بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
İsrâ sûresi inanç yönüne önem veren Mekkî sûrelerdendir. Bu sûre diğer Mekkî sûreler gibi Allah’ın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme konularından ibaret olan dinin esaslarına önem verir. . İlk ayetinde Peygamberimizin Miracından bahsedildiği için “gece yürütmek” anlamına gelen “İsra” adını almıştır. Mushaftaki sıralamada on yedinci, iniş sırasına göre ellinci sûredir. Şimdi maddeler halinde konu dağılıma bakalım ve ayetlere başlayalım inşallah;
1-22: İsrâ hadisesi, İsrâiloğulları’nın fesatçılıkları, insana sorumluluk yüklenmesi
23-40: Anne-babaya iyi muâmele, insanın can ve malının kutsallığı, günahtan kaçınmanın gereği
41-60: Mahlûkâtın Allah’ın azametini ilan etmesi, vahyin hakikati, yeniden dirilmenin hak oluşu
61-84: Kötülüğün kaynağı şeytan; üstünlüğün sorumluluk gerektirdiği, hakkın daima gâlibiyeti
85-111: Rûhun mâhiyeti, Kur’an’ın eşsizliği, üslûbu, Allah’ın güzel isimlerinin anılması
Sureye adını veren ilk ayete baktığımızda isra mucizesinden haber verdiğini görüyoruz. O zaman şu İsra mucizesi neymiş, ne değilmiş, bizim ondan ne almamız gerekiyormuş bir bakalım. Ve Nurettin Yıldız’ın dediği gibi, bunu yaparken orada kaç melek görmüş, kaç kapıdan geçmiş, kaç nura bulanmış gibi aklımızın ermeyeceği, bilgimizin olmadığı konulara takılarak yapmayalım. Biz miracı, biz isra’yı müslümanca bir bakış ile öğrenelim, efendimiz’in bize oradan getirdiği hediyenin gerçek anlamını anlamaya çalışalım. Ben bunu sizinle dört parça halinde yapmak istiyorum, mirac’a çıkmadan evvel, miraç’a çıkarken, miraç anı ve miraçtan sonrası. Her olay örgüsü bittiğinde üzerine yorumlarımı elbetteki ekleyeceğim.
Hz. Muhammed’in peygamber olmasıyla birlikte putperestlerin müslümanlar üzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risâletin 6. yılından itibaren Peygamber ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota dönüştü. Üç yıl süren ve büyük acılara sebep olan bu boykotun ardından Resulullah, kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hamisi Ebû Talib’i kaybetti. Dolayısıyla bu yıla hüzün yılı denildi. Bu acılı olayların ardından Allah Teâlâ, bir bakıma resulünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mi’rac diye anılan büyük mucizevî olayı gerçekleştirdi. Buraya kadar olan kısım, işin piskolojik boyutu desem hata etmiş olmam herhalde. Hani hep ayetlerde okuyoruz ya, Allah sabredenlerle beraberdir, buyrun işte Allah sabreden kulu Muhammedle beraber. Hem de karşıya karşıya. Hem de binbir mucize ile. Şimdi piskolojik kısmını geçip, olay mahaline gidelim istiyorum. Nasıl yaşanmış, nerede olmuş, ne kadar sürmüş elimizde ne kadar bilgi varsa derleyip toparlamaya çalışalım. Buhari’de yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kabe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî’nin evinde) “uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken” Cebrail yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu Kudüs’e götürdü. Resûlullah’ı burada önceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar (Başka bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber önce Mekke’den göklere yükseltildi, dönüşte de Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürüldü. Bu bilgiye göre âyette Resûlullah’ın bu manevî yolculuğa Mekke’den başlayıp semalara yükseldikten sonra Mescid-i Ak-sa’ya geldiği, oradan da Mekke’ye döndüğü özetlenmiştir). Daha sonra semaya yükseltilen Resûlullah, semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. îsâ ve Hz. Yahya, üçüncü kalında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz, Hârûn, altıncı kalında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrahim ile görüştü. Kur’an’da “sidrelü’l-nıimtehâ” (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre yaratılnııslarca bilinebilen alanın son sınırını İşaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrail’in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tespiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterildi. Nihayet bir yoruma göre bir beşerin insan olma özelliğim koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı. Şimdi