Meal Okumaları 15 – Hicr Suresi 

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Hicr sûresi, Allah’ın birliği, peygamberlik, öldükten sonra dirilme ve ceza gibi temel İslam inançlarını hedef alan Mekkî sûrelerdendir. Mushaf’taki sıralamada onbeşinci, iniş sırasına göre ellidördiincii sûredir. Yû­suf sûresinden sonra, En’âm sûresinden önce Mekke döneminde, müşriklerin Hz. Peygamber’e ve müslümanlara yaptıkları baskıların şiddetlendiği yıllarda nazil ol­muştur.  Sûrenin ağırlık noktasını, çeşitli zaman ve asırlarda peygamberleri yalanlayanların ve azgınların yıkılıp yok olmalarını anlatır. Bu güne kadar okuduğumuz 14 surenin tefsirinde zaten gelen peygamberleri, helak olmuş kavimleri sıkça anlattık. Eğer seriye ilk bu yazıyı okuyarak başlıyorsanız hata yapıyorsunuz. En başa dönmenizde fayda var, çünkü konuları tekrar anlatsam bile o kadar kapsamlı anlatmam mümkün olmayabilir. Hicr, Semud kavminin bulunduğu vadinin adıdır. Daha önce birçok surede öğrendiğimiz gibi, adının Semud kavmiyle alakalı olması, bu surenin tamamen Semud kavmini anlattığını iddia edemeyiz. Adını 80.ayetten alan bu surede kısacık bir bölümde Semud kavminden ver geri kalanlarında da diğer kavimlerin helaklarından bahseder.  Genel olarak bu şekilde olan konunun dağılımına bir de madde madde bakalım;

1-25: Kur’an’ın korunmuşluğu, burçların şeytanlardan korunmuş olması, tabiat olaylarının Allahtan oluşu
26-50: İnsanın balçıktan yaratıldığı, Şeytan’ın Âdem’e secde etmemesi, Allah’ın şeytana mühlet vermesi
51-84: Geçmiş ümmetlerin kıssaları, Lût, Eyke, Medyen ve Hıcr kavimlerinin cezalandırılması
85-99: Allah’ın kullarına hediyesi Kur’an, kâfirlerden çekinmemek, kullukta sebat etmek

