Meal okumaları 21 – Enbiya Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Enbiya suresi Mekki bir sure olmakla birlikte, iniş sırasına bakıldığında yetmiş üçüncü sûredir. Büyük bir kısmında “Peygamberlik, Al­lah’ın birliği, Öldükten sonra dirilme ve hesab” gibi İslamî inanç konularını işler. Kıyametin kopmasından, kıyametten, ondaki korkulu hallerden bahseder.  Yine bu sûre ard arda birçok peygambererin karşı karşıya kaldıkları belâ ve sıkıntıları açıklayarak İshâk. Yak’ûb, Lût, Nûh, Dâvûd, Süleyman, Eyyûb, İsmail, Idris, Zülkifl, Zünnûn, Zekerıyya ve İsa (aleyhisselam)’dan kısa bir şekilde bahseder. Son olarak da, Efendimiz’den bahsederek konuyu sonlandırır. Bu yüzden sure Peygamberler anlamına gelen Enbiya adını almıştır. Şimdi konulara madde madde bakalım ve öyle devam edelim;

1-15: Kavimlere verilen nimetler ve onların yalanlamaları
16-35: Allah’ın varlığı ve yarattıklarının kusursuzluğu
36-50: Peygamber Efendimiz Sav’e önceki kavimleri hatırlatarak teselli verilmesi
51-70: İbrahim as’ın kıssası
72-94: Yukarıda adı geçen peygamberler ve kısaca bilgilendirmeleri
96-112: Yecüc, Mecüc, kıyamet ve cehennem konusu

İlk üç ayete baktığımızda ciddi bir gözdağı ile karşı karşıyayız. ‘’İnsanlara hesap verme zamanı yaklaştı. Onlar ise hala gaflet içinde aldırmıyorlar. Rablerinden gelen her yeni hatırlatmayı eğlenerek dinliyorlar’’ Bu ayet beni fazlasıyla ürpertti ve kul olarak aslında yaptığımız herşeyin aslında daha iyisini yapabileceğimiz düşüncesine itti. Zaten Ruhul Furkan tefsirinde yazan şu satırları okursanız beni daha iyi anlarsınız; ‘’ Yüce Allah dünyayı, hayatı ve ölümü imtihan için yani kimin daha güzel işler yapacağını ortaya çıkarmak için yaratmış, dünyada insana sayılamayacak ka­dar çok nimet vermiştir. Bu nimetlerin karşılığında ondan kendisine şükretmesini, emirlerine itaat edip yasaklarından sakınmasını istemektedir. Âyet-i kerîmede ve­rilen bu nimetlerden insanların bir gün hesaba çekileceği ve o günün yaklaştığı ha­ber verilerek uyarılmakta, o gün için hazırlıklı olmaları istenmektedir. Ancak bir imtihan varlığı olarak yaratılan İnsanoğlu, bu uyanlara rağmen hürriyetini yanlış yönde kullanarak nefsinin isteklerine uyup gerçeklere sırt çevirebilmekte ve ken­dine verilmiş olan bu sınırlı ömrü gaflet içinde geçirebilmektedir.’’ Gaflet içinde geçirenlerden olmamak duası ile diyor ve sıradaki ayetlere geçiyorum. Çünkü burada açıklayacak şeyden çok düşünecek şey var.

