Allah’ın Melik ismini tam anlamıyla idrak edebilmek için önce bu kökten gelen ve Kur’an-ı Kerim’de de geçen diğer benzer isimleri anlamaya ihtiyacımız var. Biz bugün bunlardan yalnızca ikisini inceleyerek aradaki farkı anlayıp, Melik isminin gerçek anlamına ulaşmaya çalışacağız.
El-Melik ve El-Malik, bu anlamda Allah’ın Kur’an-ı Kerim’de geçen en belirgin isimlerindendir. Anlamı: “Bütün evrenin gerçek sahibi, yöneticisi, asıl ve mutlak sahibi” demektir. Fakat bu iki isim arasında, aynı rahmet ve merhamet kelimlerinin arasındaki gibi bir küçük fark vardır. Malik, fiile izafe edilir. Melik ise özneye. Örneğin; bedeninizin sahibi sizsinizdir, bu sizi Malik yapar. Fakat bundan öte sizin bir sahibiniz vardır ve O, aynı zamanda size ait olan her şeye de sahiptir. İşte bu Melik’tir. Daha iyi anlamak için özneleri değiştirelim. Çocuklarınızın görünür sahibi sizsinizdir, fakat ona ait olan kulağın, gözün, saçın, düşüncelerin sahibi asla siz olamazsınız. Fakat Allah, hem size, hem size ait olan evladınıza, hem de o evladın tüm azalarına sahip olandır, demek ki Allah Melik’tir. Ve Melik isminin bize tecelli edişi Malik olmakla olur.
Aynı zamanda Malik ismi, Allah’ın kendi için de kullandığı isimlerdendir. Yani aynı, rahmetinden bir miktarı bize verip bizleri merhametli yarattığı gibi, Melikliğinden bir miktarı da bize verip, bizi Malik olarak yaratmıştır. Ve işte tüm bunları yaparken, kendi rahmetinden, kendi Melikliğinden kendi izzet ve kereminden asla eksilmiyor olması O’nun tek Melik olduğunun ispatıdır. Bizim ise, kendimize ait gördüğümüz ve kendimizi onun sahibi saydığımız tüm varlığımız, bir başkasına vermekle eksilir yahut zaman içerisinde tükenir. Oysa Melik olan Allah, varlığını bir kulundan alır ve sonra diğer kuluna verir. Varlık O’nun, kul O’nun, varlığı birinden diğerine geçiren kudret O’nun. İşte bu yüzden Allah kullarını bazen vererek, bazen alarak sınar. Bazen sultan eder sınar, bazen kurban eder sınar. Bazen evlat verir sınar, bazen evladını alır sınar. Bazen dost verir sınar, bazen dostsuz bırakarak sınar. Bazen eş verir sınar, bazen yalnızlıkla sınar. Ama aldığı da verdiği de, gelen de giden de, kalan da, yiten de yine O’nun mülküdür. O Allah ki, mülküne mülk veren ve dünyada imtihan edendir. İşte bizler, Allah’ın en değerli mülkleri olarak bu imtihanın farkında varmak zorundayız. Farkında olmak ve sahibi olduğumuzu sandığımız tüm bu nimetlerin asıl sahibini unutmamak zorundayız.
Tam burada aklıma Osmanlı padişahlarının bir uygulaması geliyor. Bazı kaynaklara göre Yavuz Sultan Selim’in, bazı kaynaklara göre ise Fatih Sultan Mehmed’in başlattığı bir geleneğe göre; padişah, halkın içine karışacağı bazı özel günlerde, birkaç adama altın vererek, geçtiği yerlerde “Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var!” diye bağırmasını istermiş. Çünkü padişah, halkın sevgisiyle karşılaştığı an nefsine uyup böbürlenmekten ve varlığın tek sahibini unutmaktan korkarmış. Rabbim şu hisli korkuyu bizlere de nasip etsin! Yine muhaddisler, bir adamın Efendimiz’in huzuruna gelince titremeye başladığını ve Peygamberimiz’in ona, “Kendine gel! Ben Kureyş kabîlesinden kurumuş et yiyen bir kadının oğluyum.” buyurduğunu, yani kendisine verilen peygamberlik nimetiyle dahi övünmediğini aktarmışlardır. Bu iki örnekten anlıyoruz ki, bize verilen nimetler mülk değil emanettir. Onlara bağlanmak, varlığına sevinip yokluğuna isyan etmek hadsiziktir.
