بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Hac sûresi 78 âyettir. Kuran’da yirmi ikinci, iniş sırasına göre yüz üçüncü sûredir. Bu sûrede, hac meselesinin Hz. İbrahim tarafından başlatıldığından ve Hz. Muhammed sav tarafından da devam ettirildiğinden bahsedildiği için sûreye “Hac sûresi” denilmiştir. Sûrenin üslûbu ve İçeriği, bir kısmının Mekke, bir kısmının da Medine döneminde indiğini düşündürmektedir. Özellikle baş taraftaki âyetlerin Mekke döneminde inmiş olması ihtimali güçlü olduğundan, genellikle Mekkî olarak nitelendirilse de Hamdi Yazır gibi müfessirler iniş yerini Medine olarak kaydetmişlerdir. Şimdi biz bu Mekke-Medine tartışmalarına hiç girmeden önce surenin konu dağılımına, sonra da ayetlerin ayrıntısına iniyoruz.
1-25: Rabbinden sakınmak, mahşer günü, yaratılış safhaları
26-41: İbrahim as ve kafirler, Kabe’nin bildirilişi
42-43: Efendimize teselli olarak diğer kavimlerin durumu
52-78: Yağmurların durumu, iman ve islamın birkaç kuralı
İlk ayete baktığımızda karşımıza yumuşak bir uyarı ayeti geliyor. Aslında bu yumuşak uyarılar bana surenin Medeni olduğu yönünde bir görüş desteği sağlıyor. Mekki surelerdeki uyarılara baktığımızda daha sert ve daha ürpetici oluyor. Çünkü muhattabı genel olarak önce kafirler, sonra müşrikler, sonra münafıklar, sonra sapkınlar kısaca tüm insanlık oluyor. Ama Medeni sureler bildiğimiz gibi daha çok müslümana öğüt, müslümana açıklama niteliğinde olduğu için uyarıları da yumuşak oluyor. Mesela 1.ayet; ‘’ Ey insanlar, Rabbinizden sakının. Çünkü kıyamet çok büyük bir şeydir.’’ Sakınmak kelimesi ilk bakışta genel bir uyarı görünse de aslında içeriği çok harika. Düşünsenize Rabbimiz bize hata yapmayın demiyor, sakının diyor. Günah işlemeyin demiyor, günahtan sakının diyor. Sakındığınız zaman sizi biz koruyacağız diyor. Demek ki o kulundan sade ve sadece samimiyet ile bağlılık, halis bir niyet ile iman ve bir de gerçekten İslam uğruna bir sakınma bekliyor. Daha önce de söylemiştik, siz bunlara dikkat ettiğiniz halde, hala imtihan oluyorsanız bu da Allah’ın sizi bağlılığınızı sınama şeklidir. Zaten bu seviye bir imanda olan kimse imtihanının da farkında olur ve Eyyüp gibi sabredenler zümresini kazanır. 2.ayet biraz daha dehşetli, kıyametin durumunu anlatıyor. Ve onu anlatırken kullandığı benzetme insanın içini sızlatıyor; ‘’ Kıyameti göreceğiniz gün, emzikli kadın emzirdiğinden vazgeçer. Her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları hep sarhoş görürsün ama onlar sarhoş değillerdir.’’ Bu ayetler, zelzelenin dehşet ve şiddetini göstermek için anlatılmaktadır. O gün o kadar büyük bir karışıklık meydana gelecektir ki, anneler emzirdikleri o çok sevdikleri çocuklarını bile unutup bırakacaklardır. Kıyamet için anlatılan o kadar efsanevi şey var ki, gerçekten Kuran ve hadis kaynaklı olanları seçip çıkardığımızda da bu kadar dehşetli olacak mı diye çok düşünüyordum. Olacakmış. Allah o gün bizim yardımcımız olur inşallah. Sizin nenelerinizi bilmiyorum ama benim nenem hep duasına ekler ‘’Allahım bizi kıyamet gününe bırakma, bizim erkenden azrail ile canımızı al’’ Acaba bu duaya amin mi denmeli? Yoksa Allah’ın işine karışmak gibi olur sanki deyip vaz mı geçmeli? İşte burayı kestiremiyorum.