Sıradaki ayet aralığımız 4-15 arasındakiler. Konunun girişinde inkarcıların cümlelerinden alıntılar yapılarak tüm bunların gafletten olduğu tekrar vurgulanmış. Yine efendimizi şairlikle ve rüyalarıyla hareket etmekle suçlamışlar. Ve onlara cevap olarak geçmiş kavimlerin durumu bildirilmiş. Zaten surenin devamında bu cevap olarak sunulan kavimlerin durumu ayrıntılarıyla açıklanacak. 7-8.ayette peygamberlerin her insan gibi yiyen ve düşünen birer canlı olarak yaratıldıgına değinilmiş. Daha sonra en sevdiklerimden biri olan 10.ayette güzel bir nokta atışı yapılmış ve şu soru sorulmuş; ‘’ Andolsun, size öyle bir kitap indirdik ki bütün şanınız ondadır, hala akıllanmayacak mısınız?’’ Bu soruya herkes kendi içinde bir cevap verirken, ben de cevaplarınızın neden olduğuna değineyim. Çünkü dünya sandığımızdan çok daha fazla oyalıyor bizi. Günlük telaşlarımızın peşine öyle savruluyoruz ki, daha çok ibadete asla vaktimiz kalmıyor. Hal böyle olunca sizin yüzünüze de kendi yüzüme de 16 ve 17.ayeti vurasım geliyor; ‘’ Biz, göğü ve yeri ve aralarındaki şeyleri onlara oyun olsun diye yaratmadık.’’ Subhanallah. Biz ise ayetin tersine onları kendimize oyun ettik ve tüm vaktimizi onlara harcar olduk. Böyle bir gidişin sonu ne olur, sonucu ne olur, halimiz ne olur varın bu kısmı da siz cevaplayın. Ama Allah’ın merhametinden bir an bile kuşkuya düşmeden bunu yapın. Ben bu tür muhasebeleri yaparken aklıma Hz.Ömer’in şu sözü gelir; ‘’Eğer bilsem ki cehenneme yalnızca bir kişi gidecek, o kişi acaba ben miyim diye korkarım. Ve eğer bilsem ki cennete yalnızca bir kişi gidecek, o kişi acaba ben miyim diye umutlanırım.’’ Gerçekten bu durumda takınılması gereken en sağlıklı  tavır bu olsa gerek.

Surenin başından buraya kadar daha çok peygamberlikle ilgili konulara yer verildi. Sıradaki 21-29.ayetler arasında  ise Allah’ın birliğinin ispatı, eşinin, benzerinin ve zıddının bulunmayışı gibi konular ele alınmaktadır. Müşrikler Allah’ın varlığına ve evrenin yaratıcısı olduğuna inandıkları halde elleriyle yaptıkları putları O’na ortak koşup onlara tapıyorlar; böylece putların kendilerini Allah’a yaklaştıracağı­na ve kendilerini O’nun vereceği cezadan koruyacağına inanıyorlardı. Ancak öl­dükten sonra dirilmeye inanmadıkları için putların ölüleri dirilteceğini iddia etmi­yorlar, aksine böyle bir şeyin olamayacağını savunuyorlardı. Bu ayetlerde ise bu düşüncelerin onları zalimler güruhunda haşrolacağını anlatıyor.  24.ayette ‘’İşte benimle olanların ve benden öncekilerin zikri’’ diye bir ifade var. Müfessirlerin ortak görüşü,  gerek Hz. Muhammed’e indirilen kitaptan gerekse önceki peygamberlere indirilmiş olan Tevrat, İncil vb. ilâhî kitaplardan, iddialarını İspatlayacak naklî delil getirmeleri­ni istemektedir. Bu kitaplar yerde ve gökte Allah’tan başka tanrı olmadığını haber vermiştir. Ancak âyette ifade buyurulduğu gibi çokları bu gerçeği bilmezler, öğ­renmek istemedikleri için de ona yüz çevirirler. Biraz ileri giderek 32.ayete gelmek istiyorum, burada ateistlerin tartışma konusu olan bir ayet var, ‘’Göğü de korunmuş bir tavan yaptık’’ Şu güzelim ayetten inkar sebebi çıkarmakta ancak onlardan beklenecek bir davranış zaten. Şöyle ki, zatı halleri dünyanın yuvarlak olduğunu ve bu nedenle tavanı olmayacağını, çünkü tavanın bir bitiş olduğunu ama evrenin sonsuz olduğunu vs vs söylüyorlar. Fakat onların inkarına sebep olan bu ayet aslında başlı başına bir mucizedir.  Atmosferin yuvarlak olması tavan ifadesiyle çelişmez. Bu ayet Kur’an’ın ilk muhataplarına göre“semanın korunması”, “cin ve şeytanların mele-i alada olup bitenden haberdar olmalarının engellenmesi” demekti.  Fakat günümüzde astronomi ilminin katettiği gelişmeler ve ulaştığı veriler bu ayeti “Dünyayı saran atmosferin hayata zarar verecek ışık ve gök cisimlerinden korunmuş olması” şeklinde anlamamız konusunda tavsiyede bulunmuşlardır. Yani bu ayetin kimi insanın haşa Allah yok demesine sebep olması da cidden şaşılacak bir şey değil de ne? Allah muhafaza.