Surenin ilk ayetleri tehdit ve korkutma gölgesi içinde uyarı ile başlıyor, ilk üç ayet şu şekilde; ‘’ Kafirler, müslüman olmuş ol­malarını arzu edeceklerdir. Onları bırak, yesinler, eğlesinler ve boş ümit onları oyalayadursun. Yakında bilecekler.’’ Tefsirlerde inkarcıların bu pişmanlığı ne zaman ve hangi olay veya olaylar karşısında yaşayacakları konusuyla ilgili, “ölüm sırasında”, “kıyamet saatinde”, “âhirette müslümanlarm cehennem ateşinden kurtuldukları vakit” şeklinde üç de­ğişik görüş İleri sürülmüştür. Ancak Râzî’nin Zeccâc’a isnat ettiği ve benimsedi­ği “İnkarcı kişi, bir azap manzarasıyla karşılaştığında, müslümanın güzel bir duru­munu gördüğünde hep kendisinin de müslüman olmadığına hayıflanacaktır” şeklindeki yorumu en isabetli olanıdır. Aslında, âyetin iik muhatapları Hz. Peygamber’e karşı ilk direnişte bulunup inkâra sapan Mekke müşrikleri olduğuna göre onlar bu pişmanlık halini ilk defa daha Peygamber efendimiz Mekke’yi fet­hettiği, dolayısıyla müşriklerin müslümanlar karşısında bir daha ayağa kalkamaya­cak şekilde yıkılıp gittiklerini gördükleri zaman yaşamışlardır; kuşkusuz âhirette müslümanlarm nail olacağı nimetleri gördüklerinde onlara daha çok yerinecekler, ettiklerine daha çok pişman olacaklardır. Kur’ân-ı Kerîm’de inkarcıların âhirette hissedecekleri pişmanlığı anlatan ifadelerin birinde şöyle buyurulmaktadır: “İşte o gün gerçek egemenlik Rahman’indir ve o gün İnkarcılar için çok zor bir gün ola­caktır. O gün, dünyadayken haktan sapmış kişiler ellerini ısırarak şöyle diyecek: “Keşke Peygamber’le birlikte aynı yolda olsaydım! Eyvah! Keşke falancayı ken­dime dost edinmeseydim!” 4-5 ayette bu ayetlerin muhattabı olan kavimlerin sonlarıyla ilgili dikkat etmemiz gereken bir iki kısım var; ‘’ Hiçbir ümmeti bilinen bir yazısı olmaksızın helak etmedik!’’ Buradan anlıyoruz ki onların kaderlerinde olan şey helak değildi. Onlar bir çeşit imtihana tabii idiler ve gittikleri yol neticesinde haklarında bir karar verildi. Hani bize hep ‘’her kulun ne yaşayacağı doğumundan belli’’ dediler ya, aslında böyle ayetler bu konuda beni biraz düşündürüyor. Allah şüphesiz herşeyi bilendir, başımıza geleceği de başımıza gelecekken silineni de. Bu yüzden burada karşımıza külli irade, cüzi irade meselesi çıkıyor. Allahın kulları için planları var, onları hayata getirdikten sonra bunları önlerine sürüyor. Kul yaşıyor, seçiyor, zaman geliyor yoldan çıkıyor, zaman geliyor şükür bilenlerden oluyor, Rabbim aslında bunların hepsini biliyor ama onun iradesine müdahale etmiyor. Benim hangi yolu seçeceğimi, hangi hataları yapacağımı ve hangi şekilde cezalandırılacağımı bilen bir Rabbim var ve kesinlikle bana müdahale etmiyor. Bunu cüzi iradem ile ben bizzat kendim seçiyor ve yaşıyorum. O zaman da akla şu soru geliyor, Rabbim madem her başımıza geleği biliyor o zaman biz niye dünyada imtihan olup zaman kaybediyoruz? İşte burada da bizim anlayamayacağımız bir düzen var. Rabbim belki bir gün tövbe ederler, belki bir gün cennet ehli olurlar diyerek her kuluna mühlet tanıyor. Peki bilmiyor mu hangi kulu tövbe edecek, hangi kulu daha da sapacak? Bence biliyor. O zaman bu konunun kilit noktası ne? Biz ucu nereden tutuyoruz? Nereden kaçırıyoruz? İşte bunlar hep bizim sessizce tevekkül etmemiz gereken meseleler. Rabbimiz kullarına mühlet veriyor dedik, kavimlere de verdiğine dair ayetleri de sıkça okuduk. Bu ayetlerden önce onların aslında kalplerinin mühürlü hatta lanetli olduklarını da okumuştuk. Onların kalplerinin mühürlü olduğunu bile bile, asla tövbe etmeyeceklerini bile bile Rabbim onlara neden mühlet verdi? Bunun cevabını İbrahim suresinde okumuştuk; “Biz hiçbir topluluğu küfrü işlediklerinde hemen cezalandırmayız. Biz her topluluğa daveti duyup anlamaları ve hallerini düzeltmeleri için bir süre veririz. O süreye kadar günahlarına ve kötü hareketlerine müsamaha gösteririz, dilediğini yapma özgürlüğü veririz ve o süre bitinceye dek bekleriz. Onların alaylarına ve küfürlerine müsamaha göstermemizin nedeni işte budur.”  Surenin devamındaki birkaç ayet bu şekilde kafirlerin sapkınlıklarından ve delil isteme hallerinden bahsediyor. Bu konu 15 ayette geçen ‘’ Onlar derler ki; Mutlaka bizim gözlerimiz döndürüldü ve büyüye tutulmuş bir toplum olduk’’ ifadesiyle son buluyor. Yani onlara mühlet verildiği halde, onlar hem tövbe etmeyecek hem pişman olacak hem bahane bulacaklar. Yalnız unutmamak lazım ki; Allah’ın vaadi haktır ve herkes hakkını muhakakk ahirette alacaktır.

