Meal Okumaları 24 – Nur Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

Bugün Kuran’ın neredeyse en zor surelerinden biriyle tanışacağız. Uslup olarak her ayet kolay anlaşılıyor olsa da içerik olarak kavramamız biraz zaman alacak gibi duruyor. Bu sure islamı tanımayan insanların kozu olurken, islam ile yücelen insanlar için de bir dönemlik bir araştırma konusu haline gelmiş. Yani ilk etapta sindirilmesi zor olacağı için lütfen okuduğunuz şeylerin de bir insan tarafından yazıldığını unutmayın. Rabbim yanlış yönlendirmekten, yanlış bilgilendirmekten muhafaza etsin diyerek, çekine çekine bu yazıya başlıyorum. Rabbim muvaffak etsin.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Nur Suresi, 64 ayettir ve Medine’de nazil olmuş surelerin 102.sidir. Bu biglilerle sûrenin  hicretin 1. yılının sonu ile 2. yılının başlarında vahyedilmiş olması bilgisine de ulaşabiliriz.  Sûre adını 35 ve 40.ayetlerdeki  ‘’Allah’ın lütfedeceği nurdan mahrum kalanların başka bir nur bulamayacaklarını’’ ifade eden cümlelerden almıştır. Konu olarak baktığımızda ise, mü’minlerin, özel ve genel hayatlarında uygulamaları gereken sosyal ahlâk kurallarını açıklar. Bunlar, eve girerken izin isteme, nâmahreme bakmama, namusu koruma, erkeklerin yabancı kadırlarla karışık olarak bir arada bulunmalarının haram oluşu, müslüman ailenin ve müslüman evin yapması gereken iffetli davranış, örtünme, temiz ve güzel ahlâklı olma, Allah’ın dini Üzerinde dosdoğru yürüme gibi şeylerdir. Özet olarak bu mübarek sûre, toplumun en önemli problemlerinden birisi olan “aile problemi” ve aileyi kuşatan tehlikelerle onun yoluna çıkan engel ve problemleri ele alır. Bunlar aileyi çökerten ve yok eden tehlikeler­dir. Bütün bunların yanında bu sûre, yüce ahlâk kurallarına, büyük hikmet­lere ve erdemli hayat esaslarına götüren yönlendirmelere yer verir. İşte bu­nun içindir ki, mü’minlerin emîrî Hz. Ömer (r.a.), Kûfelilere mektup yazarak şöyle dedi: “Kadınlarınıza Nûr sûresini öğretin.”  buyurmuştur. Hadi konuları kategorize edip, ayetlere başlayalım;

1-10: Zina eden kadın-erkek konuları
11-22: Hz.Ayşe’nin iftiralarında boyutlar
23-29: Yalancı şahitlik ve izinsiz eve girmek
30-38: Kadın ve erkek üzerindeki yasaklar, evlilik şartları
39-64: İnkar edenlere nasihatler ve inananlara sınırlar

