Yeni Yıl Kuralları 11-20

Gönül Ayyıldız

Updated on:

11) Utanma Duygusunu Yitirmemek – 19 Kasım 2015

Bugün sohbet sırasında teyzeme ‘’Utanma duygusu nasıl geri kazanılır?’’ diye sordum. Kendisi dört çocuk annesi bir kadın olarak ‘’Çocuğun edebi anne karnında başlar’’ dedi. Dur dedim, dur o kadar geriye gitme. Ama o gitmek de kararlıydı. Bu yüzden uzun bir müddet eskiden hanımların hamilelikte göbeklerini nasıl sakladıklarından ve bu müjdeli haberi söylemeye nasıl çekindiklerinden bahsetti. Bu durumu nasıl gururla anlatıyorsa, yeni nesil annelerin durumunu da öyle utanarak anlattı. Kadınların önce göbeklerini daha sonra çocuklarını teşhir etmesinden duyduğu rahatsızlık öyle belli oluyordu ki, konu sapmasın diye araya girmek zorunda kaldım. Çünkü benim bu yakınmlara değil çözümlere ihtiyacım vardı. Çünkü tüm bunlar olsun ya da olmasın, bir yerde bir hata yapıyor ve haya duygumuzu bir şekilde kaybediyorduk. Soruyu tekrar ettim; ‘’Nasıl geri kazanabiliriz?’’ Uzun bir müddet ikimizde düşündük ve sonra aynı anda sosyal medyadan kurtulmak cevabını verdik. Çünkü öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, insanın kendisini başkalarına ispat etmesi, toplum tarafından beğenilip takdir görmesi, kıyafetinden yeteneklerine ve hatta vücuduna kadar nesi varsa her şeyini büyük bir cesaretle sergilemesi, başkalarını geride bırakarak öne geçebilmek için hak-hukuk tanımadan her fırsatı değerlendirmesi bu mecralarda normalleştiriliyor. Ve saniyeler içerisinde paylaşılan bu haller yine saniyeler içinde binlerce insana örnek olabilecek kadar populerleşiyor. Üstelik modern hayat tarzında kişi ne kadar “arsız” ise, işinde ve mesleğinde o kadar başarılı oluyormuş gibi gösteriliyor. Bu mecrada arsız kelimesi, genelde ‘’hakkımı yedirmem ve kendimi ezdirmem’’ şeklinde karşımızı çıkıyor. Geri kalan uysal kesim ise saf yaftasıyla aptal yerine konuluyor. Fakat islam’ın bize önerdiği ahlak anlayışı, usul bilmektir. Ve usul bilen insan böbürlenmeden hakkını savunabilendir. Tüm bu saydıklarımı sayfalarca uzatabilirim ama haddim değil diye susuyorum, üstelik utanma duygusunu sadece sosyal medyada değil birçok alanda kaybetme tehlikesi yaşıyoruz fakat en geneli bu olduğu için ben bundan dem vuruyorum. Ama artık çözüm kısmına geçiyor ve son kez soruyorum‘’Utanma duygumuzu nasıl geri kazanabiliriz?’’

Üç kez sorup vurguyu arttırdıktan sonra yazacaklarım çok daha anlam kazandı. Fakat aslında size bilmediğiniz bir şey anlatmayacağım. Utanma duygusunu geri kazanmak mı istiyorsun? O zaman önce namaza sarılacak ve huşu yakalayacaksın. Sonra sünnetleri hayatına geçirip, her gün kuran okuyacak ve ahlakına yansısın diye dua edeceksin. Bunları yapıyorsun ama olmuyor mu? O zaman imtihanın büyük demektir, biraz daha çaba göstereceksin. Kendine sınırlar koyacak, kendini dünyalıklardan mahrum etmeyi öğreneceksin. Sosyal medyaya sınır koyacak, kendini boy boy paylaşmaktan ar edecek, büyüklerine cevap verirken küçüklüğünü bilecek, birilerine yardım etmeye üşenmeyecek, karşında bağırana susmayı aptallık olarak görmeyecek ve insanlara laf koyma merakından vazgeçeceksin. Buna benzer bir sürü kuralı listeleyecek ve her gün bunlar için mücadele vereceksin. Vereceksin ki, haya duygun gelişsin. Vereceksin ki, imanın artsın. Vereceksin ki, elhamdulillah müslümanım derken için sızlamasın. Farkındaysanız her sıkıntıda ilk çözüm hep namaz hem kuran. Demek ki onlarsız hakikaten bir çözüme ulaşmak mümkün değil. O halde Rabbim hepimize namaz sevgisi ve Kuran muhabbeti nasip etsin diyor ve gidiyorum. İmtihanlarınızda başarılar.