buraya kadar Buhari’den bize ulaşmış bilgileri bir analiz edelim. Bildiğimiz üzere Buhari bizim kütübi sitte dediğimiz dört büyük hadis kitabımızdan biri. Bu yüzden bunu sorgulamak, red etmek, ya da bu yanlıştır demek benim haddim değil. Her ne kadar Efendimiz’e bu katlarda Cebrailden başka kimse eşlik etmemiş olsa da, bu bilgileri miraç hadisesinden sonra Efendimiz de anlatmış olabilir. Bununla ilgili kesin bir bilgiye ulaşamadım ama siz de benim gibi düşünerek, şu katta şu peygamberle görüşmüş olmasının benim için bir önemi yok diyerek konuyu miraç sonrasına bağlayabilirsiniz. O zaman miraç anıyla ilgili bize ulaşan bilgilere bakalım bir de. Peygamber’in rabbinin selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah’ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği “Tahiyyat” duasındaki diyalogun mi’rac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’an’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhaınmed arasında, insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a, İçlerinden günahkâr olanlar -eğer affedilmezlerse- bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resulü…” diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre mi’racdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak İnsanların durumları gösterildi. Şimdi buraya kadar ki kısıma da bir bakalım. Biz zaten Miraç hediyesi olarak namaz’ı ve yukarıda bahsedilen duaları kabul ediyoruz, amenna. Peki bunların anlamını idrak konusunda ne kadar iyiyiz? Ya da şunu diyen yok mu hiç içinizde; ‘’Yani Allah Peygamberimizle bunları vermek için mi buluşmuş, sonuçta herşey gibi bunu da vahiyle cebrail ile gönderebilirdi?’’’ Peki o zaman bunun miraç ile verilmesini nasıl anlamalıyız. İşte bunu en güzel anlatan şüphesiz Nureddin Yıldız ama siz videoya girmeye üşeneceksiniz diye ben burada aracılık yapacağım. Hani ‘’Müminin miracı namazdır’’ hadisi var ya, işte aslında bu sorunun cevabı orada saklı. Efendimiz uzun süre devam eden imtihan dolu dönemin arkasından, sabrının mükafatını almak için miraca çıkarıldı ve ona orada namaz verildi. Ve buradan namaz ile dönerken aslında ümmetine şunu da söyledi ‘’Benim sıkıntılarımın feraha çıkması miraç ile oldu, sizin sıkıntılarınızın feraha çıkması namaz ile olacak. Sizin miracınız namaz olacak. Siz 365 gün boyunca miracı her gün beş vakit yaşayacaksınız’’ Subhanallah. Farkedebilene ne mutlu bir müjde. Efendimiz orada kaç kat gezdiğinin bizim müslümanlığımıza nasıl bir katkısı olabilir? Neler yaptığının nasıl bir katkısı olabilir? Bu Allah ile onun arasındaki mucizevi bir seyahettir. Seyahetten dönen insanın ne hediye getirdiğine bakılır. Bize gelen namazdır, biz en çok bunun üstüne düşmeyeliyiz. En çok bunu anlamalayız. Yoksa Miraç gecesini yılın bir gününe koymuşuz, o geceyi en güzel şekilde geçirmişiz, uyumuşuz, kalkmışız ne farkeder. Bizim her namaz vaktimiz miraç değil mi? Hani kıldınız mı vakit namazınızı? Ulaşabildiniz mi miraca? Allah sizinle miydi hissedebildiniz? Peki nerede eksik, ne kadarı fazla?
Ve gelelim ikinci ayet, Bu ayetin görünürde Mi’rac olayıyla hiçbir ilgisi yoktur. Bu nedenle yüzeysel bir okuyucuya her iki ayetten birinin yerlerinin karıştırılmış olabileceği hissini verebilir. Fakat meseleyi tüm surede sunulan ana fikir çerçevesinde ele alırsak bu ikisi arasındaki ilgiyi hemen anlayabiliriz. Bu surenin en büyük gayesi Mekkeli müşrikleri uyarmaktır. Bu nedenle Mi’rac olayı surenin hemen başında yer almıştır. Sanki şöyle demek ister: “Sizin sahtekâr diye şüphe ettiğiniz ve kendisine gönderilen kitabı reddettiğiniz kimse, çıplak gözleriyle Allah’ın ayetlerini görmüştür. Bu nedenle, Allah’ın kitabını bir kenara atan ve bu yüzden acıklı bir azaba uğratılan İsrailoğulları’nın tarihinden bir ders almalısınız.’’ Tefsirciler bu ayet için şöyle der: Allah’ın, İsrâiloğullarını yerleştirdiği Mukaddes toprakların kalbi olan Mescid-i Aksa anlatılınca, sûrenin akışı içerisinde uygun bir yerde onlardan söz etmeye sıra geldi. Bu ayeti de böylece ilk ayete bağlayıp diğer ayetleri konu olarak ele almaya başlıyorum ki yazı hem benim hem sizin çok vaktinizi alacak kadar uzamasın.