Karşımıza çıkan ilk ayet ‘’ Bir sure indirdik ki, hükümleri size farz kılındı.’’ diye başlıyor ve farziyetin önemine bastırarak devam ediyor. İlk ayetinden bile bu surenin biz müslümanlar için ne kadar ehemmiyetli olduğunu anlayabiliriz. Zaten ayet apaçık bir şekilde, bu surede indirilen hükümlerin kabul etmek ve etmemekte serbest kalınan öğütler cinsinden olmadığını özellikle ifade ediyor. Bunlar, kesinlikle itaat edilmesi gereken farzlardır. “Eğer gerçekten mümin ve müslümansanız bunları uygulamak zorundasınız” deniliyor. Bu hatırlatmadan sonra karşımıza çıkan ayetler o kadar tehlikeli ki, neresinden yanaşsam diye düşünüyorum. Öncelikle 2.ayet; ‘’ Zina eden kadın ve zina eden erkekten her bi­rine yüz sopa vurun; Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dininde hükümlerini uygularken onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir gurup da onlara uygulanan cezaya şahit olsun.’’ Bu ve bunun gibi ayetleri anlamak için islam hukukunu çok iyi bilmek gerekiyor. Ben de çok iyi bilen biri değilim ama birkaç araştırma ile sorulara ışık tutmak niyetindeyim. Bir insana yüz sopa vurmak adaletli mi değil mi bunu tartışmaya açık bir konu olarak görmüyorum, çünkü ayet çok açık. Sadece bunu açıklamak gerektiğine inanıyorum ki, aklımızdaki sorular kalbimizi meşgul etmesin. İslam’ın gayesi insanlara ceza vermek ve öldürmek değil, suçluyu cezalandırarak, hem onu suç işlemekten alıkoymak hem de toplumu onun kötülüklerinden koruyup ve suçların yayılmasına engel olmaktır. Zira İslam, insanların kendisiyle dirilmesini, maddi ve manevi yönden hayat bulmasını vazgeçilemez bir ilke olarak ortaya koyar. Bir kişinin hidayetine vesile olmayı, bütün dünya nimetlerini elde etmekten üstün tutar. Suçluyu cezalandırmakla kamu yararı gözetilmiş ve adalet sağlanmış olur. Zira suçluya müdahale etmemek ya da merhamet göstermek, mağdura ve topluma karşı katı kalpli olmak demektir. Bu nedenle Kur’an zina cezasını ifade ettikten sonra infazı hususunda gösterilebilecek tereddütlere karşı insanları uyarmakta ve ‘’Onlara acıyasınız tutmasın’’ demektedir.  İslâm, zina belâsından insanlığı kurtarmak için yalnızca ceza kanunlarına güvenmez. Geniş düzeyde yapıcı, düzeltici ve önleyici tedbirler de alır. Cezaya ancak son çare olarak bakar. İslâm, kişiler zina etsin, ben de durmadan sopa atayım heveslisi değildir. Gerçek amacı, bu suçun hiç işlenmemesini ve karşılığındaki ağır cezaya kimsenin maruz kalmamasını sağlamaktır. Bu amaçla herşeyden önce kişiyi arıtır, temizler, kalbine herşeyi bilen ve herşeye gücü yeten Allah’ın korkusunu yerleştirir. Yaptıklarından ölümle bile kurtulamayıp, ahirette hesap vereceği duygusuyla donatır onu. Önce gerçek bir iman ve sonra da İlâhî Kanuna itaat zorunluluğunu iliklerine kadar yerleştirir. Üstelik tüm bunların sonunda da tövbe kapısının açıklığını hatırlatarak her birine tekrar kucak açar. Birkaç ayete dayanıp da dinimizi karalamaya çalısanlar keşke gerçek İslam’ın merhametli ve kucaklayıcı özelliklerinin azaplarından çok daha fazla olduğunu anlayabilselerdi. Rabbim bu konuda anlayışlarımızı açık tutsun. Gelelim 3.ayete; ‘’Zina eden erkek, zina eden veya müşrik olan bir kadından başkası ile evlenmez; zina eden kadınla da ancak zina eden veya müşrik olan erkek evlenir. Bu, mü’minlere haram kılınmıştır.’’ Burada da hüküm açık bir şekilde beyan edilmiş.  Zinâ eden erkeğin, şerefli ve iffetli bir kadınla evlenmesi uygun değildir. O, ancak kendisi gibi birisiyle veya daha âdi birisiyle evlenir. İslam hukukunun bir diğer ilkesi de ‘’Cezalar temelde ‘akıl, din, can, ırz (namus) ve malın’ korunmasına yöneliktir. Yani bütünü insan için bir fayda temin etmektedir.’’ Buna göre zina yapanların bu şekilde kategorize edilmesinin de akli bir sebebi olmalı. Akli olarak bakıldığından, neslin daha namuslu ve daha belirli bir şekilde ilerlemesi ve düzgün bir aile yapısı oluşması için alınmış bir önlem olabilir. İslami olarak bakıldığında ise böyle bir ayrımın yapılma sebebinin müminlerin böyle insanlarla evlenmelerinin onlara yakışmayacağı belirtilmiş olabilir.  Geldik 4.ayete; ‘’Namuslu kadınlara zina isnadında bulunup, sonra dört şahit getiremeyenlere seksener sopa vurun ve artık onların şahitliğini hiçbir zaman kabul etmeyin. Onlar fâsıkların ta kendileridir.’’ Bu ayet ile artık zina konusundaki uyarılardan çıktık ve zinaya şahitlik edenlerin uyarılarına geldik. Bilindiği üzere bir kişinin zinasının onaylanması için onun 4 şahite ihityacı var. Ha keza onun temiz sayılabilmesi için de dört şahide ihtiyacı var. Bu ayetle bu dört şahidin getirilmemesi durumunda suçun kesinleşmeyeceği bilgisine de ulaşabiliriz. Asıl anlatılmak istenen ise, dört şahidi olmadığı halde bu iftarayı atanlar cezalandırması gerektiğidir. Çünkü zina basit bir suç değil, her insan için en büyük sayılabilecek bir iftiradır. Onlara 80 değnek vurmak yine bize acımasızca gelmemeli. Çünkü onlar yalancı olup suçsuz kadınları itham etmişler ve insanların namuslarıyla oynamışlardır.  Mevdudi’ye göre 80 değnek şöyle düşünülmeli; ‘’Onların insanî değerlerini düşürmek suretiyle cezalarını artırın. Yalana ve if­tiraya devam ettiği sürece onlardan hiçbirinin şahitliğini kabul etmeyin.’’ Buraya kadar okuduğumuz 3 ayet, fazlasıyla sert uyarılara sahipti. Uslup olarak da içerik olarak da ufacık bir esneklik payı bırakılmadan net bir şekilde ifade edildi. Yalnız İslam’ın güzelliği asla son bulmuyor, ayetlerde de peşi sıra 5.ayet geliyor ve tövbe edenleri bu ayetlerin muhattabı olmaktan çekip kurtarıyor. Buraya kadar ki hükümler, tövbe etmemiş ve nefsini ıslah için çalışmamış kişiler içindir. Ayette açık bir şekilde; ‘’ Tövbe edip, durumlarını ıslah edenler başka, çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir’’