Geldik Peygamber Efendimize destek verilen ve onu mutmain olması nasihat edilen ayetlere. Bu ayetlerin başında ‘’Kafirler seni gördükleri vakit yalnızca seninle alay ediyorlar.’’ İfadesi geliyor. Bu ayetin bir iniş sebebi var, hemen kısaca anlatalım; Ebu Süfyan ile Ebu Cehil birbirleriyle konuşurken Rasulullah onların yanına geldi. Ebu Cehil onu görünce Ebu Süfyan’a: “Bu, Abdimenaf oğullarının peygamberidir!! diyerek alaya aldı. Ebu Süfyan kızdı ve “Abdimenaf oğullarından bir peygamberin gelmesini niçin yadırgıyorsun?” dedi. Rasulullah Ebu Cehil’e dönerek şöyle dedi: Muğire’nin başına ge­lenler, senin de başına gelmedikçe bu işlerden vazgeçmeyeceğini görüyo­rum. Bu olayın üzerine, Kâfirler seni gördük­leri zaman, seni hep alaya alırlar.(36) âyeti indi. Efendimiz’in kafirler karşısındaki tutumuna dikkat edildiğinde hiçbir zaman zayıf kalmadığını çok şükür hepimiz kıssalardan görüyoruz. O en zorda kaldığı anlardan ‘’Bana Allah yeter’’ diyerek yine en güzel kurtuluşu seçenlerden olmuştur. Yalnız bu ayetlere baktığımızda Allah ile başbaşa kaldığında sürekli olarak üzüntülü olduğunu anlıyoruz. Onun dışarıya karşı dik duruşu Rabbine güvenindendi. Yalnız Rabbi karşısına çıktığında ise mahcubiyeti herkesi ikna edememiş olmasındandı. Mesela 41.ayetteki ‘’ Yemin olsun ki, senden önce de birçok peygamberi alaya almışlardı’’ ifadesi ne kadar merhamet dolu değil mi? Yani Allah bu ayette yemin olsun ki demeseydi de, sadece senden öncekileri de alaya aldı deseydi haşa efendimiz ona inanmayacak mıydı? Ya da gönlü yatışmayacak mıydı? Ama Allahın merhameti ve sevgisi onu öyle kuşatmalıydı ki, Rasulun kalbi karşısına çıkacak diğer kafirler karşısında incinmemeliydi. Bu yüzden Allah böyle muhteşem bir ifadeyle ona yaklaşmıştı. Biraz atlayarak 48.ayete geliyorum. Burada ‘’Musa ile Harun’a Furkan’ı indirdik’’ gibi bir ifade var. Daha önceleri Furkan ifadesi defalarca karşımıza çıktığı için biz Furkan derken Kuran-ı Kerimden bahsedildiğini düşünüyoruz. Bu meali okurken de aklına ‘’Kuran aslında onlar içinde indi’’ gibi genel bir düşünceye kapılanlar olmuşlardır muhakkak. Yalnız Musa ve Harun için indirilen kitap Tevrattır. Burada geçen Furkan ifadesi de Tevrat için kullanılmıştır. O zaman şunu diyebilir miyiz; ‘’Allah’ın Peygamberler için gönderdiği tüm kitaplar ve suhuflar Furkandır’’ Kesinlikle diyebiliriz. Zaten Furkan’ın anlamı hak ile batılı ayıran demektir. Vahiy kaynaklı indirilen bu suhuf ve kitaplar için de Furkan demek gayet yerinde bir düşüncedir.