Atlayarak 5.ayete geldiğimizden uzun bir konu karşımıza çıkıyor; ‘’ Ey insanlar! Öldükten sonra dirileceğinizden kuşku duyuyorsanız şunu unutmayınız ki, biz sizi topraktan, sonra nutfeden, sonra alakadan, sonra belli belirsiz et parçasından yarattık ki size (kudretimizi) açıkça gösterelim. Ve biz dilediğimizin rahimlerde belirli bir vakte kadar kalmasını sağlarız, sonra sizi bebek olarak çıkarırız, ki daha sonra yetişkinlik çağınıza erişesiniz. İçinizden kimi erken vefat ettirilirken kimi de önceden bildiklerini bilmez hale gelinceye kadar ömrün en düşkün çağına eriştirilir. Öte yandan yeryüzünü kupkuru ve cansız görürsünüz; üzerine yağmur indirdiğimizde ise (bir de bakarsın) canlanıp kabanr ve her cinsten nefis bitkiler çıkarır.’’ Ayetin girişinde bahsedilen nufteler ve topraklar kısmı daha önce yaratılış safhaları konusunda anlattığımız bir mesele, galiba Hud suresinde anlatmış olabiliriz. Sitenin arama kısmından aratıp ilgili yazıya geçip bi tekrar okuyabilirsiniz isterseniz. Devamında ise bahsettiği şey dilediğine kupkuruyken yaşama, ve capcanlıyken kuruyup gitme vasfı vermesinden bahsediyor. Amenna ve saddakna bu bizim iman ettiğimiz bir şey. Rabbin gücü herşeye yeter. Babasız bir evlada hayat sunmaya da , yaşlı bir peygambere bebe sevinci yaşatmaya da. Diğer ayetler Allahın kudretinin ve sıfatlarının üzerinde dururken biz biraz ileri giderek 8,9 ve 10.ayetteki çetin bir habere değinelim istiyorum. ‘’Allah yolundan şaşırtmak için kibrinden yanını büker, çevirir. ‘’ İnsanlardan bazısı, bir bilgisi, yahut bir rehberi veya aydınlatıcı bir kitabı olmadığı halde sırf, Allah yolundan saptırmak için kibrini eğip bükerek Allah hakkında tartışmaya kalkar. Onun için dünyada bir rezillik vardır; kıyamet gününde ise ona yakıcı azabı tattıracağız.’’ İbn Abas şöyle der: Allah’a çağrıldığında hakka karşı kibirli davrarır. Bu, kibirle yanağını çevirmek mânâsına gelen terkibine benzer. İnsanları Allah’ın dini ve şeriatından alıkoymak için böyle yaparlar. Ve işte onların durumu burada gayet net bir şekilde açıklanmış. Daha sonra 11.ayette bu duruma düşmenin sebep olduğu halleri anlatıyor ki, burada gerçekten kendimizi sorgulamamız gerekiyor. Çünkü ayetler çok tanıdık, çok üstümüze alınmalık; ‘’ İnsanlardan kimi Allah’a yalnız bir yönden kulluk eder. Şöyle ki; kendisine bir iyilik dokunursa buna pek memnun olur, bir de musibete uğrarsa yüzünü değişir. O, dünyada da, âhirette de ziyana uğramıştır. İşte bu, apaçık ziyanın ta kendisidir.’’ Bu âyet, Allah’a tam bir güven ve kesin inançla değil de şüphe ve tereddütle ibadet eden kimseleri temsilî olarak açıklar. Bunlar, ordunun kenarında bulunup, zafer veya ganimet sezdiğinde yerinde kalan, aksı halde kaçan kimseye benzer. Hasan-ı Basrî bu ayeti direk başka bir konuyla bağdaştırığ: “Bu kişi, Allah’a kalbiyle değil de diliyle ibadet eden münafıktır.” der. Ben de yalnızca inşallah Hasan Basrî haklı değildir diyebiliyorum.