12) İmkanları Müslümanca Değerlendirmek – 19 Aralık 2015

Bizim varlığımızın kazanmak ve harcamak gibi sıradan rutinlerin ötesinde bir amacı var.  Bizden istenen, bu amaç doğrultusunda ilerlerken dikkatli, şuurlu ve ümitli bir şekilde çalışmaktır. Küçük düşünüldüğünde saati, günü, haftayı ve ayı kurtaran bazı maddeler aslında büyük düşünüldüğünde önce ahlakı sonra karakteri sonra ömrü ve sonra ahireti kurtarır. Mesela güne başlarken alacağınız bir abdest tüm gün size bambaşka bir enerji verebilir. Kapıdan çıkarkan okuyacağınız bir iki sure sizi birçok şeyden koruyabilir. Gördüğünüz bir tanıdığa vereceğiniz bir selam sünnet olarak haneye yazılabilir. Yolda gördüğünüz bir çöpü kaldırmak sizin vakıf hizmetiniz olabilir. Camiden kılacağınız bir vakit namaz sizin kurtarıcınız olabilir. Boş vakitlerinizde okuyacağınız bir sayfa kuran sizin ahlakınızı değiştirebilir. Her gün bir esmaül hüsna’yı zikir haline getirseniz, karakterinize sirayet edebilir. Yolda gördüğünüz binlerce insana tebessüm etseniz bu sizin sadakanız olabilir. Yapılan kötülüklere sabırla tahammül etseniz, bu sizin affediliş sebebiniz olabilir. Bir arkadaşınıza bir ayeti öğretseniz o sizin kapanmayan amel defteriniz olabilir. Fırsatları değerlendirip, o anlara birer sünnet, birer farz ekleseniz boş vaktin zilletinden sizi koruyabilir. Ve daha nicesi. Küçücük ama hakikaten küçücük. Yapması birkaç saniye. Fakat müslümanca düşünüldüğünde etkisi ve ecri süresizce. Aslında bu durumu benden daha iyi anlatan bir söz var; ‘’Düşüncelerin söz olur. Sözlerin davranış olur. Davranışların alışkanlık olur. Alışkanlıkların karakterin olur. Karakterin kaderini oluşturur.’’ Domino taşı gibi yani. İlk taşa nasıl vurursan, sonuncusu öyle düşer. Sen ilk hamleyi doğru ve hayır yolunda yaparsan, Rabbin sana o yolu açar ve devamını nasip eder. Fakat sen gün içinde karşılaştığın tüm fırsatlara gözünü kapar ve onlara öylesine bir anmış gibi davranırsan, diğer tüm vakitler de öylesine geçip gider. Ve yaşamana izin verilen her saniyeyi şükür ve amel ile anlamlandırmak yalnız ve yalnızca sana düşer.

13) Bol bol Tefekkür Etmek – 31 Aralık 2015

Birkaç saat önce sizlere kar topunun gelmesiyle sesi bozulan telefonumdan bahsetmiştim hatırlıyor musunuz? Az önce günümü değerlendirirken bu can sıkıcı olayın aslında bir sebebi olduğunu anladım. Okudunuz mu bilmiyorum, dün ‘’Müzik Serüveni’’ başlıklı bir yazı paylaştım. Gözümün gördüğü, kulağımın duyduğu binlerce hayırsız ses ve görüntüden dolayı şikayet edip durdum bütün yazı boyunca. Bazı satırlarda kınadım kendimi, bazı satırlarda acıdım halime, bazı satırlarda kararlıydım, bazılarında ara sıra dinleyip terbiye olmaya çalışacağım dedim. Sonra bugün hiç niyetim yokken dışarı çıktım. Hiç yolum değilken, çocukların önünden geçtim. Hiç aklımda yokken çocuklara kar oynamaya tutuştum. Hiç planlanmamış bir şekilde telefonuma kar girdi ve sesi gitti! Sinirlenmedim fakat ilk başta biraz üzüldüm. Sonra acaba ne kadar tutar ki hesabı yaptım. Sonra neyse mecbur yaptıracağız dedim ve sonra kalbimi daha fazla bununla meşgul etmemek için başka şeylerle uğraştım. Sonra akşam olup da tefekkür saati gelince, yaşadığım bu olayı anlamlandırma fırsatı yakaladım. Çünkü anlattığım sahnenin arka planında ilk anda göremediğim kocaman bir rahmet vardı. Allah, benim nefsime yenik düşüşüme acımıştı da oyuncağımı bozmuştu. Al kulum bak artık istesen de müzik dinleyemeyeceksin deyip imtihanımı kolaylaştırmıştı. Ben daha ne isteyeyimdi, daha ne olsundu? İşte bu yüzden tefekkür etmek mühim, arkadaşlar, çok mühim. Ancak böyle yaparak ‘’Sizin şer sandıklarınız hayr, hayr sandıklarınız şer vardır.’’ ayetini idrak edebilirsiniz. Ancak böyle yaparak yaşadığınız her olumsuz olayın arka planında bir güzellik olduğunu farkedebilirsiniz. Ancak böyle yaparak günün sonunda mutsuz olmak yerine, mutlu ve huzurlu uyuyabilirsiniz Bu yüzden her akşam bir vakit belirleyip, kendinizi dinleyin. Biraz gününüzü değerlendirin, biraz ders çıkarın ve sonra biraz tefekkür edin. İmam Şafii diyor ki ‘’Tefekkür zekayı açar.’’ İmam Gazali diyor ki; ‘’Tefekkür ibadetin yarısıdır.’’ Ve Vehb bin Münebbih diyor ki; ‘’Tefekkür, insanı bilgili eder. Ancak bilgili olanlar amel eder.’’ Demek ki kendinize vereceğiniz 4-5 dakikalık ufacık bir zaman, sizin hem karakterinizi, hem ahlakınızı, hem mutluluğunuzu, hem huzurunuzu hem de amelinizi kurtaracak. O halde şuan #yeniyilkurallari’nın 13.maddesini  ‘’Tefekkür etmek’’ olarak belirliyoruz. Belirliyoruz ki, önümüzdeki yılı daha mutlu daha bereketli ve daha farkında bir mümin olarak geçirebilelim! Rabbim farkındalığımızı ve şükrümüzü arttırsın!