Buradan geliyorum İbrahim as’ın kıssasının anlatığı 51 ile 70.ayetleri kapsayan kısıma. Konu ‘’Andolsun biz İbrahim’e rüşdünü vermiştik. O zaman babasına ve kavmine ‘siz bu başına toplandığınız heykeller nedir? ‘ demişti.’’ Diyerek başlıyor.  Metindeki riişd kelimesi sözlükte, “düşüncede ve davranışta tutulan doğ-ru yol, isabetli görüş” anlamlarına gelir. Hz. İbrahim’e verilen rüşdden maksat ya peygamberliktir veya peygamber olmazdan Önce de sahip olduğu erginlik, sağdu­yu ve fıtrî akıldır. Hz. İbrahim kendisine verilen bu yetenek sayesinde Allah’ın birliğini, kudretini, eşsiz ve benzersiz oluşunu kavramıştır. Âyet, Hz. İbrahim’e Allah tarafından Özel olarak verilmiş olan bu kişisel ve zihinsel niteliğin üstünlü­ğüne işaret etmektedir. Devamında gelen ayetleri zaten okuduğunuz için kıssayı bir de ben burada günlük dil ile anlatayım;  Bu âyin’de bir yere toplanir bayram yapar ve sonra puthaneye gider, putlara secde eder, sonra da evlerine dönerlerdi. Böyle bir bayram günü, Ibrahim aleyhisselam puthaneye girip, bir balta ile bütün kücük putlari kirdi. Baltayi da, en büyük putun boynuna asdi ve oradan uzaklasti. Keldâniler puthâneye girince bütün putlarin kirildigini gördüler ve bunu yapani yakalayarak cezâlandirmak istediler. Hz. Ibrahimi getirip, bu isi sen mi yaptin dediler. Ibrahim aleyhisselam ‘’Kendisi dururken kücük putlara tapinilmasi istemedigi icin, boynunda asili olan büyük put yapmistir. Inanmazsaniz kendisine sorunuz’’ buyurdu. Onlar ‘Putlar konusamaz ki, sen onlara sor diyorsun’ dediler. Bunun üzerine Ibrahim aleyhisselam ‘’O halde konusamayan ve kendilerini kirilmaktan kurtaramayan putlara neden ibadet edersiniz ? Size ve tapdiginiz putlara yaziklar olsun’’ dedi , ama bu hic bir fayda vermedi, cünkü onlar dediler ki ‘’Biz, babalarimizi bunlara tapar kimseler bulduk’’ Ibrahim aleyhisselam böyle cevaplar verince putperestler bu isin onun yaptigini anladilar ve ceza vermek üzere hapsettiler. Durumu Nemrud’a bildirdiler. Rivayete göre Nemrud Hz. Ibrahim’in yaptigini duyunca onu yanina cagirdi. O zaman insanlar Nemrud’a secde ederlerdi. Ibrahim aleyhisselam secde etmeyince Nemrud ” Nicin secde etmedin” diye sordu. Hz. Ibrahim de: ‘’Ben beni yaratan Allahü Teâla’dan ziyade secde etmem » buyurdu. Nemrud ” Seni yaratan kim ? ” diye sorunca, Ibrahim aleyhisselam: ‘’Benim Rabbim, dirilten ve öldüren Allah’dir’’ diye cevap verdi. Nemrud, ” Ben de diriltirim” diyerek zindandan iki kisi getirtti. Birini serbest birakip, birini öldürdü. Güya böylece diriltmis ve öldürmüs oldu. Hz. Ibrahim bunun karsisinda : ‘’Benim Rabbim günesi dogudan getirir, dogurtur. Eger gücün yetiyorsa sen de bati’dan dogdur’’ buyurunca Nemrud sasirip, âciz kaldi. Bu husus Bakara suresinin 258. âyetinde anlatılıyor. Daha sonra İbrahim aleyhisselam’ın atese atilmasi kararlastirildiktan sonra odun toplaniyor ve kocaman bir ates yakiliyor. Bir Rivayete göre şeytan insan sekline girip Nemrud’a mancinik kullanmasini tavsiye ediyor. Bir bina (mancinik) yapilip oradan Ibrahim aleyhisselam atese atilinca, ates bir gül bahcesi oluyor. Diger bir rivayete göre ici balik dolu bir havuz oluyor. Bu efsanevi  kurtulma olayı Kur’an-i Kerim de gülsüz balıksız olarak 69. ayette bildiriliyor: ‘’Ey ates! Ibrahim icin serinlik ve esenlik ol’’ dedik. Böylece ona bir tuzak kurmak istediler, fakat biz onlari, daha cok hüsrana ugrayanlar durumuna soktuk ‘’   Daha sonra 71.ayette; Allah Hz. İbrahim’i, kardeşinin oğlu Lût aleyhisselâm ile birlik­te kavminin zulmünden kurtardı ve onlara bereketli ülkeye hicret etmelerini em­retti. Bildiğiniz üzere Hz. İbrahim’in o dönem çocuğu yoktu, yaşlılık döneminde Allah’a dua ederek kendi­sine iyi bîr evlât vermesini istemişti. Allah ona İsmail’i, ardından da İshak’ı ve torunu Ya’kub’u vermişt, bunu daha önce anlatmıştık. 72.ayette de İbrahim as’ın soyunun tamamını korumuş olduklarını ayrıntısıyla söylüyor. Bu kıssa bu ayetle son bulurken, sırada yazının girişinde bahsettiğimiz peygamberlerin ayetleri geliyor.