Önümüzdeki 4 ila 11 ayetleri arasında İsrailoğullarına seslenişler var. ‘’ Biz, Kitap’ta İsrâiloğullarına, “Sizler, yeryüzünde iki defa fesat çıkaracaksınız ve azgınlık derecesinde bir kibre kapılacaksınız.” diye bildirdik. Bunlardan ilkinin zamanı gelince, üzerinize güçlü kuvvetli kullarımızı gönderdik. Bunlar, evlerin arasında dolaşarak sizi aradılar. Bu, yerine getirilmiş bir vaad idi. Eğer iyilik ederseniz kendinize etmiş, kötülük ederseniz yine kendinize etmiş olursunuz. Artık diğer cezalandırma zamanı gelince, yüzünüzü kara etsinler, daba önce girdikleri gibi yine Mescİd-i Aksâ’ya girsinler ve ellerine geçirdikleri her şeyi büsbütün tahrip etsinler diye, başınıza yine düşmanlarınızı musallat kıldık.’’ İbn Abbas şöyle der: Birinci fesat Zekeriyya (a.s)’nın ikinci fesat Yahya (a.s)’nın öldürülmesidir. Bu mukaddes diyarda zulüm, haddi aşmak ve Allah’ın haram kıldığı şeyleri çiğnemek suretiyle büyük bir azgınlık göstereceksiniz. Fakat Tarihî bilgilere göre ise bu ilk vaad, milâttan önce VI. yüzyılda Bâbilliler’in Kudüs’ü işgal etmeleri ve Süleyman Mâbedi’ni (Birinci Mâbed) yıkmalanyla başlayan sürgün ve esaret sürecini ifade etmektedir. Tefsirlerde yahudiierin İkinci bozgunculuklanyla ilgili olarak zikrettikleri Hz. Yahya’yı öldürmeleri olayı da bu dönemde vuku bulmuştur. Bundan sonra 1948’e kadar Filistin’de yahudi hakimiyeti kurulamamıştır. Kesinlik bulmayan bu tartışmaların sonunu 7 ayet getiriyor ve ‘’ Eğer iyilik yaparsanız kendinize iyilik yapmış olursunuz, yok eğer kötülük yaparsanız o da kendinizedir.’’ Diyerek İsrailoğullarına yaptıklarının muhakkak karşılığı olacağı bildiriliyor. Ve yine Rahmeti sonsuz olan Allah, 8 ayette israiloğullarına eğer fesatlarından dönerlerse merhamete mazhar olacakları bildiriliyor. Ne büyük bir kucaklama aslında. Tabi faydalanabilen olmuş mu orası muamma.
Sırada 13 ile 15 ayetler arasında geçen ahiret bahsi var. ‘’ Her insanın amel defterini boynuna astık. İnsan için kıyamet gününde, açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.’’ Demek ki amel defterimiz bizim ahirette karşımıza çıkacak kitabımız olacak. Ve zaten bir sonraki 14.ayet ise kitabımızın kendi eserimiz oldğunu çok güzel ifade ediyor; ‘’Kitabını oku! Bugün sana hesap sorucu olarak kendi nefsin yeter.’’ Bugün, yaptıklarına senin şahitliğin yeter; başka bir şahide veya hesap sorucuya ihtiyacın olmaz.