6.ayet ile bambaşka bir konuya gireceğiz ve bu sadece ahleken değil duygusal olarak da çok kötü bir durum olsa gerek. ‘’Eşlerine zina isnadında bulunup, kendilerinden başka şahitleri olmayanlara gelince; onların şahitleri Allahın adını anarak dört defa yemin etmeleridir. Beşincisi de, eğer yalancılarda ise muhakkak Allahın laneti boynuna olsun’’ Takdir edersiniz ki, bir adamın eşini zina ile suçlaması kolay bir iş değildir. Bu yüzden insanlık ayrı, eşler ayrı tutulmuş. Ve eğer bir insan eşinin zina yaptığını iddia ediyorsa, 4 defa yemin etmesi uygun görülmüştür. Yine de bu zor durumda dahi iftira etme haysiyetsizliği olacak olan adamlar için ayetin devamı da, yalanın lanetlenme sebebi olacağını da açık bir şekilde söylemiş. Çok şükür ki, islam hukuku asla erkek yandaşı bir hukuk değildir. Evet eşlerin birbirine hürmetinde erkeğe saygı söz konusudur ama adalet hususunda mükemmel bir düzen sağlanmış. Bakınız 8.ayet; ‘’ Kadından ise cezayı dört defa şehadet etmesi kaldırır’’ Az öncede dediğimiz gibi, muhakkak nefsine esir olmuş, haysiyet yoksunuz erkekler olacaktır, böylelikle namuslu eşlerine iftira etmeleri  durumu da olacaktır. Fakat islam burada namuslu kadınları korumak için onlara da hak veriyor ve onların da aynı eşleri gibi dört defa yemin etmesi, cezayı ortadan kaldırıyor. Ve yalan söyleyerek kendini temize çıkarmak isteyen kadınların da olacağı düşünülerek hemen uyarı da geliyor; ‘’ Eğer o doğru söylüyorsa, Allahın gazabı muhakkak üzerinedir’’ Tabi ki bu bahsettiğimiz şeylerin şartları usulleri ve kuralları var. Yalnız daha 9.ayetten 5 sayfa yazı yazmış olduğumuz için ben onlara giremiyorum.