İlk olarak Lut as, 74.ayet onunla alakalı olarak ‘’Biz Lut’a da bir hüküm ve ilim verdik, onu çirkin işler yapan kasabadan kurtardık. Rahmetimizin içine aldık’’ buyuruyor. Sedum kavminin durumunu daha önce Araf suresinde anlatmıştık. İkinci olarak 76.ayette Nuh as’dan bahsediyor ‘’ Nuh bize dua etmişti biz de duasını kabul ettik, ailesini ve kendisini büyük bir sıkıntıdan kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayan kavme karşı ona yardım ettik’’  buyuruyor. Nuh as’ın kavmiyle yaşadığı sıkıntıları ve sonucunda ona bir gemiye toplanması emrinin geldiğini zaten daha önce anlatmıştık. Bu yüzden geçiyorum üçüncü peygambere. Burada Davud ve Süleyman as diye başlayan bir ayet var, çok fazla duymadığımız iki isim. Ve beraberinde bir kıssa. Hemen kısaca değinelim; Süleyman as, Davud as’ın oğludur. Peygamberlik babadan oğula geçen bir görev değildir ama bazı peygamberlerde olduğu gibi onlarda da Davud as vefat edince peygamberlik vazifesi Süleyman’a verildi. Kuran’da bahsedilen kısa ise şu şekilde; Rivayete göre, bir koyun sürüsü geceleyin komşunun tarlasına girerek oradaki ekini tahrip eder; ekin sahibi zararın telâfisi için mahkemeye başvurur. Bu davaya bakan Dâvûd ile oğlu Süleyman, farklı hükümler verirler. Dâvûd, tahrip edilen ekinin kıymetinin, koy unların kıymetine denk olduğu kanaatine vararak koyunların tazminat olarak ekin sahibine verilmesine hükmeder. Süleyman ise bu ce­zayı ağır bularak, hükmün değiştirilmesini teklif eder. Ona göre tarladaki zarar ko­yunlardan elde edilecek gelirle ödenebilir; bu sebeple hükmün şöyle olması gerekir: Tarla koyun sahiplerine verilmeli, onlar, ziyandan önceki haline gelinceye kadar tarlanın bakımını üstlenmelidir. Koyunlar da tarla sahibine verilmeli, o da tar­lası ziyandan önceki haline gelinceye kadar bu koyunların sütünden, yününden ve kuzularından yararlanmalıdır. Nihayet tarla sahibinin zararı karşılanınca tarla ve koyunlar sahiplerine iade edilmelidir. Hz. Dâvûd, oğlunun bu çözümünü beğenir, kendi görüşünden vazgeçer.  Bu kıssa uzun uzun anlatılmak yerine, bir ayette değinilerek geçilmiş. Devamında ise Davud ve Süleyman as’a verilen ilimlerden bahsedilmiş. Mesela 80.ayet ‘’Biz Davud’a, demiri yumuşatarak zırh yapma sanatını öğrettik.’’  Katâde şöyle der: İlk zırh yapan Davud’dur. Zırhlar daha önce levhalar halinde idi. Onları ilk defa ören ve halkalar haline getiren odur. Daha sonra 81 ve 82.ayette; ‘’ Biz, Sülayman’a da şiddetli esen rüzgârı ver­dik. Bazı şeytanları da Sülayman’m emrine ver­dik. Ona mücevher ve inciler çıkarmak için suya dalar ve denizlerin derin­liklerine girerlerdi. Suya dalmaktan başka şehirler kur­mak, yüksek saraylar yapmak ve benzeri, insanoğlunun elinden gelmeyen diğer işleri de yaparlardı, Biz onları Süleyman’ın emrinden çıkmaktan veya ona itaatten çıkmaktan korurduk’’ buyuruluyor. Şimdi Davud as’ın ilminde takıldığımız bir yer yok ama şeytanın Süleyman as’ın emrine girmesine takılanlar olmuştur muhakkak. Bu konuyla ilgili fazla görüş bulamadım, hatta neredeyse hiç bulamadım. Bu kısımı sorgulayan olmamış. Bu da benim aklıma şu fikri getirdi, demek ki Allah yapmak için görevlendirir. Şüphesiz Allah zaten herşeye gücü yetendir. Sadece bu tarz bir cümle daha önce karşımıza gelmediği için şaşırdık galiba.

