Şekûr ism-i şerifi, شَكَرَ (şekere) fiilinden türemiş mübalağalı ism-i faildir. Mübalağalı ism-i failler, bir varlıkta bir özelliğin çok fazla bulunduğunu ve bir kimsenin bir şeyi çok fazla yaptığını gösteren isimlerdir. شَكَرَ (şekere) fiilinin ism-i faili ise لشاكر “Şâkir”dir. Şâkir de Şekûr gibi Allah-u Teâlâ’nın bir ismi şerifidir. Bu iki isim arasındaki mana farkı şudur: Şâkir denildiğinde, bire on, belki bire yüz karşılık veren manası anlaşılır. Fakat Şekûr dendiğinde, eşsiz, benzersiz ve sınırsız karşılık veren manası anlaşılır. Bu bağlamda eş-Şekûr; “Az amele çok nimetle karşılık veren” demektir.
Kur’an-ı Kerim, sürekli olarak Allah’ın insanlara verdiği nimetlere, yaptığı ihsanlara dikkat çekmekte ve insanın yararlandığı bu nimetler karşısında şükretmesini istemektedir. Demek ki, iyilik görmenin karşılığı dünyada da ahirette de budur. Zaten Türkçede kullandığımız “teşekkür etmek, şükran duymak, minnettar olmak” gibi kavramlar da şükür ile aynı kökten gelmekte ve yaklaşık olarak aynı anlamı ifade etmektedir. Yaklaşma ihtimallerinden uzak, tam bir şükrün tarifi ise: Nimeti verene karşı, kalbin sevgiyle, organların itaatle yaklaşması ve dilin ise nimeti vereni övmekle meşgul olmasıdır.
Allah’ın, insanlara “Verdiğim nimetlere şükredin” demesi kullar için büyük bir nimettir. Çünkü Rabbimiz bize şükretmek yolunu göstermeseydi, elimizde bulunan nimetleri harcayarak tüketir, karşılığında ne yapmamız gerektiğini bilmeden savrulur ve yalnızca emredilen ibadetleri yerine getirerek bir şeyler yapmaya çalışırdık. Fakat Rabbimiz bizim böyle aciz kalmamıza izin vermemiş ve bizlere hem şükretmek kavramını öğretmiş, hem de şükrün karşılığında bile binlerce nimet vaat etmiş. Bunların bir insanın hem dünyası, hem de ahireti için ne kadar önemli olduğunu Lokman Sûresi’nin 12 ve 13. ayetleri şöyle anlatıyor: “Andolsun ki biz, Lokman’a ‘Allah’a şükret!’ diyerek ona hikmet verdik. Kim şükrederse kendi iyiliğine eder. Kim de nankörlük ederse, şüphesiz ki Allah, hiçbir şeye muhtaç değildir, daima övülmeye layıktır. Hani Lokman da, oğluna öğüt vererek demişti: ‘Yavrum! Allah’a ortak koşma; çünkü ortak koşmak büyük bir zulümdür!” Bu ayetlerde dikkatimizi çekmesi gereken ayrıntılardan birincisi; şükretmek, Lokman (a.s.)’a Allah tarafından öğretilen hikmetli bir bilgi olarak görülmüş. İkincisi; Lokman (a.s.), şükrünü oğluna tevhidi ve şirki öğreterek yerine getirmiş. Ve üçüncüsü; bu şükür, Allah katında öyle kıymetli görülmüş ki, ümmete ders olması için Kur’an ayetlerinde yerini almış.
Buradan bir kere daha anlıyoruz ki, “Allah’ım sana şükürler olsun” demek kuru bir teşekkürden ibarettir. Fakat Rabbimiz bizden ameli bir şükür istiyor. Ve âlimler “Her nimetin şükrü kendi cinsinden olur.” diyerek bizlere küçük bir yol gösteriyor. Yukarıdaki ayetlerde görüyoruz ki, Lokman (aleyhisselam) çocuğunun şükrünü ona Rabbini öğreterek yerine getirdi. Demek ki, insanlar kendilerine verilen evlada şükretmek istiyorlarsa, onlara doğruyu öğretecek ve onları İslam yolunda eğitecek. Şükredilmesi gereken bir evlat değil mal mülk ise, doğru yolda, Allah rızası gözeterek harcanacak. Yahut şükredilmesi gereken şey diğer dünyalık nimetlerin varlığı ise, onlarda doğruya ulaşmak için bir aracı olarak kullanılacak. Ancak bu şekilde, gerçek bir şükrü yerine getirmiş oluruz.
Cenab-ı Hak, Peygamberimiz’i (s.a.v.) bütün günah ve kusurlardan uzak olarak yarattığı halde, Efendimiz (s.a.v.) fırsat bulduğu her gece sabahlara kadar ibadet eder ve gözyaşı dökermiş. Onun bu halde gören Aişe (r.a.) validemiz ise, bir gün dayanamayıp sormuş: “Ya Rasûlullah, niçin kendinizi bu kadar yoruyorsunuz, sizin geçmiş ve gelecek tüm günahlarınız affedilmedi mi?” Efendimiz (s.a.v.) ise “Ya Aişe, ben Rabbime şükredici bir kul olmayayım mı?” diyerek cevap vermiş. Görüyoruz ki, Efendimiz (s.a.v.) sevinilecek durumlarda da üzülecek durumlarda olduğu gibi ağlayarak şükreder ve bu şükrü bile daima yenilerdi. Yine bir gün, yatalak bir hastayı ziyaret ettikten hemen sonra, Allah’ın kendisine ihsan ettiği sağlık için hemen bulunduğu yerde secdeye varmış ve bir müddet orada öylece şükrüne devam etmiş. Bizler bu kıvama gelebilmek için kendimizce gayret göstereduralım ama bir yandan da Efendimiz’in (s.a.v.) bize hem ahlaki bir güzellik, hem de şükrün edebini öğrettiği şu güzel hadis-i şerifi unutmayalım: “Kim dini konularda kendinden üstün olanlara bakıp onlara uyar ve dünyevi konularda da kendinden aşağı olana bakıp Allah’ın kendisine vermiş olduğuna hamd ederse, Allah onu, şükredici ve sabredici olarak yazar. Dinde kendinden aşağı olana bakıp, dünyevi konularda kendisinde bulunmayanlara üzülüp duranları ise şükredici ve sabredici olarak yazmaz.”
O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.
Sadakallahulazim!