Rabbim sen ne verirsen hayırlısını verirsin, her şey benim kabulüm demek. Ve son olarak “Allahuekber” ile kapanışların en güzeli. “Allah her şeyden büyüktür” diyerek az önce tekrar ettiği tüm zikirleri yeniden tasdiklemek. Hem Subhanallah’ı, hem Elhamdulillah’ı içine alacak kadar geniş ve kudretli bir anlama sahip olması bu zikrin en sonda çekilmesine sebep olmuş. Yani aslında burada kula şöyle de bir mesaj var: Önce kalbini ve dilini şirkten temizle, sonra Rabbinin senin için verdiklerine şükret ve sonra Allah’ın büyüklüğünü tekrar tertemiz bir kalp ve şükür dolu bir dil ile ikrar et. Düşünsenize, diliniz “Allah büyüktür” deyip duracak ama kalpte şirk tohumları? Ya da “Allah büyüktür” diyeceksiniz ama içinizde sürekli verdiklerini eksik bulup hep daha fazlasını isteme hali? Olur mu sahiden böyle? Olmaz tabi. İşte bizim basit bir sıralama olarak gördüğümüz şey, aslında insanı Rabbine en güzel, en temiz biçimde hazırlayan sayısız hikmetten sadece biri.
Üstelik aynı “El Aliyy” isminde bahsettiğimiz gibi, yapılmasını sünnet olarak öğrendiğimiz birçok yerde bu ismi zikretmek aslında bizim için Kur’an-ı Kerim’in davetine icabet etmektir. Çünkü Müdessir Sûresi 3. ayette şöyle buyruluyor: “Ve rabbeke fe kebbir – Rabbini tekbir et” Bu ayet aynı zamanda, namazın başındaki iftitah tekbirinin farz hükmünde olmasına delildir. Namaz içerisindeki tekbirler ise ihtilaf konusudur. Kimi âlimlere göre sünnet, kimi âlimlere göre farz hükmündedir. Ben bu konuda ortayı bulan âlimlerin fikrini kabul ediyorum: Namaz içerisindeki tekbirler farz değerinde olsalar da yapılmaması farzı terk etmek gibi değil sünneti terk etmek gibi görülmelidir.
Konuyu “Kebir” ismine döndürecek olursak şayet; El-Kebir, “kbr” kökünden gelen “Büyüklükte kendisinden daha büyüğü düşünülmeyen, bütün büyüklükleri kendisine mahsus” anlamına gelen bir isimdir. Bu kökten gelen bir isim Allah’ın azametine işaret olurken, yine aynı kökten gelen “istikbar ve tekebbür” gibi kavramlar Kur’an’da insanın ve şeytanın kibrine işaret eder. Buradan anlıyoruz ki Rabbimiz büyüklüğü, azameti ve izzeti yalnızca kendine tahsis etmiştir. Yaratılmışlar için kibir, terbiye edilmesi gereken kötü bir huydan fazlası değildir. Çünkü kibir, insanın kendini tam ve eksiksiz görmesine sebep olur. Kendini eksiksiz görme gafletine düşenleri ise ayet apaçık uyarmaktadır: “İnsan neyden yaratıldığına bir baksın da, ondan sonra büyüklensin.” Bu yüzden kalbimizde zerre miktarında kibir hissettiğimiz her an Rabbimize sığınıp dua etmeli ve kendimizi nefsimizin elinden o an kurtarmalıyız. Çünkü kibri kendine yakıştıran insan ya Nemrut olur, ya Firavun. Onlarında sonlarını hepimiz biliyoruz. Rabbim bizleri nefse uyup şımarmaktan, kibre düşüp kabarmaktan ve bu hallerin getirdiği hatalardan muhafaza etsin.
O halde, Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.
Sadakallahulazim.