Geçelim beşinci peygamebere, 83.ayette ‘’Eyyüb de rabbine sığınıp nida etti, biz de duasını kabul ettik.’’ diyor. Eyyüb as’ın adını da daha önce geçirmediğimiz için bir kısa bilgi geçelim istiyorum.  Allah’tan korkan, kötülükten sakınan kâmil bir insandı. Yedi oğlu, üç kızı vardı; daha ziyade hayvancılıkla meşgul olurdu; deve, sığır ve koyun sürülerine sahip, zengin bir kimse idi. Daha sonra gerek tabiî afetler, gerekse düş­man kavimler tarafından çocukları ile bütün matı mülkü telef edildi; kendisi de ağır bir hastalığa yakalandı. Ancak o, bu felaketleri büyük bir sabır ve tevekkülle karşılayarak Allah’a secde eder ve hastalıktan şifa bulmak için Allah’a dua ederdi. Allah Teâlâ da onu sağlığına ka­vuşturdu, kendisine önceki çocuklarının sayısı kadar çocuk ve önceki malından daha çok mal verdi. Bir sonraki ayette altı, yedi ve sekizinci peygamberlerin adı geçiyor. Yalnız bu ayet şu şekilde ‘’ İsmail, İdris ve Zülkif de sabredenlerdendi.’’ Burada de ekinden anlıyoruz ki, bu isimler Eyyüb as gibi bir şeylere sabırlarıyla, musibetler karşısında Allah’a sığınmalarıyla sevilmiş isimler. İbrahim as, Allah’a dua ediyor ve bir erkek evladı olursa kurban edeceğini söylüyordu. Bunun üstüne Allah ona İsmaili verdi. Ve ismail kurban edileceğini öğrendiği an Rabbine sığındı, asla aşırılık etmedi, karşı gelmedi. Onun sabrı buradaydı. Sıradaki isim daha önce karşılaşmadığımız bir peygamber olduğu için ondan da biraz bahsedelim. İdirs as, Adem as’ın Şit as’dan gelen torunudur. Kendisine 30 sayfalık suhuf verilmiştir. Benim İdris as’da şaşırdığım tek konu, Adem as’ın katil olarak bildiğimiz oğlu Kabil’in torunlarına peygamber olarak göndeerilmesiydi. Onun sabrı daha çok kendi nefsini terbiye etmek üzereydi. İlime ve hikmete kavuşmak için çok kitap okur ve sürekli nefsiyle mücadele edermiş. Her fırsatta daha iyi bir müslüman olmak için çabalar ve hep Allaha sığınırmış. Bu o kadar uzun süre devam etmiş olmalı ki, Allah onu sabredenler zümresine yazmış. Diğer isim ise daha önce bahsetmediklerimizden hatta belki çoğunuzun da ilk defa duyacağı bir isim. Zülkifl’in bir peygamber mi yoksa yüksek mertebeye erişmiş salih bir kul mu olduğu çok uzun süre tartışılmış. Bu tartışmanın en mantıklı gerekçelerini Razi kaynaklı bir yazıda okudum ve şöyle diyordu; ‘’Surenin adı Enbiya yani Peygamberler, ayette diğer iki peygamberin adı ve bir önceki ayette Eyüp peygamberin adı geçiyor. Zülkifl onlarla beraber anılırken onun peygamberliğinin sorgulanması mümkün değildir.’’ Bu görüş bana çok mantıklı geliyor. Bu yüzden buraya sadece bunu yazdım. Siz dilerseniz Zülkifl as’ın hayatını araştırabilirsiniz. Onun burada adı geçsede sabrıyla ilgili bir olayının bilgisine ulaşamadım. Yalnız bilmemiz gereken onun salih bir kul olduğudur diyerek diğer peygamberlere geçiyorum.  87.ayette dokuzunca peygamber olarak Yunus as karşımıza çıkıyor. Ve bir kıssasından bahsediliyor.  