Geldik Hz.Ayşe’nin iftarasıyla ilgili ayetlere. Burada surenin nüzul sebebini oluşturan “İfk” yani ‘’Gerdan’’ olayının  ayrıntılarını öğrenecek ve Kuranda bu konuyla ilgili ne dendiğini öğreneceğiz. Yalnız bu olayın İslâm’la kâfirler arasındaki çatışmayla alakalı olduğunu unutmayalım. Yani İfk adı verilen Hz.Ayşe’ye iftira atma olayı, kafirlerin ahlaksızca planladıkları bir savaş stratejisinden fazlası değildi. Daha açıklayıcı olması açısından biraz açalım;  Bedir zaferinden sonra İslâmî hareket her geçen gün daha bir güçlenmeye başlamıştı. Her iki tarafın iyice farkına vardığı şekilde, kâfirlerin yıllardır sürdüregeldiği saldırı savaşının artık sona ermesi demekti bu. Kâfirler, İslâm’ı savaş alanında yenemeyeceklerini anlayınca, çatışmayı sürdürmek için ahlâk cephesini seçtiler. Bu stratejinin uygulamaya konması için ilk fırsat, Hz. Peygamber’in evlatlığı Zeyd’in karısından boşanmasıyla elde edildi. Bilindiği üzere Efendimiz daha sonra evlatlığının boşanan hanımı Zeynep’i eş olarak almıştır. Zeynep aynı zamanda Efendimiz sav’ın halasının kızıdır. Bu meseleye daha sonra Ahzab suresinde uzun uzun değineceğiz, bu yüzden stratejinin ikinci aşaması olan ifk olayına Hz.Ayşe’ye atılan iftiranın ayrıntısına değinmek istiyorum. Efendimiz sefer çıkarken hangi hanımını yanına alacağına dair kura çekermiş, buna göre de Mustalıkoğlu seferinde Hz.Ayşe’nin ona eşlik etmesi gerekiyormuş. Dönüşte Efendimiz geceleyin yolda son olarak bir yerde konaklamak istemiş ve bir süre sonra Hz.Ayşe rahatlamak ve özel ihtiyaclarını gidermek için kampın biraz dışına çıkmış. Hızlıca işlerini bitirip dönerken gerdanlığını düşürdüğüğünü farketmiş fakat bu sırada kervan nedendir bilinmez harekete geçmiş bulunmuş. Buradan sonrasını Hz.Ayşe’nin dilinden dinleyelim; ‘’Çarşafıma bürünüp geride kaldığım anlaşılır da gelir beni götürürler ümidiyle yere uzandım. Bu arada uyumuşum. Sabahleyin Safvan bin Muattal Sülemî yoldan geçerken, örtüyle ilgili hüküm inmeden önce beni birkaç kez görmüş olduğundan beni gördü ve tanıdı, devesini durdurdu ve bağırdı: “İnna lillahi ve inna ileyhi raciun! Hz. Peygamber’in hanımı burada kalmış!” Bu ses üzerine birden uyandım ve çarşafımla yüzümü kapadım. Başka bir şey demeden devesini çöktürdü ve kenarda durdu, ben de deveye bindim. Deveyi yularından tutuyordu, öğle sıraları tam durduğu zaman kervana yetiştik ve kimse benim geride kaldığımı farketmemişti. Sonradan bu olayın bana iftira atmak için kullanıldığını ve Abdullah b. Übeyy’in iftiracıların başını çektiğini öğrendim. Medine’ye varınca hastalandım ve bir aydan daha fazla yatakta kaldım. Olanlardan bütünüyle habersiz idiysem de, ‘iftira haberi şehirde bir skandal halini almış ve Hz. Peygamber’in (s.a) kulağına da ulaşmıştı. Eskiden olduğu gibi hastalığımla ilgilenmediğini görüyordum. Geliyor, bana hiçbir şey söylemeden başkalarından nasıl olduğumu öğreniyor ve gidiyordu. Bir şeyler dönüyor diye aklım çatlıyordu nerdeyse. Rasûlullah’tan izin aldım ve daha iyi bakım için annemin evine gittim.’’ Burada biraz hikayeye ara veriyorum çünkü Efendimiz de bu sırada ara verip araştırma yapmaya başlamış. Hatta  Ayşe validemiz annesine gittiğinde, Efendimiz de Hz.Ali ve Üsame b. Zeyd’le bu konuyu konuşmuş. Üsame; “Ey Allah’ın Rasûlü, hanımında iyilikten başka bir şey görmedik. Onun hakkında yayılan her şey yalan ve iftiradan ibarettir.” demiş. Galiba bu en yerinde cevap verenlerden biri. Daha sonra Hz.Ali ise, “Ey Allah’ın Rasûlü, kadın kıtlığı yok, istersen bir başkasıyla evlenebilirsin. Bununla birlikte, meseleyi araştırmak arzusundaysan kadın hizmetçisini çağırt ve ondan sor” görüşünde bulunmuş. İlk okuduğunuzda Hz.Ali’ye yakıştıramadığınız bir itham olduğunu biliyorum ama malesef bu hadis gayet sahih. Hatta ve hatta umre serüveninde anlatmıştım, Hz.Ali ile Hz.Ayşe’nin birbiriyle çok iyi olmadıklarını. Onun da kaynağı buymuş meğersem. Ben de bugün öğrendim. Ama bence Hz.Ali de böyle bir şey dediyse, Ayşe’nin öfkesini hak etmiş demektir. 😀 Her neyse, son olarak Efendimiz Ali’nin fikrini dinlemiş ve hizmetçi çağırılmış. O da; “Seni Hakkla gönderen Allah’a yemin ederim ki, onda kötü hiçbirşey görmedim, ancak, kendisine ben yokken yoğrulmuş hamura bakmasını söylediğimde uyuyakalır ve bir keçi gelip onu yer.” Demiş. Bu cevabı nasıl bağlayacağız diye çok düşünmeye gerek yok aslında, burada Ayşe’nin güvenilir olmayışına değil, çocuk oluşuna değinilmiş. Onun hizmetçisi onun bakıcısıydı, bu yüzden Ayşe’nin çocukluğunun ve saflığını böyle ifade etmiş bulunmuştu. Tüm bu araştırmalar devam ederken Efendimiz sukunetini ve sabrını korumuştu. Yalnız bu olayda en hoşuma giden kısmı da Hz.Ayşe’den alıntılamak istiyorum; Bir gün Hz. Peygamber (s.a) bizi ziyaret etti ve yanıma oturdu, iftira başlayalıdan bu yana hiç yapmadığı bir şeydi bu. Sonra söze başladı: “Aişe, ben bunu duydum, yani hakkındakini, eğer masumsan, Allah’ın masumiyetini açıklayacağını umuyorum. Yok, eğer bir günah işlediysen, tevbe et ve Allah’tan bağışlanma dile, bir günahkâr günahını itirafla tevbe ederse, Allah onu affeder”. Bu sözleri işitince gözyaşlarım gözlerimde kurudu. Hz. Peygamber’e (s.a) cevap verir umuduyla babama baktım, ama o da şöyle dedi: “Kızım, ne diyeceğimi bilmiyorum” Sonra anneme döndüm o da ne diyeceğini bilmiyordu. Sonunda ben konuştum: “Hakkımdaki herşeyi duydun ve ona inandın.Şimdi ben suçsuz olduğumu söylesem, -Allah şahidimdir ki, suçsuzum- bana inanmayacaksın, yapmadığım bir şeyi itiraf etsem, -Allah biliyor ki, yapmadım- o zaman inanacaksın. Yusuf Peygamber’in babasının söylediklerini tekrarlamaktan başka yapabileceğim bir şey yok: “Fe-sabrun cemîl’’. Bunu diyerek uzandım ve öbür tarafa döndüm. Allah’ın masumiyetimi bildiğini ve gerçeği mutlaka açıklayacağını düşünüyordum, fakat, beni savunmak için insanların kıyamete kadar okuyacakları İlahi Vahy’in ineceğini hiç aklımdan geçirmemiştim. Herhalde Hz. Peygamber bir rüya görür ve Allah masumiyetimi gösterir diye düşünüyordum. Fakat, o esnada birden Hz. Peygamber’in (s.a) üzerinde vahy hali görüldü, böyle anlarda soğuk bir kış gününde bile yüzünde inci gibi ter damlaları birikirdi. Hepimiz nefesimizi tuttuk ve sessiz bekledim. Ben korkmuyordum, fakat anne-babam korkuyla çarpılmış gibi görünüyorlardı. İlahi vahyin ne yönde geleceğini bilmiyorlardı. Vahy bitince Hz. Pegyamber (s.a) oldukça memnun görünüyordu. Büyük bir mutluluk içinde ilk sözleri şu oldu: “Tebrikler Aişe, Allah masumiyetinin delilini gönderdi” ve sonra da bu ayetleri (Nur 11-21) okudu. Bunun üzerine annem bana: “Kalk ve Hz. Peygamber’e teşekkür et” dedi. Ben de, “Ben ne ona, ne de siz ikinize teşekkür ederim, ben ancak benim beraatimi gönderen Allah’a şükrederim.’’ dedim.’’ Ayşe’nin gençliği, toyluğu, masumiyeti ve imanı bu ufacık nükteden bile belli oluyor dimi? Ayşe ile ilgili ayetler çok açık ifade edildiği için izninizle geçiyorum.