Geçiyoruz yeni konu dağılımına, 17.ayetin girişinde bir sürü toplululuğun ismini almış, bi bakalım bunlar kimler; ‘’ Mü’min olanlar, yahudî olanlar, sâbiîler, hıristiyanlar, mecûsîler ve müşrik olanlara gelince, muhakkak ki Allah, bunlar arasında kıyamet gününde hükmünü verir. Şüphesiz Allah, her şeyi hakkıyla görendir.’’ İman edenler belli, inşallah onlar bizlerizdir. Yahudi olanlar Musa’nın dinine inananlar olarak geçse de, Musa’nın dinini saptırarak inananlar demekte fayda var. Sabiiler, yıldızlara tapanlar. Hristiyanlar, İsa’nın dinine saptırarak inananlar. Mecusiler, ateşe tapanlar. Müşrikler ise putlara tapan Araplar. Bu toplulukları bilmekte fayda var, ilerleyen yerlerde sabii ve mecusi kelimeleriyle karşılaşacağız. O yüzden bu satırı bi tekrar okuyun ki kalıcı olsun. 19.ayette ve devamındaki birkaç ayette burada bahsedilen kafir kişilerin azabı anlatılıyor. Ki bu ayetleri okurken benim tepkim ‘’hıı galiba, bu sure Mekki bi sure, bu bize söylenmiş değildir’’ oldu. Bakalım sizin durumunuz ne olacak; ‘’ İnkâr edenler için ateşten bir elbise biçilmiştir. Onların başlarının üstünden kaynar su dökülecektir! Bununla, karınlarının içindeki ve derileri eritilecektir! Bir de onlar için demir kamçılar vardır! Izdiraptan dolayı oradan her çıkmak istediklerinde, oraya geri döndürülürler ve “Tadın bu yakıcı ateşin azabını!” denilir.’’ Allahuekber. Bu ne şiddetli bir azaptır. Üstüne uzun uzun düşünmek bile istemiyorum. Eğer hala namaz kılmıyor, Allah’ın dinini yaşamak ve yaşatmak için çaba göstermiyorsanız o zaman Hasan Basrî’ye göre islamı gerçek anlamda kabul etmiş sayılmazsınız. Ve o zaman ucundan köşesinden zamanla şu gruba girmek riskiniz olabilir. Allah muhafaza! Tabi ki bu ancak Allah’ın takdiriyle olacak bir iş. Benim yapmak istediğim ise ucundan köşesinden kulağınıza su kaçırıp bu mübarek aylarda namazı alıskanlık haline getirmenin fırsatını aramak. Bu ayetlerden sonra da müslümanlar için ferahlık ayetleri geliyor ve onların durumu da 23.ayette şöyle anlatılmış; ‘’ Muhakkak ki Allah, iman edip iyi davranışlarda bulunanları, zemininden ırmaklar akan cennetlere sokar. Bunlar orada, altın bileziklerle ve incilerle bezenirler. Onların giyecekleri ise ipektir.’’ İşte biz inşallah bu gruba girenlerden olabiliriz. İnşallah bunun için çabalayan ve çabası boşa gitmeyenlerdenizdir.