Ziinnûn, Yûnus peygamberin lakabıdır. Balık tarafından yutulduğu için kendisine Ziinnûn lakabı verildiği söylenir. Putlara tapan Nînevâ halkını tevhid dinine davet etmekle görevlendirilmiş olan Hz. Yûnus, halkı uzun süre dine davet etmesine rağmen kendisine çok az kimse iman etmişti. Bu durum karşısında ümidini yitiren Yûnus, kavmine kızmış, onların başına gelecek bir musibetten ken­disini kurtarmak için gemiye binip şehirden uzaklaşmıştır. Bindiği gemi, yükünün fazla olması sebebiyle batmaya yüz tutunca geminin yükünü hafifletmek üzere çe­kilen kura neticesinde denize atılmış ve bir balık tarafından yutulmuştur. İşte Yûnus’un karanlıklar içinde yaptığı duadan maksat bu balığın karnında iken yaptığı duadır, Yüce Allah Yûnus’un duasını kabul ederek onu bu sıkıntıdan kurtarmış, balık onu hasta bir halde açık bir yere bırakmıştır; Yûnus iyileştikten sonra tekrar kavmine dönmüştür. Kendilerinden ümit keserek terkettiği kavmi ise, sonunda gerçeği görerek putperestliği bırakmışlar, tövbe edip Allah’ın birliği inancına dön­dükleri için azaptan kurtulmuşlardır. Daha sonra onuncu peygamber olarak 89.ayette Zekeriyya as’dan bahsediliyor; ‘’Rabbim beni terketme demişti, biz de duasını kabul ettik’’ deniliyor.  Zekeriyyâ aleyhisselâm İsrâiloğulları’na gönderilmiş son peygam­berlerden biri ve Hz. Yahya’nın babasıdır. O çok yaşlı bir hale gelene kadar sabırla dua etmişti ve Rabbi ona oğlu Yahyayı vermişti. Bir sonraki ayette Yahya ve Zekeriyya birlikte bahsedilerek ‘’Onlar iyilikte yarışıyorlar, umarak ve korkarak dua ediyorlar’’ deniliyor. Bir sonraki ayette ‘’Namusunu koruyan Meryem’i hatırla’’ deniliyor. Burada Meryem değil İsa peygamber olarak anılmak istenmiş.  Allah Teâlâ ihtiyar bir erkek olan Zekeriyyâ İle yaşlı ve kısır olan eşinden mucize olarak Yahya peygamberin doğduğuna işaret ettikten sonra, onların durumuna benzeyen hatta onlardan daha da şaşırtıcı bir mucize olan Meryem ile oğlunu zikretmiştir. îsâ’nın durumu Yahya’nın durumundan daha çok ibret verici ve daha büyük bir mucizedir. Bu sebeple Allah Teâlâ Meryem’in oğlunu âlemlere ibret kıldığını ifade buyurmuştur. Şüphe yok ki Yahya ve îsâ Allah’ın hem kulu hem de peygam­beridir. Bütün bu peygamberleri saydıktan sonra 92.ayete nokta konulmuş; Şüphesiz bu sizin ümmetiniz tek bir ümmettir ve ben de sizin Rabbinizim.

Surede değinmek istediğim son konuya geldik şimdi. 96.ayette ‘’Yecüc ve Mecüc açılıp da onlar her tepeden saldırdıkları zaman’’ deniliyor. Bir önceki surede Yecüc ve Mecüc seddinin açılıp açılmayacağı konusunda bir bilgi olup olmadığını bilmediğimi söylemiştim. Bu ayete bakılırsa bir gün o sed açılacakmış. Demek ki bazı efsaneler doğru. Tefsirciler şöyle der: Al­lah, Ye’cûc ve Me’cûc’un çıkışını, kıyametin yaklaşmasına bir alâmet kıldı. İbn Mes’ud der ki: Ye’cûc ve Me’cûc çıktıktan sonra, insanlara göre kıyame­tin kopması, gününü tamamlamış hâmile kadının durumu gibidir. Öyle ki, bu kadın çocuğunu gece mi gündüz mü, ne zaman doğuracağım bilmez. Bu konudaki efsanevi rivayetler de çok fazla olduğu için buna inanın şuna inanmayın diyemem. Sadece yecüc mecüc var, seddi bir gün yıkılacak ve bu bir kıyamet alameti. Durum bu fazlasına kafa yormamak gerekir. Sonuçta bu mesele bizim imanımızı güçlendirecek bir mesele değil. Yarın ahirette sorar hep birlikte öğreniriz ayrıntısını. Ve surenin sonuna gelirken, tüm ümmetin bir olduğu, gönderilmiş tüm kitapların salih kullar için gönderilmiş olduğu ve Kuran’da bu kullar için öğütler olduğundan bahsediliyor. Nokta ise 107.ayet ile konuluyor; ‘’Ey Muhammed! Biz seni ancak alamlere rahmet olarak gönderdik’’

Sadakallahulazim.

Yorum yapın