Meal Okumaları 83 – Mutaffifîn Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Bu mübarek sûre Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamada seksen üçüncü, iniş sırasına göre seksen altıncı sûre­dir. Ankebût sûresinden sonra, Bakara sûresinden önce Mekke’de İnmiştir. Sûre adını ilk âyetinde yer alan “ölçü ve tartıda eksiklik yapanlar” anlamın­daki “mutaffîfîn” kelimesinden almıştır. “Veylün li’-mutaffıfîn” adıyla da anıl­maktadır. Bu surenin nâzil olduğu o dönemlerde, Mekkeliler çarşılarda, yollarda, meclislerde ve Müslümanları nerede görürlerse, onlara sataşıyor ve onlarla alay ediyorlardı. O zaman fiilî saldırı ve zulüm devri henüz başlamamıştı. Bazı müfessirler bu surenin medenî olduğunu iddia etmişlerdir. Bu yanlış anlamaya İbn Abbas’tan gelen bir rivayet neden olmuştur. Şöyleki, “Rasulullah (s.a) Medine’ye geldiğinde, orada ölçü-tartıda hile yapma adeti çok yaygın idi. Fakat Mutaffifin Suresi nâzil olduktan sonra, Medineliler bu adetten vazgeçtiler. Tartıda dürüst davranmaya ve tam tartmaya başladılar.” (Neseî, İbn Mace, İbn Merdûye, İbn Cerir, Beyhâkî) İnsan Suresi’nin girişinde de açıklandığı gibi, sahabe ve tabiin, bazen bir konu ile ilgili bir sureyi beyan ederlerken ‘bu sureden sonra, halk ona uydu’ şeklinde konuşurlardı. Yani Rasulullah (s.a) Medine’ye geldikten sonra, bu sureyi Medinelilere tebliğ etmiş ve onlar da ölçü-tartıda ve alışverişte hile yapmaktan vazgeçerek, dürüst davranmaya başlamışlardır. Ama yinede bu mesele, b surenin Medine’de nâzil olduğu anlamına gelmez. Ayrıca sure içerisindeki ayetleri şu şekilde kategorize edebiliriz;

1-6: Toplum içindeki ahlaksızlıklar ve yolsuzluklar
7-17: Kötü işler yapanların amel defteri
18-28: İyi işler yapanların amel defteri
39-36: İki grubun birbirine karşı tutumu

Sure, ölçü ve tartıda eksik yapanlara karşı savaş ilanı ile başlar. Bunlar âhiretten korkmayan ve hakimler hakiminin önündeki o kor­kunç duruşmayı hesaba katmayanlardır. Bununla ilgili olarak ilk 6 ayette şöyle buyurulmuştur;  “İnsanlardan alırken ölçüp tarttık­larında tam, onlara vermek için ölçüp tarttıklarında ise noksan yapan hilekârlara yazıklar olsun. Onlar bilmiyorlar mı ki, büyük bir günde diriltile­cekler. Öyle bir gün ki, insanlar o günde Alemlerin Rabbinin huzurunda du­racaklardır.”  Vay haline o kimselerin ki alırlarken tam alırlar, verirlerken eksik verirler. Toplum içinde sayısız kötülükler olmasına rağmen kimse bu işi (ölçü-tartıda hile yapmayı) hoş karşılamazdı. Buna dayanarak Cenab-ı Allah, bu kötülüğün öbür dünyaya inanmamanın ve ahiretten gafletin bir sonucu olduğunu beyan ediyor. Bir toplum, en küçüğünden en büyüğüne kadar ahiret gününde hesaba çekileceğine inanmıyorsa eğer, kötülüğün giderilmesi ve dürüst olunması mümkün değildir. Bir kimse ne kadar dürüst olmaya çalışırsa çalışsın ticaretini yaptığı şeyin meblağı büyüdüğünde, pekâla bu dürüstlükten vazgeçebilir. Çünkü dürüstlük onun için müstakil bir değer değil sadece bir prensiptir. Ancak bir kimse, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa işte o zaman o kimse dürüstlüğü müstakil bir değer olarak kabul ettiği gibi, doğruluğu da üstüne bir görev olarak telakki eder. Bu kimse dürüst davrandığı zaman çıkarını ve zararını düşünmez. Zira onun dürüstlük anlayışı daha üst değerlere, yani Allah’a ve ahiret günü inancına dayanır.  Zaten Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde, alışverişte hile yapmak şiddetli bir şekilde kınanmıştır. “Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz kişiye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz.” (En’am-152), “Ölçtüğünüz zaman ölçüyü tam yapın, doğru terazi ile tartın. Bu daha iyidir ve sonu da daha güzeldir.” (İsrâ-35) ve “Tartıda taşkınlık edip dengeyi bozmayın. Tartıyı adaletle yapın, terazide eksiklik yapmayın.” (Rahman-8-9). Hz. Şuayb’ın (a.s) kavmine işte bu sebepten dolayı azap inmiştir. Çünkü o kavim, Hz. Şuayb’ın (a.s) kendilerine ısrarla yaptığı ikazlara rağmen, bu kötülükten vazgeçmemişti. O halde bunlar öylesine yapılmış toplumsal uyarılar değiller, bunlar kişinin imanını etkileyecek derecede önemli ahlaki özelliklerdir.