Yeni bir konuya 26.ayetle birlikte giriyoruz. Burada Kabe’nin İbrahim as’a bildirilmesinden bahsediyor. Bu aslında Adem as’a kadar dayanan bir mesele olarak biliniyor. Ama burada henüz o kadar eskiye gitmemiş. Bu açıdan ben de tam bir ayet görmeden bu meseleye değinmek istemiyorum. Ama bu konudaki bilgimiz Kabe’nin ilk Adem as’a bildirildiğinden yana. Fakat bu kavim felaketleri ve dünyanın birkaç kere yerle bir olmasından ötürü Kabe tekrar yıkıldığı ya da yok edildiği için daha sonra tekrar tekrar yeri bildirilip baştan yapılıyor. Ve İbrahim as ile birlikte Hac emri de geliyor. Bkz 26.ayet ‘’ Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve: “Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut” demiştik.’’ Bu uyarıdan sonra insanları hacca davet et emri beraberinde geliyor. Birkaç ayet sonra ise ‘’Biz o büyükbaş hayvanları da Allah’ın nişanelerinden kıldık; sizin için onlarda nice yararlar vardır. Onlar kesim için sıraya dizildiklerinde üzerlerine Allah’ın adını anınız, cansız halde yere serildiklerinde ise onlardan hem kendiniz yiyiniz hem ihtiyacını gizleyen ve gizlemeyen yoksulları doyurunuz. Onların ne etleri Allah’a ulaşır ne kanlan; O’na ulaşacak olan sadece sizin takvânızdır.’’ Haberiyle insanlara Kurban emri de geliyor. Birçokları bu bilgiden biraz uzak kaldığı için aslında genel bir bilgiyi tekrar etme ihtiyacı duyuyorum. Hac vazifesi yalnızca Arafe ve Kurban bayramının olduğu günlerde yapılır. Diğer aylarda Mescidi Haram’a gitmek umre olarak bilinir. Ve kurban kesimi de bu ayetlerde gördüğümüz üzere Hac vazifesi içinde anılmıştır. Yani Hac vakti, kurban dönemindedir. Ve hacılar orada kurban kesmek durumundadırlar. Bizler de bulunduğumuz yerlerde kurban keserek bu emri yerine getiriyoruz. Belki şu duayı duyanlarınız olmuştur; ‘’Allahım kurbanlarımızı Mina’da kesilen kurbanlardan say’’ Bu biraz da, bizi de hacılardan say demek gibi bir şey galiba 😀 Her neyse, genel bilgiden geçip 35.ayete geliyorum; ‘’Onlar ki; Allah anıldığı vakit kalpleri titrer. Onlar kendilerine isabet eden belaya sabreden, namaz kılan kimselerdir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.’’ Muhammed Es sabuni bu ayeti şöyle tefsir etmiş; Bunlar öyle kimselerdir ki, Allah nıldığında kalpleri korkar ve titrer. Çünkü Allah’ın büyüklüğünün nuru o kalpler üzerine doğmuştur. Sanki Allah’ın önünde durmakta, onun büyüklüğünü ve yüceliğini görmektedirler. Onlar sıkıntılı ve geniş hallerde başlarına gelen hastalık, musibet, meşakkat ve diğer zorluklara sabrederler. Onlar namazları eksiksiz olarak tam bir huşu içinde, vakitlerinde dosdoğru kılarlar. Ve lutfumuzdan kendilerine harcarlar. Bu güzel tefsirin üzerine yorum yapmadan konuyu bitirelim diyorum. Zaten ayetlerle de 41.ayette konuya son verilip yeni bir kısıma geçilmiş.
Yeni kısımda karşımıza ilk olarak Efendimiz sav’a karşı bir teselli var. Daha önceki kavimler örnek gösterilerek kendini üzmemesi nasihat edilmiş. Bir önceki yazıda bunun üstünde durduk. Ama kavimleri tekrar etmek açısından şu ayeti yazalım; ‘’Medyen halkı şuayb’ı yalanladı. Musa da Firavun tarafından yalanlandı. Ben o kafirlere mühlet verdim, sonra da tuttum alıverdim. Beni inkar etmek nasıl olurmuş görsünler’’ Bu ayetten sonra uzun bir bölümde inkar edenlerin durumundan bahsedilmiş. Bu ayetler okunarak anlaşılabilecek kolaylıkta olduğu için yeni 52.ayete geliyorum. ‘’ Ey Muhammed! Biz senden önce hiçbir rasul ve hiçbir nebi göndermedik ki, o bir şey temenni ettiği zaman, şeytan onun arzusuna şüpheler karıştırmasın. Bunun üzerine Allah şeytanın karıştırdığı şüpheyi giderir.’’ Bu ayet aslında şeytan vesvesinin üzerinde durmuş olsa da insanlar şeytanlar peygamberlere de mi vesvese verirler sorusuna sebep olmuş. Bunun üzerine uzun uzun yazılar ve araştırmalar yapılmış. Bir de ayetin başında ne bir Rasul ne bir nebi göndermedik derken aslında aynı bildiğimiz iki kavramın ayrıştırılarak kullanması dikkat çekiyor. Yani Rasul ve Nebi aynı şeyler değilmiş onu anlıyoruz. Bu konudaki en güzel açıklamala sorularlaislamiyet sitesinde yayımlanmış; ‘’ Resul, yüce Allah’ın insanları hakka davet etmek üzere, yeni bir şeriatle gönderdiği hür erkektir. Nebî ise hem bunu, hem de geçmiş bir şerîati bildirmek için gönderilen peygamberi içine alır.’’ Ve ilk soruya gelirsek, Peygamberimizin de vesveleri var mıydı diye düşünürsek bu cevabı da Muhammed Es Sabuni tefsirinde 52.ayetin açıklamasında veriyor; ‘’ Ey Muhammed! Senden önce biz, Rasul ve Nebi olarak kimi gönderdiysek, o bir şeyi sevip canı çektiğinde, şeytan, istediği ve sevdiği şey hakkında ona; dünya ile meşgul olmasını gerektiren bazı vesveseler vermiştir. Bu ayete göre Efendimiz’in şeytan vesveselerinden korunduğunu düşünebiliriz. Yalnız açıklamanın devamında bir hadis vermiş; ‘’Nitekim Rasulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur: Şüphesiz beşeri arzular kalbimi sarar. Onun için ben, günde 70 kere Allah’tan bağışlanmamı isterim’’ Demek ki, vesveselerden korunmuş olsa bile beşeri istekleri oluyormuş ve bunlar için sürekli tövbe ediyormuş. Yani Âyetin mânâsı şudur: Gönderdiğimiz her nebi ve rasul, içinden bir şey geçirip de, ümmetinin hidayete ermesini ve iman etmesini temenni ettiğinde, mutlaka şeytan ona vesvese vermeye ve yoluna engeller koymaya çalışır. Bunu, Peygamberin kavmine inkarı süslü göstermek ve onun emrine muhalefet etmek için, kalplerine inkâr fikrini yerleştirmek suretiyle yapar. Sanki âyet, şöyle diyerek Peygamberi (s.a.s.) teselli etmektedir: Ey Peygamber! Kavminin sana düşmanlığına üzülme. Çünkü bu, bütün peygamberlerin başına gelen bir olaydır. Allah, şeytanın vermeye çalıştığı vesvese ve evhamı giderir ve boşa çıkarır. Sonra da, Peygamberin kalbine, kendi birliğine ve onun peygamberliğini gösteren âyetleri yerleştirir. Allah çok iyi bilir, çok hikmetlidir, eşyayı yerliyerine koyar. Ebussuûd şöyle der: Bu âyet, peygamberlerin yanılmasının caiz olduğunu ve vesvesenin, onların kapılarım da çalabileceğini gösterir. Verilen bu kadar bilgi arasında nasıl cevap almanız gerektiğini artık meal hatimini yarılamış hanımlar olarak siz verebilirsiniz bence. Ben de bu sırada yeni ayetlere geçeyim.
Surenin sonuna yaklaşırken artık ayetler hep birer birer ve başka başka konularla ilerliyor. Mesela 63 ayet yağmurların nasıl bir mucize olduğunu ve yeryüzünü nasıl yeşillendirdiğini anlatırken,bir kaç ayet sonra Allah’ın istediğini öldürüp istediğini diriltebileceği gibi akaidi bir meseleye giriyor. Daha sonra 69.ayette bu sure içinde en sevdiğim ayeti okuyacağız. ‘’Allah aranızda muhalefet edip durduğunuz konular hakkında kıyamet gününde hükmünü verecektir. Kuşkusuz Allah hepsini bilir.’’ İşte bu ailemizle ya da akrabalarımızla ya da herhangi bir insanla sürekli halde çözüme ulaşamadığımız soruların, hep kendimizi haklı gördüğümüz mevzuların ancak ve ancak Allah tarafından hükümleneceğinin ispatı. Yani ne kadar haklı olursanız olun, isterse tüm dünya da sizin haklılığınıza inansın ve sizi desteklesin eğer Allah’ın hükmü sizin tarafınızdan değilse bunun zerre miktarda değeri yok.