14) Kötülüğe İyilikle Karşılık Vermek – 9 Ocak 2016

‘’Geçtiğimiz günlerde haftasonları bir yemek kursuna katıldığımdan bahsetmiştim. Bilirsiniz, böyle kurslar binbir çeşit insanla karşılaştığımız yerlerden biri. Neyse ki, ilk günden beri herkes kişisel görüşlerini kapıda bırakmayı bildi. Fakat bugün bir yılbaşı skandalı yaşadık. Birkaç arkadaş özel yılbaşı menüsü talep etmiş, birkaç arkadaş da ördek mi hindi mi oylamaya oturmuş, birkaç arkadaş da öyle izliyor. Normal şartlarda oturup neden yılbaşı kutlamamamız gerektiğini anlatmaya çalışırdım fakat saygı duyup, gayet ılımlı bir şekilde hangi hafta yapacağız diye sordum. Haftaya olduğunu öğrenince de, hocam o halde izniniz olursa ben haftaya gelmiyorum diye ekledim. Neden olduğu sorulunca da, yılbaşı kutlamadığımı ve böyle hindili çam ağaçlı bir menüye yardım edemeyeceğimi belirttim. Ben kelimelerimi olabildiğince düzgün seçmeye çalışırken, bir abla ‘’Sizin gibiler kendi dışındaki toplumları kucaklamayı bilmiyor’’ deyiverdi. Hııı? Bir bakalım bilmiyor muyum? Hocaya menüyü iptal edin mi dedim? Hayır. Karar verirken bana niye sormadınız mı dedim? Hayır. Aaa siz yılbaşı mı kutluyorsunuz diye tepki mi gösterdim? Hayır. Ne yaptım? Saygı duydum ve ben gelmeyeceğim diyerek kendimi çektim. Buna hakkım var mı? Var. Hakkıma saygı duyuldu mu? Hayır. Halbuki o abla, benden beklediği anlayışın çeyreğini bana gösterse bunların hiçbiri olmayacak. Ama işte.’’ Bu olayı yaşayalı tam 3 hafta geçti. O gün hakkına girilmesini istemediğim için Gül ablanın ismini vermemiştim. Kendisi, kurs açıldığından beri sadece selamlaştığım, belki bir iki kelam ettiğim isimlerden biriydi. Yılbaşı menüsü muhabbetinden sonra aramıza bir soğukluk girmişti ve ben onu aşmak da kararlıydım. Haksız değildim, en azından olduğuma inanmıyordum. Davamı savunmuştum, gururluydum. Kırmamıştım, mutluydum. Kırılmıştım ama önemli değildi. Gerçekten böyle düşünüyordum. Hatta sırf bu yüzden onunla özel olarak ilgilenmeye başlamıştım. Sınıfa girdiğinde ilk ben selam veriyor, çayını ben dolduruyor, tabağını ben kaldırıyor, ikramlarını ben yapıyordum. Dışardan bakıldığında sınıftakiler ve Gül abla, yılbaşı muhabbetinde yaptığım kılçıklıktan ötürü pişman olduğumu, o yüzden böyle davrandığımı düşünüyor olabilirlerdi. Fakat benim niyetim başkaydı, onun da biraz vakti vardı. Er zaman geç zaman derken, bugün geldi. Herkes yemeklerini yetiştirmeye çalışırken benimki biraz erken bitmişti, servis tabağına alırken gözüme Gül abla çarptı. Kenarda sade çay içerek yemek saatini bekliyordu. Kahvaltı yapmadığına emindim. Hemen yaptığım şeyden azıcık ayırıp götürdüm. Yemeğe daha var, sen bunları ye istersen dedim ve cevap beklemeden ayrıldım. Sıra yemekleri yemeğe geldiğinde, değerlendirmeler başladı. Çok tuzlu, az bahartlı, onun suyu bunun buyu derken sıra bana geldi. Arkadaşlardan biri tam ağzını açacaktı ki, Gül abla ‘’Gönül çok güzel yapmış bi kere, hiç kusur bulmayın, mis gibi olmuş, çok da güzel olmuş, dimi hocam efsane olmuş’’ diye bir övgü yağmuruna tutmuş ki beni sormayın. Haftalar önce aynı yerden aynı gözlerle bana öfkeyle bakan ve kırıcı cümlelerle konuşan kadın gitmiş yerine destek olan, sevgi dolu ve güler yüzlü bir Gül abla gelmişti. Muhtemelen, haklı gururuna bürünüp, ben davamı savundum diyerek kenara çekilseydim ve ona karşı seviyeli devam etseydim bugün bu güzel muhabbete tanık olamazdım. Bakın kavga etseydim, cevap verseydim ya da soğuk davransaydım demiyorum bile, bunları yapsaydım kurs ikimizden birine zindan olurdu. Ne gerek vardı?  Üstelik bu alttan almanın, gönül yapmanın, insanın içindeki iyiliği görmeye çalışmanın nesi aptallıktı? Hayır arkadaşlar hayır, kötülüğe iyilikle karşılıkla vermek asla eziklik değildir, emin olun normal şartlarda yapılan binbir iyilikten kat be kat da güzeldir.  O halde şuan #yeniyilkurallari’nın 14.maddesini  ‘’Kötülüğe iyilikle karşılık vermek’’ olarak belirliyoruz. Bu maddeye çok dikkat ediyoruz, ediyoruz ki çağın akışına kapılıp iyiliği aptallık, fedakarlığı enayilik, susmayı eziklik, alttan almayı korkaklık olarak görenlerden olmayalım. Olmayalım inşallah.