Geldik Kuran’da ilk defa karşımıza çıkacak olan bir meseleye, üstelik benim de nasıl anlatacağım konusunda ufacık bir fikrim olmayan bir meseleye. 16.ayet ‘’Biz semada burçlar yaptık ve onu nazar edenler için süsleyip donattık.’’ diyerek, bize burçların olduğunu düşündürüyor. E haliyle bu da bize yeni bir araştırma konusu çıkarıyor. Araştırma linklerini paragraf sonuna ekleyeceğim ama yönlendirme yapmadan buraya yeterli bir bilgi de yazmak istiyorum. Arapça burç kelimesinin “etrafı surlarla örülmüş bir yer” anlamına gelir.  Fakat astronomide teknik bir terim olan burç, güneşin göklerde yaptığı yolculuğun geçiş noktalarını belirten burçlar kuşağının oniki konağından birini kastetmek için kullanılır. Bu, bazı müfessirleri bu ayette de burcun astronomideki anlamıyla kullanıldığını düşünmeye yöneltmiştir. Bazıları da bununla “gezegenler”in kastedildiği görüşündedirler. Fakat eğer bu kelimeyi 19. ayetin kapsamı içinde ele alırsak, “küreler” anlamına geldiği sonucuna varırız. 19.ayette ‘’ Yeryüzünü yayıp döşedik ve ona sabit dağlar döşedik.’’ Anlamlarını açık seçik kavramak ya çok güç veya İmkânsız olduğu için “mü-teşâbihât” grubuna giren 17-18. âyetler hakkında klasik tefsirlerde bazı yorumlar yapılmış, güvenilirliği kuşkulu olan rivayetlere dayanılarak bazı ayrıntılar veril­miştir. Yine de ister astronomik bir tefsiri kabul edin, isterseniz küreler anlamına yorulan tefsiri kabul edin sonuç olarak bizim alacağımız cevabın gündelik burçlarla alakası olmadığını anlayacaksınız. Çünkü bu burçların astronomi ile alakalı olduğunu söyleyip, arkasından 12 burç ismiyle bizi tanıştıran müfessirlerin bu konuda ciddi uyarıları var.  Çünkü  Kuranda burçların insan kaderi ve tabiatı üzerindeki etkilerinden söz edilmez. Yıldızlardan ve burçlardan falcılık yoluyla hükümler çıkarmak ise Efendimiz tarafından şiddetle reddedilmiştir. Bu konudaki en sağlam yorumu sorularlaislamiyet sayfasından okudum ve orada şöyle diyor; Eğer güneş ailesindeki gezegen ve uyduların, bir kısım yıldız ve burçların insan tabiatı üzerinde bir takım etkileri varsa bunlar, falcılık usulleriyle değil ancak ilmî yollarla inceleme konusu yapılabilir. Kaderin ise ecrâm-ı semâviyye (yıldız, gezegen ve diğer uydular) ye bağlı hiç bir yanı yoktur. Şüphesiz insan kendini kuşatan şartların ve içinde
bulunduğu ortamın etkisi altındadır. Az önce de dediğim gibi bu ayeti iki ayrı şekilde yoran müfessirler olmuş, ben astronomik bağlantıyı kabul etmeyenleri tercih ettim. Çünkü ayetlerin devamında, yeryüzü, dağlar, denizler, rüzgarlar, ölümler, dirilmeler vs vs geçiyordu ve bu yüzden burç kelimesini ‘’etrafı surlarla örülmüş, yüksek bir yer’’ olarak algılamak istedim. Bu konuda değişik görüşler olduğu için siz de birkaç tefsir seti karıştırarak kendinize en uygun gelen görüşü okuyun derim. Ben burada benimkini paylaşıyorum ama belki diğerleri aklınıza yatabilir.  Burç konusundaki ayrıntılı bilgiler için;  Tıktık! Tıktık!