26.ayet ile yıllardır duyduğumuz ama bir türlü vicdanımızı susturarak inanamadığımız ayetlere den geliyoruz. ‘’ Kötü kadınlar kötü erkeklere, kötü erkekler ise kadınlara yaraşır. Temiz kadınlara temiz erkekler, temiz erkeklere de temiz kadınlara yaraşır.’’ Bu ayet bizlere temel bir ilke koymaktadır: Temiz erkekler, temiz kadınlar için ve dindar erkekler, dindar kadınlar için uygun eştirler. Surenin başında verilen hükümler, kötülükleri toplumda ortaya çıktıkları anda yok etmeye yönelikti. Burada verilen hükümler ise, kötülüğü daha doğmadan önlemek toplumu ıslah etmek ve kötülüğün ortaya çıkıp yayılmasından sorumlu nedenlerin kökünü kazımak amacını taşımaktadır. Yani Mevdudi’ye göre bu aslında sadece bir uyarı. Kısaca temiz istiyorsanız temiz kalın demenin Kuran uslubuyla yazılmış haliydi. Hamdi Yazır’a göre bu ayet Ayşe’nin suçsuzluğuna delil olarak devam etmektedir. Yani Efendimiz’e, sen temizsin bu yüzden eşin de temizlerdendir demek gibi düşünülmüş. Biz bu ayeti genel olarak alalım ve varsayalım ki bu ayet hepimiz için. Sonuçta Kuran’dan bizim de pay çıkarmamız gerekir dimi?  Günümüzde iyi görünen ama geçmişi yıllanmış cok fazla erkek-kadın var. Ama bunlar zamanla pişman olup, tövbe etmiş olabilir. İbadetleri onların günahlarını silmiş olabilir. Kuran demiyor mu ki, tevbe eden günahı işlememiş gibidir. Belki rabbim onu en temizden daha temiz etmiştir biz bilemeyiz. Bu bizim haddimiz değildir. Peki bir insan temizlenmişse ona temiz eş düşmesi mümkün değil midir? Sonuçta temiz bu ayette bize bir vasıfla ayrıştırılmamış. Tövbe eden temizlenmiş gibiyse, temiz de temizdir, temizlenmiş de temizdir. Bu ayet kimi zaman bir uyarı, kimi zaman bu bir müjde, kimi zaman bir ferahlık iken kimi zaman kahır meselesi. Yani, hayırlı bir eş istiyorsan hayırlı olacaksın. Temiz istiyorsan temiz kalacaksın. Zina etmemiş istiyorsan zina etmeyeceksin. Allah’ın adaleti asla şaşmaz ve sen de kendin gibilerle değer bulursun. Bu konuda Hamdi Yazır’ın görüşünü geri planda bırakıyor değilim. Tabi ki ayet onun dediği şekilde yorumlanıyor da olabilir. O zaman da şöyle demek istiyorum; Hz. Aişe bunları yaşadı gerek kendi imtihan oldu, gerek bize de bildirilsin diye yaşadı. Tüm bu ayetler onun için indi belki ama konu yalnızca bu olsaydı Rabbim sadece Efendimiz’e bildirilmez miydi? Ama bu mesele ahir zamanda insanlık sorunu olacaktı. Herkes yaşayacak, kalplere vesvese düşecekti. Günümüzde Fesatlara korku, temizlere müjdeleyici bir ayet oldu.