15) Büyük Küçük Her Türlü İsraftan Kaçınmak – 16 Ocak 2016

Hanımlar, şeytan mutfaktan girer. Çöp tenekelerine bakıp, imanınız hakkında karar verebilirsiniz. Döktüğünüz, attığınız, kokuttuğunuz her bir kaşık rızık, her bir lokma ekmek, yeryüzüne birinin kursağına rızık olsun diye gönderildi. O ekmek zaten sizin değildi, siz onun emanetçisiydiniz. Bu yüzden yarın ahirette o ekmeğin sahibi yakanıza yapışır; ‘’Ben açlıktan kıvranır iken, sen benim ekmeğimi nasıl çöpe attın?’’ Bunun için bir daha düşünün. Bunun sadece bir adabı muaşaret meselesi olduğunu sanmayın. Bu bir iman meselesidir. Çünkü bir yerlerde birileri aç ise, bir yerlerde birileri israf ediyor demektir. Çünkü Allah bazılarının rızkını insanların üzerinden vermek ister ve böylelikle varlık sahibi olanları paylaşmaya davet eder. Yani evlerimizde israf edilen bir lokma ekmek de çöpe dökülen bir kaşık yemek de bize bir yerlerde kursağından bir lokma dahi ekmek geçmeden yaşamaya çalışan insanları haber vermeli ve harekete geçirmelidir.”

Bizler israfı, belki akşam yeriz diye ayırdığımız bir lokma ekmekten, belki tabağımızdan sıyıramadığımız bir kaşık yemekten, belki ortada kalıp fazla gelen birkaç kaşık salatadan, belki rengi yok diye aldığımız ikinci çeşit kabandan, belki çok beğendik diye aldığımız ikinci hatta üçüncü hatta dördüncü çeşit tunikten, gömlekten, kazaktan, belki yeni modeli çıktı diye aldığımız teknolojik aletten, belki eğleneceğiz diye sokağa akıttığımız yüzlerce liradan, belki stres atacağız diye gerekli gereksiz bir sürü şey aldığımız alışverişlerden, belki yeriz diye düşünüp kilolarca aldığımız ama çöpe dökülmeye mahkum olan tatlıdan yapıyoruz. Kısaca bizler israfı, hayatımızın her alanında başarıyla uygulayan müslümanlarız. Peki iman bu işin neresinde? İnanın bu soruyu en çok kendi nefsime soruyorum arkadaşlar. Kimseyi kendimden daha kötü ya da kendimi kimseden daha iyi gördüğüm yok. Saydığım şeyleri belki farkederek, belki farketmeden defalarca yaptım. Sadece bu yorumları ‘’Sen’’ dilinden yazmak her zaman daha etkili sonuçlar doğuruyor. İnsanlar evet bu benim dediği an, daha çok sorgulamaya ve haliyle daha çok dikkat etmeye başlıyor. Şimdi gidip, bu yazıyı yazan olarak değil, hitap edilen bir okuyucu olarak da okuyacağım. Sonra nefsime aynı soruyu defalarca daha soracak ve açlıktan ölen, zayıflıktan sürünen binlerce insanın bu durumunda benim de payım olduğuna inanacağım. Sonra bu konuda neler yapabilirim tek tek düşünecek ve uygulamaya çalışacağım. Siz de düşünün, neler yapabilirsiniz bir bakın, nelerden vazgeçebilirsiniz ve neleri daha dikkatli kullanabilirsiniz bi hesap edin. Umulur ki, bu çalışmalarımız bizi bu israf bataklığından çekip çıkarır. Umulur ki, bu yazı doyumsuz ve aç gözlü nefislerimize bir zincir vurur. Umulur ki, mutfağımız ve yaşamlarımız bizim imanımıza şahit edebilecek güzellik de olur. Umulur ki, hakiki müslüman olmak nasip olur. Umulur ki arkadaşlar, umulur ki.