Şimdi ise benim bu surede en sevdiğim kısıma geldi sıra. Aslında 10 ayet kadar süren ama aslında bir müslümanın neredeyse toplum vazifelerinin tamamının anlatıldığı bir kısım. Hatta bu sureye kadar öğrendiğimiz tüm ahlaki davranışların özeti. Aynı zamanda islami sorumluluklarımız ve yasaklarımızın da. Bu vazifeler de karşımıza ilk çıkan 23 ayet ile anne baba hizmeti. Dilden dile ‘’ona öf bile’’ demeyin dediğimiz ayet bu ayet. ‘’Rabbin, sadece kendisine kulluk etmenizi, ana-babaya da iyi davranmayı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, kendilerine “Of” bile deme; onları azarlama. İkisine de güzel söz söyle.’’ Ayetin güzelliğine dikkat çekmek istiyorum, Rabbim ana babaya hizmeti kendine kulluk edilmesinin hemen peşinde anlatıyor. Bu bizim aslında cennet müjdelerimizin evlerimizde saklı olduğunun da göstergesi değil midir. İkinci uyarı akrabalar. 26.ayette; ‘’Akrabaya, yoksula hakkını ver.’’ Demek ki akrabaya mallarında olan hakları vermek de önemli. Ve mal hakkı yoksa bu yüzden yoksulluk çekiyorsa, akrabalarınız sizin emanetlerinizdir’i unutmayarak onlardan da mükellef olduğunuzu bilerek yaşayacaksınız. Ayetin devamında üçüncü uyarı geliyor; ‘’Lüzumsuz yere saçıp savurma’’ Bir müfessir şöyle demiş;Eğer insan bütün malını hak yolda harcasa saçıp savuran olmaz. Ama haksız yere bir ölçek dahi harcasa işte o zaman saçıp savurmuş olur. Demek ki harcamalarımız önce hak için, sonra temel ihtiyaçlar için olmalı. Tabi buna günümüzde hangimiz dikkat edebiliriz bilmiyorum, Allah nefislerimizi terbiye etsin. Belki diğer ayette bizlerin neye benzetildiğini söylersem, siz de benim gibi biraz dizginlemek istersiniz kendiniz; ‘’Saçıp savuranlar şeytanın kardeşleridir.’’ Hafazanaallah! Tam saçıp savurmanın peşine gelen uyarı da ayrı bir garip olacak. Bu sefer ki uyarı cimrilikle alakalı. ‘’Elini boynuna bağlayıp cimrilik yapma’’ Bu âyet, cimrilik için bir misaldir. Yani harcamaması için eli tutulan ve boynuna bağlanan kimse gibi, hiç kimseye bir şey vermeyen cimri olma. Bu da saçıp savurmak için bir misaldir. Yani, elinde hiçbir şey kalmayacak şekilde aşırı harcama yapma. Ayetten maksat şudur: Cimri de olma, müsrif de olma. Sonra, hem insanlar ve hem de Allah tarafından kınanan ve bineği yürüyemediği için yoluna devam edemeyen kimse gibi, geçim vasıtan olan maldan yoksun kalırsın. Sonraki uyarı ise çocuk öldürmek, günümüze uyarlarsak çocuk aldırmak; ‘’ Yoksulluk korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin’’ Bu ayeti çocuk aldırmaya uyarlamayı yanlış bulanlar varmış, bence gayet uyarlanmalı. Eğer bu korkuyla doğrulmuyorsa tam da üstüne basmış olurlar bence. Bir sonraki uyarı zina. Gerçekten konuların birbiriyle bağlantılarına hayran olmamak ne mümkün? Cimrilik ile savurganlık bir arada verilmişti. Şimdi ise zina ile çocuk aldırmak meselesi bir arada. Almak gereken mesaj çok da, alabilene. Sonraki uyarımız sözünde durmak ile alakalı, ahd meselelerini daha önce defalarca anlattık. Ama bu ayette çok güzel bir cümle var; ‘’Verilen söz sorumluluktur’’ diyor. O kadar güven verici bir ayet ki. Gerçekten okumanızı öneririm, çünkü okurken de aynı bu hissi verip, sizi sarıp sarmalıyor. Yüreğiniz en korunaklı yerde ve emanetleriniz en güvenilirde saklı gibi. Bir sonraki uyarımız 35.ayette; ‘’Ölçtüğünüz vakit ölçmeyi tam yapın ve doğru terazi ile tartın.’’ Ölçülerdeki hassasiyet muhabbetini daha önce bir kavimde anlattık. Ben semud olarak hatırlıyorum ama yanlış ise siz düzeltin. Bol bereketli bir hayatın içinde, mallarına hep hile ve yanlış terazi karıştırarak iş yaptıkları için helak olmuşlardı. Çünkü nefisleri onlara onu tatlı görmeyi öğütlüyordu. Şimdi karşımıza gelecek iki uyarı hepimizin nefsine söz geçirmesi gereken en önemli iki şey. 36.ayet; ‘’ Hakkında bilgi sahibi olmadığınız bir şeyin ardınca gitme. Çünkü kulak göz gönül; bunlardan her biri ondan sorumludur’’ Hemen bu ayetin üzerine gitmek istiyorum. Hakkında bilgi sahibi olmadığımız bilginin de peşine gidiyoruz, kişinin de peşine gidiyoruz. Öyle ki, bilgi almak için biraz sorgulayacak olalım sorgulamalarımızı bile dünyalıklarla yapıyoruz. Bu ayetin tefsiriyle alakalı değil, sadece ben bu konuya yorup kendime küpe etmek istedim. Tefsiri ise şu yönde yapılmış; Bilmediğin ve seni ilgilendirmeyen şeyin ardına düşme. Bilakis her haberi iyice araştır. Katâde şöyle der: Görmediğin halde gördüm; işitmediğin halde “işittim” bilmediğin halde “bildim” deme. Çünkü Allah bunların hepsini soracaktır. Ve işte bizim için önemli ikinci, kurallar içinde ise sonuncu uyarı; ‘’ Yeryüzünde azametle yürüme.’’ Burası, kibirlenmeyi yasaklamanın gerekçesini gösterir. Yani, ey insan! Şüphesiz sen zayıf ve güçsüz bir varlıksın. Kibirlenmek sana yakışmaz. Sen, yer yüzünde nasıl kibirlenirsin. Halbuki sen orada ne bir yarık açabalir, ne de bir çatlak meydana getirebilirsin. Dağların boyuna ulaşamadığın halde, onların üzerinde nasıl kendini büyük görüyor ve böbürleniyorsun? Sen, bu iki cansız varlığın herbirinden daha hakir ve daha zayıfsın. Öyleyse nasıl kibirleniyor, ululuk taslıyor ve böbürleniyorsun. Halbuki sen onlardan daha zayıfsın. Burada, kibirlenenler için bir azarlama ve alay vardır. Ve konuyu bitirirken çok sevimli bir ayet var, yasak demiyor, günah demiyor, Allah sevmez demiyor. 38.ayet diyor ki; ‘’Kötü olan bu yasaklar Rabbin katında sevimsizdir.’’
Sıradaki konu 45 ile 52.ayetler arasında Kuran konusu olarak ele alınmış. 45.ayet şöyle; ‘’Kur’an’ı anlamamaları için o kafirlerin kalplerine perde çekeriz. Kulaklarına da Kur’an’ı işitmelerini engelleyecek sağırlık veririz. Sen Kur’an’ı okurken Allah’ı birlediğin zaman o müşrikler Allah’ı birlediğini işitmemek için kaçıp giderler.’’ Tefsirciler şöyle der: Müşrikler, gerçekte alay etmek istedikleri halde, dinliyormuş görünerek Rasulullah (s.a.v.)’ın yanında otururlardı. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.)’ı teselli ve müşrikleri tehdit etmek için bu âyet indi. 47.ayet ise; ‘’Biz onların seni dinlerken neye kulak verdiklerini, kendi aralarında tısıldaşırken de o zalimlerin, “Siz, sadece büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz!” dediklerini çok iyi biliyoruz.’’ Diyor. Bu Âyetin iniş sebebiyle ilgili bir rivayete göre Resûlullah, Hz. Ali’nin bir yemek hazırlamasını isteyerek, Kureyş eşrafını yemeğe davet etmiş, davet sırasında onlara âyetler okuyarak kendilerini tevhid inancım kabul etmeye çağırmış; o takdirde -sandıklarının aksine- itibar kaybetmek şöyle dursun, hem kendi çevrelerinde öncekine göre daha çok saygı göreceklerini hem de Arap olmayanlar nezdinde itibar kazanacaklarını ifade etmişti. Fakat onlar bu çağrıyı kabul etmemekle kalmamış, bir de Hz. Peygamber konuşurken nezaket kurallarım hiçe sayarak fısıltılı konuşmalarla onun büyülenmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. îbn İshak’ın anlattığına göre Ebû Cehil, Ebû Süfyân, Ahnes b. Şerîk gibi putperest büyükleri bazı gecelerde biri diğerinden habersiz olarak ResûLullah’ın bulunduğu yere giderek gizlice onun Kur’an okumasını dinler, yolda tesadüfen karşılaştıklarında da birbirlerini suçlarlardı. Konu 52.ayet ile bitiyor ama hemen peşine bu cümlenin koyulması kesinlikle boşa değil diyerek 53.ayeti de bu paragrafın sonuna iliştiriyorum. ‘’ Kullarıma söyle ki; En güzel olan sözü söylesinler. Çünkü şeytan onların aralarını bozar’’ En güzelin yorumunu birçok şey ile yapabilirdim ama Kuran bahsinin üzerine gelmesi yoruma kapalı olduğu anlamına gelmez mi? En güzel söz Kuran. Demek ki bizim ağzımızın kuranlı olması insanlarla aramızın iyi olmasına dahi sebep olabilecek kadar güçlü bir nimet. Tabi bunun sebebi biraz da Kuran’ın ahlakımızı güzelleştiriyor oluşu olabilir.