Yine aradaki ayetleri atlayarak 26-27.ayetlere geliyorum. Bu ayetler bize insanın kuru bir balçık çamurundan, cinlerinde ateşten yaratıldığını söylüyor. Ve bu bilgiden sonra Şeytan ile Adem kıssasına giriş yapılıyor. 29.ayette meleklere verilen ‘’ Ben o insana ruhumdan üfleyeceğim, derhal onun için secdeye kapanın’’ emrinden sonra secde etmeyen meleğin adı şeytan olacak. Ve işte yaratılış süresinin zorlu evresi o andan sonra başlayacak.  Bu arada insanın yaratılış safhalarını unutanlar Enam suresinde yazmıştık, oradan tekrar okuyabilir. Ve yine daha önce Adem as ile Şeytan’ın kıssasını Bakara Suresinin girişinde anlatmıştık, daha ayrıntılı okumak isterseniz bu olayı da oradan okuyabilirsiniz. Şimdi burada ayetlerle birlikte ilerleyecek ve o gün öğrendiğimiz genel bilgilere ayrıntı vereceğiz.  Şimdi buraya kadar bir tekrar edelim, Allah meleklere secde emri verdi, hepsi etti ve şeytan çamurdan yaratılmış bir insana secde etmek istemedi. İşte tam burada meleklerden birinin adı Şeytan oldu ve o tam azaba uğratılacakken Rabbinden mühlet istedi. Ve Allah ona 37.ayette “O halde sen bilinen bir vakte kadar kendilerine mühlet verilenlerdensin.” buyurdu. İblis dedi ki: “Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onları günahlarla süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım.Ancak onlardan ihlasa erdirilmiş kulların müstesna…”  Bu kıssada dikkat etmenizi istediğim üç ayrıntı var. Şeytanın kovulmasına sebep olan şey kibriydi. Demek ki kibir gerçekten törpülememiz gereken bir özellik. Ve şeytanın bu kibrine rağmen Rabbi ona mühlet verdi. Demek ki öyle Rabbin merhameti büyüktür deyip içten içe korkmaya affedilmeyeceğini düşünmeye gerek yok, düşünsene şeytana bile mühlet verilmiş sana tövbe etmen için mi verilmeyecek? Ve üçüncüsü şeytan tüm kullarını saptıracağım ama diyor, ama kimler istisna? İhlaslı kulların istisna. İhlaslı kul nasıl olunur sorusuna herkes kendi cevap versin. Ve cevapları verirken kibriniz ve egolarınız ortaya çıkıyorsa acilen bir nefis mücadelesi başlatın. Çünkü şeytanın bir insanı ele geçirmesi genelde bu iki özellik ile başlıyormuş, aman ha!

44.ayette bize yeni bir bilgi veriliyor. ‘’ Cehennemin 7 kapısı vardır.’’ Bu konu ile ilgili bazı ayet ve hadisler birleştirilerek ortaya genel bir konu anlatımı çıkmış. Bunu delilleriyle birlikte ben de size açıklamaya çalışayım; 

1. Cehennem : Kuran’da 77 kere bahsedilmiş bu katın günahlarında ısrarcı olan müslümanların, burada bir süre azap çekeceği ve daha sonra çıkarılacağı söylenir.  
2. Lâzâ (alevli ateş)
: Meâric, 15 

3. Saîr (çılgın ateş
): Mulk, 5 

4. Sakar (kırmızı ateş):
Muddessir, 27 
5. Hâviye (uçurum
):
Kâria, 9-11 
6. Hutame (kalbleri saran ateşli kaygı)
: Humeze, 4 
7. Cahim (yanan kızgın ateş
): Mâide 10

Sitelerde yahut bazı kaynaklarda bu katlarda kimlerin bulunacağı bilgisini okumuş olmanız mümkün. Ama bu bilgiler kesin mi yoksa daha sonra müfessirler ya da din adamları tarafından ayrıntılandırılmış açıklamalar mı bilemedim. Bilemediğim için de buraya yazmamam gerektiğini düşündüm. Yine de merak edenler her kat cehennem için yüzlerce bilgi internette yazılmış durumda. Daha derin bir kaynaktan okumak isteyenler Marifetname’yi inceleyebilirler. Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya göre Sakar cehenneminde Yahudiler, Sair cehenneminde Hristiyanlar, Laza cehenneminde sihirbazlar olacak. Yine de bu bilgiye körü körüne inanmak çok akıllıca gelmiyor. Cennet ve cehennem hakkında bize verilen bilgiler sınırlı, henüz daha kapıları açılmış bile olmayan bu iki mekan hakkında insanların bilgi vermesi de fazlaca sakıncalı. Yeni bir konuya geçmeden önce 47.ayette Cennette bulunanlar için ‘’Onların göğüslerindeki kinleri soyup atmışızdır. Onlar kardeş kardeş olarak köşklerinde otururlar’’ denmiş. Bu ayet benim çok hoşuma gitti. Böyle birden yüzüme bir gülümseme yerleleştirdi. Ben çok kindar bir insan değilimdir, belki de bu yüzden cennettekiler de kin olmayacağını duydukça sevinesim geliyordur. Hem bir hadis var ya, kalbinde zerre kadar kin olan cennete giremez, kalbinde merhamet olan insan da cehenneme giremez. İnşallah bu hadis sahihdir ve inşallah gerçekten kalbimde kin yoktur. Yarın bir de büyük konuştum diye bundan imtihan olmak istemem. 