16) Kış Mevsimini Değerlendirmek – 21 Ocak 2016

Kış geldiğinde kendimizi ya evlere kapatıyor, ya alısveriş merkezlerine atıyor, ya okulda kalorifer kenarını kapmaya çalışıyor ya da iş yerinde giyebildiğimiz kadar kalın giyip yerimizden kalkmıyoruz. Zaten kış dediğimiz de de aklımıza, kar, soğuk, doğalgaz faturaları, kalın kıyafetler ve sıcak içecekler geliyor.  Aslında tüm bunlarda bir sıkıntı yok, sadece eksik var. Yukarıdakilerin hepsini, tek tek yapmış biri olarak söylüyorum ki, kışlarımız da büyük bir eksik var. Mesela bir müslüman kışı nasıl geçirmeli diye sorsam, kaç kişi bana diğer günlerden farklı bir cevap verebilir? Oysa sahih bir Hadis-i Şerif de buyrulur ki;  ”Kış mevsimi mü’min için bir ganimettir. Geceleri uzundur, kalkıp namaz kılabilir. Gündüzleri kısadır, oruçla değerlendirebilir.”  Bu hadis de, bizim için bir kışı nasıl geçirebileceğimize dair müthiş tüyolar var. Bir de, ümmetine yardım etmeye çalışan merhametli bir peygamber. İlk okuduğumda da aynı şeyi hissetmiştim, hala da aynı şeyi hissederim. Sanki Efendimiz bu hadiste, yazın sıcağını, basit hastalıkları, keyfi durumları bahane edip tutulmayan oruçları ve okulları işleri ve yoğunları bahane edip bugüne kadar hiç kılınmayan gece namazlarnı hatırlatıp diyor ki; Kış senin için bir ganimettir. Haydi tövbe et ve şu günleri değerlendir. Haydi kaza oruçlarını bitir. Haydi o borçlarının yükünü omzundan artık at. Haydi namaza başla. Gece namazına. Teheccüde başla. Geceler upuzun, uyan ve değerlendir. Uykundan fedakarlık et, sadece Rabbin için. Herkes uyurken. Şehir karanlık ve sokaklar sessizken. İçinden geçtiği gibi dua et. İçinden geldiği gibi ağla. İçinden geldiği gibi yaklaş Rabbine. Ama değerlendir. Kış gecelerini muhakkak değerlendir. Şu dünya hayatından, bir teheccüd lezzeti almadan ayrılma. Bir nafile oruc nasıl zevk verir insana, bu duyguyu hissetmeden ayrılma. Biliyorum, yazlar zor, yazları sıcak, yazlar uzun, yazları bahane çok. Ama bak şuan kış, önün kış, yarının kış. Hadi ama artık bahane uydurma.

O halde #yeniyilkurallari’nın bu haftaki maddesi ‘’Kış mevsimi değerlendirmek’’ olsun. Kış bizim için bir yenilenme, bir diriliş, bir uyanış olsun. Ve kış en güzel günlerini geride bırakıp gittiğinde, yalnızca bedenlerimiz değil, ruhlarımıza da bahar gelmiş olsun.

