir açıklamasıdır. Onlar, mal vermiş olduğu insanlardan karşılık beklemezlerdi. Üstelik bu iyilikleri karşılığında bir ihsan da beklemezlerdi. Çünkü onlar yalnızca Allah (c.c.) rızası için yardım ederlerdi. Bunun en iyi örneği Hz. Ebu Bekir’dir. Mekke-i Muazzama’da İslâm’ı kabul eden ve bu yüzden sahipleri tarafından kendilerine zulüm yapılan cariye ve köleleri satın alarak onları kurtarmıştır. Bunun tek sebebi ise Efendimiz’in bir gün ”Kim bir köleyi azat ederse Allah da onu cehennemden azat eder” demiş olmasıdır. Efendimizin bu müjdelerine uyan Hz.Ebu Bekir pek çok köleyi azat etmiştir. Kâfirlerin zulmü altındaki pek çok Müslüman kardeşini özgürlüğüne kavuşturmuştur. Hz. Bilal bunlardan birisiydi. Ebu Bekir efendimiz malını bu kârlı sahaya yatırım yapınca, babası Ebu Kuafe ona demiş ki; ‘’Oğlum, madem ki bunları satın alıyorsun, madem ki para vererek bu insanları hürriyetlerine kavuşturuyorsun. Hiç olmazsa bari bunları kullansan, işini gördürsen.’’ Bunun üzerine Ebu Bekir efendimiz demiş ki: ‘’Ey babacağım, vallahi ben öyle bir iş görüyorum ki sen bunu anlayamazsın. Ve ben bunun karşılığında Allah indindeki mükafaatı bekliyorum.” İşte az önce bahsettiğimiz ayetlerin bu olay üzerine inmiş olması muhtemeldir. Yine de takılmamız gereken şey kıssalar değil, ayetlerin içeriğidir. Bu yüzden biz, verilmek istenen mesajı alalım kafi.

Rabbim amel edenlerden olmayı nasip etsin,
Sadakallahulazim.

Yorum yapın