Cennet, cehennem meselesini geride bırakıp 51.ayetle birlikte kavimlere başlıyorum ama hızlı geçeceğimi belirterek başlıyorum. İlk olarak İbrahim as’a gelip ona oğul müjdeleyen meleklerden bahsediyor. Bu meleklerin o gece iki görevi vardı. Yeryüzüne inip ilk olarak İbrahim as’ı müjdeleyecek sonra da gidip Lut as’a kavminin helak olacağını bildireceklerdi. Bu konuyu Araf suresinde anlattık. 51-57.ayetler arasında İbrahim as ile melekler arasında geçen diyalog anlatılmış. Burada tekrar söylenmesi gereken tek şey, İbrahim as müjdeye şaşırınca melekler ona kızıp ‘’Sakın ümidi kesenlerden olma!’’ diyorlar. Demek ki her zaman ümitvar olmak gerekiyor. Daha sonra 57-77.ayetler arasında Lut Kavmi kıssasını daha ayrıntılı bir şekilde anlatıyor. Hemen üstünkörü daha önce öğrendiklerimizi özet geçeyim, Lut Kavmi eşcinselliğiyle bildiğimiz bir kavim. Onlara gönderilen Lut as devamlı olarak tebliğ etse de kesinlikle inananlardan olmadılar. Aksine her geçen gün sapkınlıklarını arttırdılar. En sonunda surede bahsedilen bu melekler kavmin helak haberini getirdiler. Bu haberi getirirken de insan şekline bürünüp, çok yakışıklı birer erkek kılığına girdiler. Onları gören kavmin erkekleri sarkıntılık etmeye başladı ve 68.ayette söylenen ‘’onlar benim misafirlerim artık beni rüsvay etmeyin’’ cümlesiyle uyarıldılar. Daha sonra Lut as gelenlerin helakın yakın olduğunu söylemesiyle onların melek olduğunu anlamıştır. Bu surede bize ekstra verilen bilgi 60.ayetteteki ‘’Lut as’ın ailesinden hepsini kurtaracağız, yalnız karısı kavimle kalanlardan olacaktır’’ uyarısıdır. Bu kavimden sonra Eyke kabilesinden bahsedilmiş. Eyke ismini ilk defa duyuyoruz, çünkü daha önce Şuayb as’ın Medyen kavmine gönderilmesinden bahsedilmişti. Eyke’de Medyen kavmine yakın bir bölgede, ormanlık bir alanda yaşayan bir topluluktu. Şuaby as Medyen halkındandır ama aynı dönemde yaşayan Eyke kabilesine de peygamber olarak gönderilmişti. 79.ayette ‘’Onların ikisi de apaçık bir yol üzeredir ‘’ derken Medyen ve Eyke kabilelerin zalimliklerinden bahsedilimiştir. Daha sonra 80.ayetle Hicr halkından bahsedilmiş. Hicr halkı bazı müfessirlere göre ayrı bir kavimdir, bazılarına göre ise Semud kavmimin yaşadığı bölgenin adıdır. Bu yüzden de bazı ayetlerde hicr kabilesi olarak bahsedilmişlerdir. Ben ikinci görüşün daha sağlam olduğuna inandığım için buradan devam edeceğim. Semud kavmi dağları yontarak ev yapmalarıyla nam salmış bir kavimdi. Yalnız sabaha doğru gelen bir çığlık ile helak olduklarını bildiren 83.ayet ile o evlerin bile yerler bir olduğunu bize bildirir. Bu kadar kavmi anlattıktan, helaklarından bahsettikten sonra 85.ayetle gelen nasihat beni çok şaşırtmıştı. Bu ayet şöyle diyor; ‘’ Ey Peygamber! Şimdi sen onlara güzelce yumuşak davran. Allah herşeyi yaratandır, bilendir.’’ Farkındaysanız hala ama hala yumuşka huylu olmanın üzerinde duruluyor. Kavimleri ne yaparsa yapsın, ne kadar eziyet ederse etsin asla ama asla ahlak bozukluğu göstermek yok. Asla asilik etmek yok. Asla kötü davranmak yok. Her zaman örnek bir müslüman, her zaman peygamber kisvesiyle hareket eden bir insan olmak esas tutulmuş.