Sırada 27-29.ayetler arasında başka birinin evine girme adabıyla alakalı bir kısım var. Burayı özet geçeyim, bir eve izinsiz ve selamsız girilmez. İzin almadığınız müddetçe girip kesinlikle bakamazsınız. Yalnız boş ve kullanılmayan bir eve girmekte herhangi bir sakınca yoktur. Burayı hızla geçiyorum çünkü zaten çok şükür toplumumuzda henüz bu yaygın bir yanlış haline gelmedi.

Yeni bir konuya geçerken karşımıza tesettürün farz ayeti çıkıyor. Nur Suresi 31.ayet bize gerçek tesettürün ve şeklinin tanımını yapıyor; ‘’ Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Açıkta kalanlardan başka süslerini gösterme-sinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğullan, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğullan, kız kardeşlerinin oğulları, kendi kadınları, hizmetlerinde bulunan köleler ve cariyeler, cinsel arzusu bulunmayan erkekler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!’’ Ayet apaçık bir şekilde anlattığı için ben üstüne ferace mi tesettürdür, çarşaf mı, yoksa etek ve elbiseler de bol olursa tesettür olur mu falan filan diye bir tartışma başlatmayacağım. Herkesin kalbinde iman, kafasında beyin var. Düşünsün bulsun. Olmadı araştırsın bulsun. Ama yine de üstüme düşeni yapacak ve bir hadis yazacağım; Namahrem olan yabancı erkeğe karşı, kadının dört şey giymesi gerekir: önlük (normal rahat ev elbisesi), başörtü, cilbab (pardesü, çarşaf, ferace gibi bir giysi) ve izar (peştamal, belden aşağı giyilen etek gibi) dır. Bu hadis ölçüsünde hesaplarınızı kendiniz yapın, ben de diğer ayete geçeyim.

Zinalar engellendi, kurallar konuldu, müslümana yakışan haller belirtildi. E tabi şartlar olgunlaşınca evlilik konusu geldi çattı. İslam hukuku evlilik konusunda da sınırlandırmalar getiriyor ama bunlar günümüzdekiler kadar maddi ve katı değiller. Yani korkulacak bir şey yok, sakince okuyabiliriz. Önce 32.ayete bakalım; ‘’Aranızdaki kadın ve erkek bekarları ve kölelerinizle cariyelerinizden iyi olanları evlendirin. Eüer fakir iseler Allah onları zengin eder.’’  Buradaki eşleştirmeler neye göre yapılmış bunu ben bilemiyorum ama islam hukukunda bu tür eşleştirmelerin de baya bir ayrıntısı var. Müslüman erkek, yahudi kadınla evlenebilir, hristiyan kadınla evlenemez ya da işte buna benzer bir sürü bir sürü ayrıntı. Şu iki söylediğim şey bile doğru mu bilmiyorum, bu bir kulak bilgisiydi. Her neyse bu ayette asıl almamız gereken şey rızık korkusuyla evlenmemenin yanlışlığıdır, bakın Allah ne diyor ‘’  ben onları zengin ederim’’ diyor. Hala hadsizlik edip geçim sıkıntısı yaşarım düşüncesiyle evlenmeyenler bi bunu düşünsünler bence. Peşinden gelen 33.ayette de, evlenme imkanı bulunmayanlar Allahın lütfu onları bulana kadar temiz kalsınlar diye uyarılmışlar. Bu ayetin devamında cariyelerinize fuhuşa zorlamayın diye bir kısım var. Bu kısım ihtilaflı bir konu olduğu için ben çok değinmeyeceğim. Ama bunun cahiliye devrinde, kadınların ahlaksız işler yaptığı evler için söylendiği yönünde de bir bilgi var. Bu konuda isterseniz şu linki bir inceleyin; Tıktık!