17) Suizandan Kaçınmak – 6 Şubat 2016

Bir gün bir adam, iki oğluyla beraber otobüse binmiş. Çocuklar o kadar yaramazlarmış ki, oradan oraya koşuyor, sürekli birilerine çarpıyor ve insanları rahatsız ediyorlarmış. Daha fazla dayanamayan bir yolcu “Bu ne biçim baba, bir dur bile demiyor” diye sinirlenmiş. Başka bir yolcu “Bu çocuklara kimse terbiye öğretmemiş mi?” diye devam etmiş. Diğer taraftan başkası karışmış söze “Anneleri biraz edep öğretseymiş.” Yolcuların sözlü tacizine maruz kalan baba sessizce yola devam etmiş. İnecekleri yer geldiğince önce çocukları otobüsten indirmiş ve sonra yolculara dönerek “Birkaç saat önce annelerini kaybettiler, bir şey söylemeye kıyamadım. Kusurumuza bakmayın.” demiş. Düşünsenize. Bir otobüs dolusu insan. Bir Allah’ın kulu çıkıp bu adama neyiniz var dememiş. Dememiş ki, şu çocukları bir oynatıp otobüsü sakinleştireyim. Varsa yoksa birbirlerini doldurup saldırmışlar adama, terslemişler çocukları. Eee peki şimdi? Şimdi koca bir vicdan. Koca bir merhamet. Bindirsen otobüse o çocukları geri, hepsi ağlaya ağlaya sarılır. Yok arkadaşlar yok, o iş öyle olmuyor. Olmamalı. Mümin, bir şeyi yaparken üç kere beş kere on kere düşünmeli. Nefsiyle mi karar veriyor hesap etmeli. Vakti varsa istişare etmeli. Vakti yoksa Efendimiz nasıl davranırdı diye düşünüp öyle hareket etmeli. Ama olur mu? İnsan, durup düşünür mü hiç? Hemen köpürmeli. Hemen bağırmalı. Hemen ağzına geleni saymalı. Asla altta kalmamalı. Bu yüzden konuşmalı. Dakikalarca konuşmalı. Hiç susmamalı. Kendini haklı çıkarana kadar konuşmalı. Kendi haklı çıkmıyorsa kavga çıkarmalı. Kavga çıkarıp karşısındakinin hakkına iyice girmeli. O kalpler, karşılıklı iyice kırılmalı. Olayın üstüne günlerce dedikodu yapılmalı. Ortalığa saçılmalı günahlar. Taraflar birbirine kin tutmalı. Eş, dost, akraba yüzyüze bakamayacak hale gelmeli. Abartmıyorum arkadaşlar, vallahi abartmıyorum. Son günlerde insanlarımız tahammülsüzlüğün en üst seviyesinde. Suizan desen almış başını gidiyor. Oysa insan, durup düşünse birkaç saniye, farkedecek nefsine hizmet ettiğini. Anlayacak şeytanın vesvelerinine kurban gittiğini. Ufacık bir suizanın onu nerelere sürüklediğini görüp kendine gelecek. Kendine gelip, dikkat etmeye ve kul hakkına girmemeye çalışacak. Çabası sayesinde umulur ki, yeni günahlardan korunacak. Hem Ebu Davut ne diyor biliyor musunuz? Müminin Mümine dört şeyi haram kılınmıştır. Malı, canı, kanı, suizanı.

O halde #yeniyilkurallari’nın bu haftaki maddesi “Suizandan kaçınmak” olsun. Kaçınıp önce nefsimizi terbiye etmek, sonra imanımızı arttırmak nasip olsun.

18) Herkese Hakkını Helal Etmek – 14 Şubat 2016

Birkaç tane fotoğrafçı arkadaşım var. Bu yüzden bir fotoğraf için ne kadar emek sarfedildiğini üç aşağı beş yukarı biliyorum. Çekim için gidilmesi gereken yerler, yol boyu yapılacak masraflar, konsepte uygun malzemeler, alınacak kekler kahveler, deneme birler ikiler üçler, olmadı baştan çekler, yamuk bunu siller, sonra eve dönler, yorgunluklar, bilgisayara yükleler, içinden seçler, beğenmedimler, sonra baştan gitler. Bizim tek tuşla beğenerek geçtiğimiz çoğu fotoğrafın arka planı tam olarak bu. Tabi bazen spontane gelişen muhteşem fotoğraflar da oluyordur, onları istisna tutuyorum. Yani ortada hem emek, hem masraf, hem de büyük bir sevgi var. Ben uğraşamam ama uğraşanı da takdir ediyorum, çok güzel sonuçlar çıkıyor, keyifle bakıyorum. Fakat sormadan da edemiyorum “Çalınınca ne olacak?” Bu sorunun cevabı bazen yumuşatılıyor bazen direk söyleniyor ama genelde aynı şeye çıkıyor; “Hakkımı helal etmiyorum” Hatta artık biyografilerde görüyorum; “Fotoğraflarımı çalana hakkım helal değil” Aman kardeş, sen İslamı çok yanlış anlamışsın. Peygamber diyor; Canını yakanı affet. Sen diyorsun oyuncağımı aldı affetmem. Hadis diyor “Hakkını herkese helal et” Sen diyorsun, valla bu fotoğraf çok önemli, edemem. Bu insanlar herhalde normal hayatlarında kendilerini yahut ailelerini üzeni satırla doğruyorlar. Yoksa bir fotoğraf için çıkarılan bu yaygaranın başka anlamı olamaz. Böyle deyince de diyorlar ki “Senin yazılarını da çalıyorlar ne yapıyorsun?” Yok diyorum, onlar alıyorlar. Alıp, birkaç fazla kişiye daha ulaştırıyorlar. He bazen altlarına kendi adlarını yazıyorlar, aman yazsınlar. Ben istemez miyim, altında adım yazsın? İsterim tabi, bende de nefis var. Ama kabartmamaya çalışırım. Onur duyarım, mutlu olurum, teşekkür ederim sonra biter. Alimler diyorlar ki; “Dünya hayatı deniz suyuna benzer. İçtikçe susuzluğun artar, daha fazla içesin gelir.” Yani dünya seni bir şeyle oyalıyorsa dikkat et, arkasından seni sürüklediği bir yol muhakkak vardır. Ve o yolu ne kadar az hasarla atlatırsan, o kadar kârdır.