Ahiret ile ahlâk arasında yakın bir ilişki olduğu hususu açıklandıktan sonra, 7. ayetten 17. ayete kadar kötü işler yapanlar için amel defterlerinin hazırlandığı ve öbür dünyada onların şedid bir azabla karşılaşacakları, 18. ayetten 28. ayete kadar ise, iyi işler yapanları bir refah hayatının beklediği ve onların hesap defterlerinin şerefli meleklerin ellerinde olduğu anlatılmaktadır. Bu iki ayet grubu beraber inceleyeceğiz çünkü içerikleri ortak bir noktada buluşuyorlar.

7 ve 17.ayetler arasında söyle buyuruluyor; “Kötülük edenlerin yazısı Siccîn’dedir. Siccîn’in ne olduğunu sen nerden bileceksin? O, amel­lerin yazıldığı bir kitaptır. Vay haline o gün, yalanlayıcıların!”  Ve daha sonra 18 ve 28.ayetler arasında da şöyle buyuruluyor;  “Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” Siccîn kelimesi, “Sicn” kökünden gelir ki, daracık yer, zindan, hapis anlamındadır. Bu anlamıyla Siccîn, kâfirlerin ruhlarının bulunduğu yer kürenin yedi kat aşağısında bulunan bir zindandır. Ve  “İlliyyun”, yedinci  göktür ve cennetlik olanların ruhları da oradadır.Bazı alimlere göre,ayetlerdeki  “yazılmış bir kitap”tan maksat kişinin amel defteridir. Hafaza melekleri onları semada mukarreb meleklere teslim ederler. Mümin olan Kitabın sahibi güzel amellerini gördüğünde çok sevinecektir. Konuyla ilgili Dahhak’ın görüşü de manidardır: Mümin kimsenin ruhu alındığında, onu alıp dünya semasına götürürler. Her gökte bulunan Mukarreb melekler, onu oradan alıp sırayla ikinci, üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci semaya çıkarırlar, oradan da Sidretu’l-Muntahaya götürürler ve “Ya Rabb! Bu senin filanca kulundur” derler. Allah o kulunun kim ve nasıl biri olduğunu en iyi bilen olarak, onu azaptan emin kıldığına dair mühürlü bir tezkereyi onlara gönderir. “Şüphesiz iyilerin kitabı “İlliyyûn” dadır. İliyyûn’un ne olduğunu sen nereden bileceksin? O, yazılmış bir kitaptır.” ayetleri bu gerçeğe işaret etmektedir.  Bu açıklamalardan anlaşılıyor ki, herkesin kitabı ruhunun bulunduğu yerdedir. Buna göre “Siccîn” ve “İlliyyûn” hem kötü veya iyi ruhların bulunduğu bir mekân, hem de o mekânlara girmeye vesile olan iyi veya kötü amellerin bulacağı birer amel defteridir ki, oradaki görevli meleklere teslim edilir.

Surenin sonunda, müslümanlara müjde verilirken, aynı zamanda da kafirler uyarılmaktadırlar. Bununla ilgili olarak ayet şöyle buyuruyor; ‘’ “Kuşkusuz günahkârlar iman edenlere gülerler yanlarından geçerken onlarla kaş göz hareketleriyle alay ederlerdi.” Yani bugün mü’minleri hor görüyorsunuz ama kıyamet günü mü’minleri hor gören bu mücrimler zulümlerinin kendilerine feci bir son hazırladığını da göreceklerdir. Mü’minler de onların bu feci sonlarını görerek inanmış olmanın sevinciyle onları seyredeceklerdir.  Böylesine veciz bir ifadeyle müslümanlar ile alay eden kimselere ders verici bir uyarıda bulunulmuştur. Yani Müslümanların inandıkları hususların yanlış olduğunu farzetsek bile, bunun size ne zararı olabilir? Müslümanlar kendi inançlarına göre hareket etmekte ve özel ahlâkî bir tavır ortaya koymaktadırlar. 33.ayetteki ifadeyle ‘’Sizler onların üzerinde bekçi değilsiniz ki!’’

Ve surenin son ayeti beni ilk okuduğum günden beri hep etkilemiştir. ‘’Nasıl? Kâfir olanlar, işlemekte olduklarının feci karşılığını gördüler mi?’’  Bu çok latif ve ince bir ifadedir. Çünkü kâfirler müslümanlara eziyet ederek sevaba girdiklerini zannediyorlardı. Ahiret gününde mü’minler cennette keyif ve refah içindeyken, kâfirler kendilerini ateşin içinde yanar bulacaklar ve mü’minler için için sevinerek, ‘bekledikleri sevabı gerçekten bulmuşlar” diyeceklerdir. İnşallah!

Evet, bu sûreyi de burada bitirdik. Vel hamdü lillahi Rabbil’ âlemîn.
Ve
Sadakallahulazim.

Yorum yapın