Alimlere göre, yokluğa sabretmek kolaydır. Çünkü yoktur ve sabretmek zorundasındır, zaten sabretmezsen yapabilecek başka bir şeyin de yoktur. Belki bir iki dövünür, bir iki bağırır, belki Allah muhafaza bir iki isyan edersin. Fakat sonra yine el mahkum, sabredersin. Oysa varlığa sabretmek öyle değildir. Varlık, insana güç katar. Güç ise, insana kendini sahip hissettir. Kendini sahip hissetmeye başlayan insan, zamanla varlığın asıl sahibini unutur. Ama bu öyle dil ile unutma değildir. Hâl ile unutur, amel ile unutur. İşlere dalar, namaz vaktini geçirir. Okula yoğunlaşır, Kur’an-ı Kerim’i unutur. Dost eğlencesine dalar, haramları unutur. Çocuğa dalar, namazı bırakır. Ve en kötüsü ise rahatlığa dalar, rahatsız olan yetimi, fakiri, düşkünü unutur. Ama bazı insanların zenginliği, onlara Allah tarafından bir ikramdır, bol bol verilir. O zenginliğin sahibi ne Rabbini unutur, ne yoksulu unutur. Bu yüzden onun varlığı ne azalır ne yok olur. Tüm bu sahnelerden görüyoruz ki, mülkiyet çağımızda insanoğlunun en hassas meselesi haline gelmiştir. Aslında bu yüzyıllarca böyle olmuştur ve kıyamete kadar da böyle olmaya devam edecektir. Aynı zaman da Rabbimiz her insanın yaratılışına sahip olma, sahip çıkma, sahiplenme gibi fıtri özellikler koymuştur. Fakat gerek peygamberlerin hayatlarına, gerek sahabenin hayatına, gerek ashab-ı kirâmın hayatına ve gerekse çağımız müçtehidlerinin hayatına baktığımızda görüyoruz ki, bu özellik terbiye edilmeyecek bir özellik değildir. Rabbim bu özelliği bizlere terbiye edelim diye vermiştir. Aynı öfkeyi verişi gibi, ateşi yaratılışımıza koyuşu gibi. Dolayısıyla burada, biz insanlar için bir imtihan vardır.
Peki nasıl olacak bu işler? Verilen mülkün nasıl hakkıyla sahibi olunur? Elde olan zenginliğin nasıl hakkı ödenir? Verilen bunca dünya nimetinin sahibi hiç unutulmadan nasıl yaşanır? Biz de mi altın verip adam tutup, bağırtalım? Bu mudur tek yolu? Hayır dediğinizi varsayıyorum. Ve bu varsayım üzerine, neler yapabileceğimizi dair bulduğum ipuçlarını sizlerle paylaşmak istiyorum. Mesela Hadid Suresi’nde buyruluyor ki: “Ele girmesiyle, elden çıkması bir olsun.” Demek ki, bizler varlığa ait olmayacağız, onu bize ait görmeyecek ve yığmayacağız. Ve ayete riayet ederek, geleni vermeyi, birikeni dağıtmayı, olanı ikram etmeyi bileceğiz. Sonra “El Malik” ismi şerifi var, varlığı kendimize ait görmeye başladığımız an bu ismi aklımıza getirecek ve kötü düşüncelerden kurtulana dek ismi dilimize pelesenk edeceğiz. Bu bize, evrenin ve tüm nimetlerin gerçek bir sahibi olduğunu hatırlatacak ve haddimizi bilmeyi öğretecek. Ve bu isim bize tecelli etmeye başladığı an, gerçek bir Malik olmanın ne demek olduğunu anlayacağız. İnsan şehvetini dizginleyebilirse Malik olur. İnsan öfkesini dizginleyebilirse Malik olur. İnsan nefsini zapt edebilirse Malik olur. İnsan varlığını dağıtmayı bilirse Malik olur. İnsan insanlığını bilirse Malik olur. İnsan Rabbini bilirse Malik olur. İnsan Malik olursa, Rabbi ona Melik olur.
Rabbim tüm güzel isimlerinin hakkı için hepimize merhamet etsin ve günahlarımıza rağmen bize bu ilmi anlamayı/anlatmayı nasip etsin.
Sadakallahulazim.
Allah razı olsun güzel kardeşim ?