Bir de 73.ayette karşımıza bir Kuran teşbihi daha çıkıyor. Bu surede ikinci kez benzetme yapılıyor. ‘’Ey insanlar! Size bir misal verilmekte; dinleyin onu: Allah’tan başka yalvarıp yakardıklarınız var ya, hepsi bunun için bir araya gelseler bile bir sinek yaratamazlar. Hatta sinek onlardan bir şey kapsa onu ondan kurtaramazlar. İsteyen de âciz, kendinden istenen de!’’ Subhanallah. Yani, Allah’ı bırakıp da taptıkları putların hepsi bir araya gelseler, küçüklüğüne rağmen asla bir sinek dahi yaratamazlar. Akıllı kimsenin onları ilâh edinmesi ve Allah’ı bırakarak onlara tapması nasıl uygun olur? Kurtubî bu konuda şöyle der: Yüce Allah dört sebeplen dolayı özellikle sineği misal verdi: Sineğin hakirliği, zayıflığı, pisliği ve çokluğu. Şu halde sinek, hayvanların en zayıfı ve en basiti iken ve müşriklerin, Allah’ı bırakıp da taptıkları putlar böyle bir varlığı yaratmaya ve onun verdiği eziyeti savmaya güç yetiremezken, bunların kendilerine ibadet edilen ilahlar ve itaat edilen rablar olması nasıl caiz olur?! İşte bu en kuvvetli ve en açık delildir. Eğer sinek, putlara sürdükleri kokulu maddeden bir şey çekip alsa, o ilahlar, sineğin zayıflık ve hakirliğine rağmen, çekip aldığı şeyi ondan geri alamazlar. puttan hayır bekleyerek ona tapan da, kendisinden hayır beklenen put da âciz kalmıştır. Her ikisi de hakir ve âcizdir.
Geldik değinmek istediğim son konuya ve surenin de son ayetine. Hayli uzun bir ayet olduğu için içeriği de fazlaca soru kaldırıyor. Mealini kısaca vermeye çalışayım; Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. Sizi O seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dîninde olduğu gibi. Bundan önce “müslümanlar” adını Allah verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânızdır. Ne güzel mevlâdır O, ve ne güzel yardımcıdır.’’ Ayetteki ilk emir cihad emri. Demek ki aslında müslüman için en önemli vazife bu. Ayetin sonunda namaz emri verilmesi onun daha önemsiz olduğu anlamına gelmez. Tefsircilerin ortak görüşü toplumla alakalı bir konuyu önde, kişisel konuların ise daha sonra anıldığı yönünde. Cihad emrinden sonra şöyle bir ifade var ‘’babanız İbrahim’in’’ Bu ifade birçok kişinin aklında ‘’E hani bizim babamız Adem anamız Havva idi’’ sorusu oluşturuyormuş. Yaratılış olarak soyumuz Adem as’dan geliyor da olsa dinimiz olan müslümanlık tam olarak İbrahim as ile başladığı için Kuran bize onu da babamız olarak sunmayu uygun görmüş. Daha somut örnek vermek gerekirse, biyolojik babamız Adem ise manevi babamız da İbrahim as olarak yorumlanabilir. Tabi bu ifade için görüşler çeşit çeşir. Özellikle Arabistan tefsirleri babanız kelimesinin Efendimiz için olduğunu iddia etmekte. Hangisi doğrudur biz bilemeyiz, bir önceki ayette öğrendiğimiz gibi Allah herşeyin hükmünü kıyamette apaçık bir şekilde zaten verecektir. Dünyada gaflete kapılıp uzun uzun bunları tartışmanın ne alemi var ki?
O halde hayırlı günler ve hayırlı okumalar.
Allah öğrendiklerimizle amel etmeyi nasip etsin inşallah sevgili dostlar.
Sadakallahulazim.
Allah razi olsun 🙂
cümlemizden inşallah 🙂
Allah razı olsun , Allah ilminizi de , ilminizden faydalananları da arttırsın inşallah. Bu arada evet , ben Hac suresindeyim henüz 🙂
cümlemizden razı olsun inşallah, yetişirsiniz panik yok 😀