Buradan sonraki ayetler kişinin kendi okuyarak rahatlıkla anlayabileceği nimetler ve tehtidlerden ibarettir. Yine de aralardan birkaç ayeti seçip üstünde durulması gerektiğini belirtmek isterim. Örneğin 53.ayette yok yere yemin etmenin sakıncalı oldğunun üzerinde durulmuş; ‘’Yemin etmeyin, sizden istenen güzelce itaat etmenizdir.’’ Daha sonra 58.ayette yine bir cariye meselesine girilmiş; ‘’ Ey iman edenler! Elinizin altında bulunanlarla içinizden henüz ergenlik çağına gelmemiş olanlar yanınıza gelmek için sizden üç vakitte izin alsınlar. Sabah namazından önce, öğle sıcağından dolayı (istirahata çekilirken) elbisenizi çıkardığınızda ve yatsı namazından sonra.’’ Yani, bu üç vaktin dışında küçük çocukların ve kölelerin izinsiz özel odalarınıza girmelerinde sakınca yoktur. Eğer böyle bir durumda siz normal şekilde giyinmemiş olur, onlar da izinsiz girerlerse onları sorguya çekme hakkınız bulunmayacaktır. Çünkü, günlük iş için gerektiği biçimde giyinmenizin lâzım olduğu bir zamanda uygunsuz durumda bulunmanız sizin hatanızdır. Bununla birlikte onlar, mahrem vakitlerde izinsiz girecek olurlarsa kendilerine gerekli kuralın öğretilmiş olması şartıyla suç onlarındır. Şimdi bu açıklamayı yaptık ama galiba böyle bir durumla haşır neşir olanımız yok. Bir de bundan ziyade cariye meselesine olabildiğince girmemeye çalıştım ama biliyorum özellikle soru gelecek. Bu konuda bir önceki yazıda görüşümü belirttim. Daha akli delillerle inanmak isteyenler için de şu linki önerebilirim; tıktık!

Daha sonra 60.ayette, nikah ümidi kalmayan, doğumdan kesilmiş ve yaşı geçmiş kişilerin dışarıya çıkarken dış kıyafet almamasında sakınca görülmemiştir. Fakihler bunu edeben almanın iyi olacağını söylüyorlar. Zaten buradaki kasıt, kişiyi olası bir zorluktan kurtarmak. Şayet bu ayet indirilmeseydi, yaşlılarımızı hastaneye taşırken, sokağa çıkarırken, ya da kollarını hareket ettiremeyen birini gezdirirken bir şekilde dış kıyafetlerini giydirmek zorunluluğu olurdu. Bu sorumluluk kişilerin üstünden kaldırılmış. Son olarak 61.ayette de kişinin toplu yemek yiyebileceği kişi ve kişiler verilmiş. Eski Arabistan adeletlerinde herkes ayrı ayrı bir köşeye çekilerek yemek yerdi, bu yüzden Kuran bunun da üstünde durmuş ve mahrem kişilerle toplu yemek yiyebilmenin iznini bizlere vermiştir. Sureyi bitirirken 63.ayetteki ‘’peygamberi kendi aranızda birbirinizi çağırır gibi çağırmayın’’ ifadesi de çok dikkat edilmesi gereken bir husus.  “Peygamber’e seslenmek, aranızda birinize seslendiğiniz gibi olmamalıdır.” Yani, Hz. Peygamber’e, başkalarına isimleriyle seslenip hitap ettiğiniz gibi seslenip hitap edemezsiniz. O’na karşı son derece saygılı olmalısınız, çünkü bu konuda göstereceğiniz en ufak bir umursamazlık, ahirette Allah’ın sorgusunu gerektirecektir.

Çok şükür bir surenin daha sonuna geldik, bazı yerleri atladık, bazı yerlere fazla girdik, bazı yerlerde Hamdi Yazır’dan, bazı yerlerde Mevdudi’den, bazı yerlerde Muhammed Es Sabuni’den ve diyanetten alıntılar yaptık. Tek bildiğim bu sure fazlasıyla zordu. Elhamdulillah Rabbim’in yardımıyla bitirdik.

Sadakallahulazim.

 

Yorum yapın