Sona yaklaşırken yeni bir terim ile daha karşılaşıyoruz. 87.ayette ‘’ Andolsun ki, sana tekrarlanan yediyi (seb-i Mesaniyi) ve yüce kuranı verdik’’  Benim mealimde bu şekilde yazıldığı için uzun bir araştırma gerçekleştirmek zorundaydım. Sizin meallerinizde direk ‘’Sana Fatiha’yı ve Kuran’ı verdik’’ diyorsa, bu ayet çok da dikkatinizi çekmemiştir herhalde. Evet anladığınız üzere, Seb’i Mesani Fatiha Suresinin diğer adı. Yine bu sureye tekrarlanan yedi de dendiğini bu ayetten anlıyoruz. Peki neden böyle denmiş diye sormaya kalkarsanız birçok cevap ile karşılaşabilirsiniz. Ya da benim merak ettiğim şeyi merak edip, neden herzamanki gibi sadece ‘’Kuran’ı verdik’’ dememiş de, Fatiha’yı ayrı tutmuş diyebilirsiniz. Tüm bunları cevabı gerçekten benim özet geçemeyeceğim kadar karışık. Bu yüzden, şu linke girerek cevaplara ulaşabilirsiniz; Tıktık!

Surenin devamında Yahudi ve Hristiyanlardan ve onlara verilen kitaplardan bahsediyor. Sonra son uyarı olarak 94-95. ayette ‘’Şimdi sen ne ile emrolunuyorsan kafalarını çatlatana kadar anlat ve müşriklere aldırma. Muhakkak biz alay edenlere karşı sana yeteriz.’’ deniyor. Şimdi bu neyin uyarısıydı diyenler için 97 ve 98.ayet geliyor; ‘’Onların söylediklerine göğsünün daraldığını biliyoruz.’’ Rabbim bu son ayetlerde Rasulune seslenmiş ve üzülmesine son vermesini istemiştir. Ve bu üzüntüye son vermesi için ona bir tavsiyede bulunmuştur; ‘’ Rabbini hamd ve tesbih et ve secde edenlerden ol!’’ Ben bu ayetten şu çıkarımı yaptım, göğsüm daralıyorsa, içim sıkılıyorsa, birileri bir şeylerden dolayı beni üzüyorsa ve ben çok kırgınsam o zaman yapmam gereken şey Rabbimin Efendimiz’e tavsiye ettiği şeylere uymaktı; hamd etmek, tesbih etmek, secde edenlerden olmak. Kuşkusuz, “Allah’ı hamd ile teşbih et!” buyruğu, hem “elhamdülillah…, sübhânallah…” gibi güzel sözlerle dilimizi süslemeyi hem bu ifadelerin anlamıyla kalp ve zihnimizi bezemeyi hem de bu inancı hayatımızın belirleyici ilkeleri kılmayı gerektirir. “Secde et” yerine “…secde edenlerden ol!” buyurulması da müslümanlann Hak yolunda birlikte davranmalarını, aynı inancı ve dinî davranışı pay­laşmalarını ima etmektedir. Kulun rabbini hamd ile teşbih etmesi, yani O’mı övgüyle anarak her türlü ek­siklikten tenzih edip yüceltmesi; O’ndan gelen yardım ve lütuflar için bir şükür görevidir.

Böylece bu surede bize hayatımızda düstur edinmemiz gereken nasihatlar vererek bitiyor. Ben bu surenin mealini okurken de, açıklamasını yazarken de buraya kadar okuduklarımızın özetini yazıyormuşum gibi bir hisse kapıldım. Belki sizin de öyle olmuştur bilmiyorum, her neyse öyle ya da böyle bir sureyi daha kazasız belasız bitirdik. O zaman ben tefsir linklerini verip hemen gidip uyuyayım, siz de bu kadar şeyi okuduktan sonra hayrına bana bir dua gönderirseniz ne çok sevinirim. 

Tefsir link tıktık!

“Meal Okumaları 15 – Hicr Suresi ” üzerine 3 yorum

  1. Son paragrafi okurken yüzüme bir gülümseme yayıldı? Evet, ben de okuduklarımızın özeti gibi hissettim. Rabbime sizi karşıma çıkardığı için ne kadar şükretsem azdır. Kur’an i bilmeden yaşamışım meğer? Allah affetsin. Allah sizi bu güzel niyetinize karşılık cenneti ike mükafatlandırsın inşallah❤

    Yanıtla

Yorum yapın