Sıradaki konu 61 ile 65.ayetler arasında geçen Hz.Adem ile Şeytan meselesi. Kuran’ın başından beri yaklaşık dördüncü kez bu diyalogu okuyoruz. Allah’ın secde et demesi, şeytanın böbürlenmesi, allahın onu lanetlemesi, Şeytan’ın mühlet istemesi, Allah’ın mühlet vermesi, Şeytan’ın Adem’i kandırması. Bu konuyla ilgili daha önce okumadığımız bir bilgi bir ayet olmadığı için atlayarak devam ediyorum.
66.ayet ile insanlara verilen nimetler karşısında onların sapkınlıklarından bahsedilmeye başlanıyor ve 77.ayet ile çok adaletli bir bilgi ile sonlanıyor. Bu konuda ilk ayet;’’Lütfuna nail olasınız diye denizde gemileri sizin için yüzdüren rabbinizdir’’ Yani Allah’tan başka tanrı veya tanrılar edinen insanlara gerçek lütuf sahibinin Allah olduğu hatırlatılarak buna bazı örnekler verilmektedir: Gemilerin sulara gömülmeden yüzüp gitmesi Allah’ın yasalarıyla olmaktadır ve bu sayede insanoğlu deniz ticareti yaparak, uzak ülkelerden mal taşıyarak Allah’ın nimetlerini ve rızkını elde etmektedir. Bu durum, âyetin sonunda Allah’ın kullarına bir rahmeti olarak açıklanmıştır. Daha sonra 72.ayete dikkat çekmek istiyorum; ‘’Bu dünyada kör olan âhirette de kördür, yolunu daha da şaşırmıştır.’’ Buyurulmuş. Bu ayeti direk körlük, Allah’ı görememezlik olarak tefsir edenler olmuş. Bu konuda bir müfessirden alıntı yapmak da fayda var; ‘’Bu ayete “Dünyada kör olanlar, yani Allah’ı tanımayanlar âhirette hiç tanımayacaklar” şeklinde bir mâna verilmişse de müfessiilerin çoğu bu görüşü reddeder. Çünkü âhirette herkes zorunlu olarak Allah’ı tanıyıp, O’na iman edecektir. Şu halde oradaki körlük, cennetin yolunu görememek, yani ondan mahrum kalmaktan kinayedir. Yani Dünya âhiretin tarlasıdır. Bu dünyada hakikati görüp tanıyan ve bu sayede doğru imana ulaşan, iyi ve güzel işlerle ruhlarını zenginleştirenler âhirette bunun karşılığım eksiksiz bulacaklardır; onların amel defterleri sağ yanlarından verilecek ve asla haksızlığa uğramayacaklardır.’’ Ve başta bahsettiğim o adaletli bilgi ise 73.ayet ile başlıyor; ‘’ Müşrikler, sana vahyettiğimizden başka bir şeyi yalan yere bize isnad etmen için seni, nerdeyse, sana vahyettiğimizden saptıracaklar ve ancak o takdirde seni candan dost kabul edeceklerdi. Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.O zaman, hiç şüphesiz sana hayatın ve ölümün sıkıntılarını kat kat taddırırdık; sonra bize karşı kendin için bir yardımcı da bulamazdın.’’ Burada Efendimiz’in de aynı bizim gibi imtihanlara tabi tutulduğunu görmek hiç şüphesiz Allah’ın adaletindendir. Biz Efendimizin hayatını her okuduğumuzda onun nice çilelere sebat ettiğini görüyoruz. Hatta bazen bunu bir insan yapamaz, o peygamber diyecek oluyoruz. Ama bazen böyle ufak olaylar da kendimizi bulmak, efendimiz’i kendimize örnek almayı daha kolay hale getiriyor. O yaptıysa biz de yapabiliriz, yapmalıyız, azimli ve sebatkar olmalıyız dedirtiyor. Farkındaysanız ayet zaten bu sebatın allahtan geldiğini anlatıyor. Neden Allah bir kuluna verir de diğerine vermez? Peygamberlik vasfından ötürü mü ona vermiş sizce? Belki de istemek ve hak etmektedir sır? Kim bilebilir?