#

O halde #yeniyilkurallari’nda bu haftaki maddemiz “Herkese hakkını helal etmek” olsun. Olsun ki, vicdanlarımız rahat, yüreklerimiz huzur dolsun. Ve inşallah Rabbimiz bize, hakkın peşine düşmenin daha çok haksızlıktan başka bir şey getirmeyeceğini anlamayı nasip etsin.

19) Kusurları Örtmek Yahut Doğru Şekilde Uyarmak – 16 Şubat 2016

Bazılarımız mükemmeliyet istiyor. Buradan çıkıyor tüm sorunlar. Çünkü bu istekleri dışarıya karşı fazlasıyla tahammülsüzleştiriyor onları. Bir kusur gördüklerinde öfkelerine yenik düşüp, doğru tavrı göstermeyi unutuyorlar. Mesela doğru tesettür görmediklerinde “Sen açıl” diyebiliyorlar. Namaz kılmayan birini gördüklerinde “Ne biçim müslümansın” diye yargılıyorlar. Ağızdan bir argo yahut bir küfür duyduklarında “Bir de Kuran okuyor” diye dedikodu ediyorlar. Tam olmasını bekliyorlar işte, mükemmel olmasını istiyorlar. Ama olmuyor, bir kusuru oluyor muhakkak her karşılarına çıkanın. Çünkü bu hayatta herkes ipin bir ucundan tutup hayatta kalmaya çalışıyor. Kimse hepsini birden tutamaz ki. Bir şeyler eksik kalacak, zamanla tamamlanacak. O tamamlanana kadar sen o açıktan çomak sokup duramazsın ki. Senin kusur örtmen lazım. Çünkü  herkesin umudu, bir güzel amelinin onu bir haramdan uzaklaştırması oluyor. Ki inşallah uzaklaştıracak da. İslam bunu söylüyor. Kulum bana bir adım gelsin, ben ona on giderim diyor. O halde, biri namazdan ulaşacak takvaya. Biri güzel ahlaktan. Biri bir kediye verdiği sütten erecek İslam’ın şerefine. Biri sırtını sıvazladığı bir yetimden. Yoksa herkes ister günahsız birer örnek bir müslüman olmayı. Nefsine söz geçirip tesettürü uygunlaştırmayı. Namaza alışıp bırakmamayı. Kuran’a sarılıp ferahlık bulmayı. Heveslerine sahip çıkıp harama bulaşmamayı. Ama bir şey eksik kalıyor işte. Bir şey yanlış gidiyor. Ya gaflete düşüp acı halini farketmiyor, ya farkedip harekete geçemiyor, ya nefsine uyup sürekli erteliyor, ya destek bekliyor, ya da yola çıkmış bebek adımlarıyla ilerliyor. Komik olan şu ki, bu saydığım sebeplerin hiçbirini “Yargılamak, aşağılamak, küçük düşürmek, kendi fikrini empoze etmek” çözmüyor. Karşındakinin bu haline gerçekten üzülüyorsan ona yardım edersin. Elinden tutar onunla yürürsün. Yapamıyorsan dua edersin. Duan kabul olsun diye bile dua edersin. Davanda samimi olmak budur. Yoksa ulu orta ağzına geleni say, onu yargıla, hakaret et, laf sok ve sonra kalk İslam bunu diyor de. Hayır kardeş hayır, onu sen diyorsun. İslam, tarihinde böyle bir rezilliği asla barındırmadı. Musa, Firavun’u böyle uyarmadı. İbrahim, Nemrud’a dini böyle anlatmadı. Peygamberimiz onu öldürmek isteyen müşriklere İslam’ı böyle savunmadı. Bu senin usulun ve senin uslubun. Ve savunduğun din, bunu sana haram kılıyor. Çünkü Müslümanı rencide etmek insanı günahkar eder. Hatta masum bir kafiri dahi rahatsız etmek İslam dininde yasaktır.