Sırada ayetlerde namaz vakitleri açıklanmış. 78 ve 79 ayetin mealine bakıyoruz hemen; ‘’ Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.Gecenin bir kısmında uyanarak, sana muhsus bir nafile olmak üzere namaz kıl. Rabbinin, seni, övgüye değer bir makama göndereceği umulur.’’ . Sûrenin buraya kadarki kısmında umumiyetle ulûhiyyet, âhiret ve peygamberlikle ilgili inanç konulan üzerinde durulmuştu. Burada ise ibadetlerin en önemlisi kabul edilen namaz ve namaz vakitleri konusuna geçilmektedir. Tefsirlerde genellikle namazın farz kılındığı İsrâ olayının ardından inen sûrenin bu âyetinde beş vakit namaza işaret edildiği belirtilmektedir. İlk namazın güneşin doğmasından önce ve geri kalan dört namazın güneşin kaymasından gecenin karanlığına kadar olan zamanda kılınması gerektiği bildirilmiştir. Daha sonra Cebrail (a.s) gelmiş ve Hz. Peygamber’e (s.a) her namaz vaktinin sınırlarını bildirmiştir. Ebu Davud ve Tirmizi’de kaydedilen İbn Abbas’tan rivayet edilen bir hadise göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: “Cebrail bana beş vakit namazı Kabe’nin yanında iki kez kıldırdı. İlk günde Zuhr’u (öğlen namazı) hemen güneşin zirveden kaydığı ve herşeyin gölgesinin çok kısa olduğu zamanda kıldırdı. Sonra Asr’ı (ikindi namazı) herşeyin gölgesinin kendi boyuna eşit olduğu zamanda kıldırdı. Mağrib’i (akşam namazı) orucun iftar edildiği zamanda, İşa’yı (yatsı namazı) alaca karanlığın kaybolduğu zamanda ve Fecri (sabah namazı) oruç tutmak isteyenin yemek ve içmesinin haram olduğu zamanda kıldırdı. Ertesi gün Zuhr’u herşeyin gölgesinin kendi boyuna eşit olduğu, Asr’ı herşeyin gölgesinin kendisinin iki katı olduğu zamanda kıldırdı. Mağrib’i bir önceki gün gibi kıldırdı, İşa’yı gecenin üçte biri geçtikten sonra, Fecr’i de aydınlık ortalığa yayıldığında kıldırdı. Bundan sonra Cebrail bana döndü ve dedi ki: “Ey Muhammed, bunlar peygamberlerin kıldığı namazların vakitleridir. En doğru vakit tayini iki vakit arasında olanıdır. “Cebrail’in ilk gün kıldırdığı namaz vaktin başı, ikinci gün kıldırdığı namaz vaktin sonudur. Buradaki son ifade, ikisinin ortasının daha kolay tespit edebileceğine işaret etmektedir. Bu ifadelerden anlıyoruz ki bizim namazlarımızın aslında saatleri değil vakitleri vardır. Sağolsun diyanet baba bizim için bu saatleri ayarlamış. İnşallah en doğru uyanlanlardanızdır diyerek diğer ayete geçelim.
Bu kısımdan sonrayı ayet ayet ele almak istiyorum çünkü konular aşağı yukarı bitti. Hatta ayetler bile o kadar anlaşılır ki yazıyı uzatmamak adına en güzel gelenleri bir iki kelime ile aktarıp gideceğim. Bir de konular bitti dedim ama 101-110 ayetleri arasında Musa ve Firavun kıssasına girilmiş ama biz bunu da daha önce beş defa anlattık. Bunu da belirtip ilk ayet olarak 84’ü ele alalım; ‘’ De ki: “Herkes kendi yaratılışına (fıtrat tarzına) göre davranır. Şu halde kimin daha doğru yolda olduğunu Rabbin daha iyi bilir’’ Yani insanın nefsi saf ve nurlu ise, ondan güzel ve yüce fiiller meydana gelir. Yok eğer insanın nefsi inkarcı ve günahkar ise ondan kötü ve âdi fiiller meydana gelir. Buna göre âyet önemli bir psikolojik gerçeğe işaret etmektedir. Zira insan davranışlarının temeli, onun ruhsal yapısındaki psikolojik eğilimlerdir. Bu eğilimlerin oluşmasında İnsanın yaratılıştan sahip olduğu karakter yapısının yanında geniş anlamıyla eğitim öğretiminde tesiri vardır. Dinî inanç ve telakkilerle ahlâkî erdemler yahut erdemsizlikler de psikolojik eğilimlerin oluşması ve gelişmesinde iyi veya kötü yönde tesir eder. Bu durumda doğru yol, Allah’ın hükümleri çerçevesinde doğru bir eğitimden geçmiş; ruhî ve ahlâkî melekeleri, duygu ve düşünceleri, inanç, irade ve ahlâkı Allah’ın rızâsına uygun bir çizgide oluşmuş insanların tuttuğu yoldur. Sonuçta kullarının durumunu, yani -özellikle ebedî kuruluş bakımından- kimin iyi yolda, kimin kötü yolda olduğunu en iyi Allah bilir. Onun için insanın temel kaygısı Allah’ın rızâsına uygun yaşamak, O’nun doğru diye tanımladığı yoldan gitmek olmalıdır. Bu noktada şunu söylemek mümkün, günahlar ve haramlar asla esnetilemez. Ama Rabbim bilen ile bilmeyeni bir tutmayacağı gibi bu fıtrat ayrıntısını da muhakkak yüce adaletine katacaktır.
Daha sonra 106.ayetteki nimete dikkat cekeceğim. Daha önce hiç kuran ayet ayet indi diye şükür etmiş miydiniz? Ben de etmemiştim. Ama bu ayeti tanıdıktan sonra edeceğim. Çünkü allah Kuranı bizim için ayet ayet indirmiş, bunu da şöyle anlatmış; ‘’ Hem onu bir Kuran olmak üzere ayet ayet ayırdık ki insanlara dura dura okuyasın.’’ Dura dura okumanın, hızlıca okumaktan daha kolay olduğunu tartışacak değiliz galiba. Apaçık bir nimet değil mi yani sizce de ^_^ Ve değinmek istediğim son ayet 109.ayetteki secde bahsi; ‘’Ağlayarak secdeye kapanırlar. Bu da onların saygısını arttırır’’ buyurulmuş. Burada secdelerin bize Allah yaklaştırdığını ve saygımızı arttırdıgını anlamak mümkün mü? Yani bence mümkün. Çünkü bu ayet ile ilgili herhangi bir olaya rastlamadım. Her neyse, zaten secde etmeyi tavsiye etmenin nesi kötü olabilir? Tabi ayeti yanlıs tefsir etme kısmı dışında. 😀
İşte böylece bir sure daha bitiverdi. Çok istesem de İsra bahsine çok ayrıntılı giremedim ama gerçekten merak edenleri aşağıdaki linke yönlendiriyorum. Lütfen açın ve bu sohbeti dinleyin, siz bir şeylerle uğraşın ama o arkada çalsın. Dalga geçmiyorum bunu bile yapsanız bir şeyler alacaksınız. Hatta 10.dakikadan itibaren işi gücü bırakıp kendi isteğinizle sohbete döneceksiniz. Ciddiyim. Denemek ister misiniz?