O halde #yeniyilkurallari’nın yeni maddesi “Kusurları örtmek” olsun. Kusurları örtemiyor illa söylemek zorunda hissediyorsak da en uygun yolu seçmek yeni özelliğimiz olsun. Gazamız mübarek olsun. 🙂

20 ) Kötü Alışkanlıkların Üzerine Gitmek – 11 Mart 2016

Bazı şeyleri tam zıddı, bazı şeyleri de üzerine gitmek kırar arkadaşlar. Mesela kötüyü ancak iyi yok eder, tembelliği de ancak çok çalışmak çözer.  Bu yüzden kendinizi zorlayarak da olsa iyi bir şeyler yapmaya çalışın. Kendinizdeki en sevmediğiniz özelliğinizi düşünün. Verdiğiniz cevaplara bahaneler bulmayın, yumuşatmaya ve kendinizi aklamaya çalışmayın. Kötü huy olarak aklınıza geldiyse kötü huydur işte. Üstüne çok düşünmeyin. Yoksa nefis hemen “Ben de böyleyim, ne yapalım!” dedirttiriyor. Kendimden biliyorum. Aynı böyle olmuştu. Yıllar önce kendime en kötü özelliğimi sorduğumda, kitaplar konusundaki bencilliğim gün yüzüne çıkmıştı. Kitaplarımı kimseyle paylaşmıyor, isteyenlere yenisini alıp hediye ediyordum. Velev ki, birine hayır diyemeyip kitabımı kaptırdım, peşinden gelen birkaç gün yavrusundan ayrılmış kediler gibi yaşıyordum. Vallahi gülmeyin arkadaşlar. Anlatınca komik geliyor ama yaşarken hiç öyle değildi. Böyle davranma sebebim ise ne maddiyet, ne yırtılacak korkusuydu. Sadece şımarıklıktı. Kütüphanemin kalabalık görüntüsü hoşuma gidiyordu. Kitaplarımdan ayrı kalmak istemiyor ve her odaya girdiğimde yerlerinde görmek istiyordum. Sonra nefsimin bu konuda bu kadar ağır olmasına kızdım. Kitap sevmek kötü bir şey değildi elbette ama bu konuda bu kadar takıntılı olmak, kalbini bununla bu kadar meşgul etmek kötüydü. Sonra terbiye sürecine girdim ve kendime kitapları vermeyi öğrettim. Hatta ilk önce en sevdiklerimi verdim ki, şeytan benimle bu konuda uğraşmayı bıraksın. Öyle de oldu. Birkaç zaman sonra bu özelliğimden kurtuldum. Sonra kütüphaneye üye olup istediklerimi oradan alıp okumaya başladım. Derken Rabbim bana öyle bir yol açtı ki, 3 yıldır doğru dürüst bir okuma kitabı karıştırmaya vaktim olmadı. İlmihaller, tefsirler derken hızlıca geçti zaman.

Ya da mesela hayatımızın tam ortasından bir örneğim daha var. Birkaç yıldır çok sık duyduğum vesveselerden biri insanların abdest sıkıntısı. İtinayla aldıkları abdestler namaza durduklarında sanki yarım yamalak alınmış hissi veriyor. Namaz boyunca “Acaba oram yıknamış mıydı? Burama su değmiş miydi?” diye düşünerek huşuyu engelliyor. Velev ki bu namazı atlattı bir sonraki namazda yakaya yapışıyor. Abdesti bozacak hiçbir durum olmamasına rağmen “Acaba tuvalete gittim mi? Acaba bir yerim kanadı mı? Ay sanki gitmiştim. Ay şüpheye düştüm böyle olmaz ki.” diye diye diye insanı bir kere daha ele geçiriyor. Böyle durumlarda siz ne yapıyorsunuz bilmiyorum ama bir çoğu “Bana şeytan vesvese veriyor farkındayım” diyerek abdest almıyor. Yani muhtemelen abdest sağlam olabilir ama aynı zamanda şeytan ters köşe yapıyor da olabilir. Abdestin bozulmuştur ve sen bozulmamış diye hatırlayıp abdestsiz namaz kılacaksındır. Olamaz mı? Bu kadar şüphenin içinde bir buna mı yer bulamadın? Yani vesveseden kurtulmanın yolu farkındalıktan ziyade üzerine gitmekten geçiyor. Acaba dediğin an abdeste gideceksin. Hatta mümkün olan her vakitte abdest tazeleyecek ve şeytanın seni buradan oynatmasını engelleyeceksin. Böyle böyle kurtulacaksın bu vesveseden. Bir müddet sonra şeytan seni artık buradan ele geçiremeyeceğini anlayınca bırakacak yakanı. E tabi sonra başka bir yönden yaklaşacak ama aynı taktiği ona da uygulayacaksın. Böyle böyle vereceksin inşallah imtihanları. Başka çare mi var? İşte bunu söylüyorum. Üstüne git diyorum. Kurtul o özelliğinden. Allah rızası için yapınca, bambaşka bir yol açıyor Rabbim sana. İnan buna. İnanınca herşey oluyor zaten.

O halde #yeniyilkurallari’nın yeni maddesi “Kötü özelliklerimizin üstüne gitmek” olsun. Alışkanlıklarımızı iyiye çevirerek, nefsin elinden kurtulmak nasip olsun.

Yazının devamına ” Yeni Yıl Kuralları 21-30″ başlıklı yazıdan erişebilirsiniz. 

Yorum yapın