Meal Okumaları 29 – Ankebût Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Ankebût Sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamada yirmi dokuzuncu, iniş sırasına göre seksen beşinci sûredir. “Ankebut yani Örümcek’’ adını bu kelimenin geçtiği 41. ayetten alır.  Allah’ın birliği, peygamberlik, Öldükten sonra dirilme ve hesap gibi, temel inanç konularını işler. Bu mübarek sûrenin ağırlık noktasını “İman” ve bu dünya hayatındaki “İmtihan kanunu” teşkil eder. Çünkü müslümanlar Mekke’de çok büyük şiddet ve sıkıntılarla karşılaşmışlardı. Dolayısıyle bu sûrede, özellikle peygamberle­rin kıssaları anlatılırken, fitne ve imtihan konusu uzun ve genişçe ele alınmıştır. Şimdi isterseniz konu dağılımına bakalım ve ayrıntılara geçelim;

1-13: İman etmiş insanların durumu
14-44:İnkar edenlere örnekler ve putlara tapanlar
45-55: Efendimiz’e kuranın indirilmesi ve okumayan inkarcıların durumu
56-69: İman etmiş kullara uyarılar ve mükafatlar

Bu mübarek sûre, şu âyeti kerimelerle açık bir şekilde konuya girer: “Elif, Lâm, Mîm. İnsanlar imtihandan geçirilmeden, sadece iman ettik de­mekle bırakılacaklarım mı sandılar?” Sûre, imanın sadece dil ile söylenen bir kelime olduğunu sanan bir grup insandan sözederek devam eder. Bir sıkıntı veya mihnetle karşılaştıklarında, hemen sapıklık cehennemine dönerler. Âhiret azabı dünya azabından daha hafifmiş gibi, dünya azabın­dan kurtulmak için, İslamdan çıkarlar. Putperestlerin başta Bilâl-i Habeşî, Ammâr ve Yâsir gibi kimsesizler olmak üzere, müslümanlara uyguladıkları baskı ve zulümlerin dayanılmaz noktalara ulaştığı Mekke döneminin sonlarında inen bu âyetler, gerçek mümin ve müslüman olmanın anlamım ve şartlarını ana çizgileriyle ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır. Buna göre insanların sorumluluklarım yerine getirmiş sayılmaları, dolayısıyla gerçek mânada müslüman olmaları için yalnızca “inandık” diyerek sözlü bir iman ikrarında bulunmaları yeterli değildir. Asıl dindarlık, Allah’ın insanları inançları uğrunda bazı güçlüklerle imtihan ettiğinde ortaya çıkar. İlk 10 ayetin genel olarak yorumunu böyle yapabilir. Ayetleri okuma kısmını da sizin yapmanız gerektiği için geçiyorum surenin devamına.

Genel ayetlerden sonra birden 14.ayette karşımıza özel bir mesele çıkıyor. ‘’Andolsun ki Nuh’u kavmine gönderdik de içlerinde 950 yıl kaldı.’’ Buradaki kinayeli ifadenin açılımı şöyle anlaşılmalı; Andolsun ki, Nuh’u da kavmine gönderdik. Nuh kavmini Allah’ı birlemeye çağırarak 950 yıl onların arasında kaldı. Kavmi puta tapıyordu, onu yalanladılar. Onlar inkâr ve sapıklıklarında ısrar ederken, Allah onları Tûfân’la yok etti. Burada bir Mevdudi hatırlatması yapmak istiyorum. Bu ayet Nuh as’ın 950 yıl yaşadığı anlamına gelmez, bu ayet Nuh as 950 yıl boyunca islam için uğraştığı anlamına gelir. Bu ayetle birlikte Nuh as’ın hayatına da giriş yapmayı düşünmüştüm ama sonra aklıma Nuh Suresi olduğu ve orada uzun uzun anlatma fırsatımız olacağı gelince vazgeçtim. Bu yüzden geçiyorum değinilmesi gereken diğer bir ayete. 19.ayette şöyle bir ifade var; ‘’Allah’ın mahlukatı ilk baştan nasıl yarattığını sonra onu nasıl tekrarladığını görmediler mi? Şüphesiz bu Allah’a göre kolaydır.’’  Bu ayete gelene kadar ki ayetlere bir bakalım. Önce Nuh kavminin uzun süre islam’a davet edildikleri halde iman etmedikleri için yakalandıkları tufan ele alınmıştı. Sonra İbrahim as’ın tebliği hatırlatılıp inkar edenlerin durumu bildirilmişti. Ve sonra bu ayetin gelmesi inkar edenlere bir ispat amacı taşıyor olabilir. Yani bu benim şahsi düşüncem ama sorun neden böyle düşündün diye. Ayetin tefsirine bakıldığında, Allah’ın her kavim helakında dünyayı yerle bir ettiğini okuyoruz biliyoruz. Ve bu ayette Allah’ın her seferinde dünyayı tekrar yarattığını ve bunun O’nun için çok kolay olduğuna şahit oluyoruz. Burada sizce de mucizevi bir durum yok mu? Yani inkar edenlerin ‘’Tüm bunları en baştan dizayn eden biri olmalı’’ düşüncesine kapılmaları beklenmiş olamaz mı? Ya da belki bu tamamen benim düşüncem olarak kalmalıdır bilmiyorum. Bu konuda tefsirci yorumlarına bakalım; Katâde şöyle der: Yani, cisimler öldükten sonra, Allah’ın onları tekrar diriltmesinin nasıl mümkün olacağım, delillere bakıp düşüne­rek anlamadılar mı? Şüphesiz bu, Allah için kolay bir iş­tir. O halde, öldükten sonra dirilmeyi ve haşri nasıl inkâr ediyorlar? Zira, ilk defa yaratabilen, tekrar da yaratabilir. Daha sonra 24.ayete geçiyorum ve burada Hz.İbrahim’in putları kırması meselesi karşımıza çıkıyor. Şöyle bir bakalım neydi bu mesele; Hz. İbrahim, kavminin bayram şenliği için kasabanın dışına çıktığı bir sırada, en büyükleri dışındaki bütün putlarını kırmış, bu yüzden onu ateşe atarak cezalandırmaya kalkıştıklarında Allah Teâlâ bir mucize gerçekleştirip, o dehşetli ateşi serinliğe dönüştürmüştü, İbrahim de sağ salim kurtulmuştu.  Fakat bu olay da kavmi üzerinde ciddi bir tesir bırakmadı; 25. âyetten anlaşıldığına göre bunun bir sebebi de putperestliğin, söz konusu kavim arasında bir dayanışma ruhu doğurmuş olmasıydı. Yani onlarda din, bir inanç konusu olmaktan ziyade bîr toplumsal kaynaşma aracı idi. Böylece onlar için dinî inançların doğru veya yanlış olmasının önemli görülmediği, toplumda bir sevgi bağı oluşturacak şekilde geleneksel bir kurum olmasının yeterli bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda bir gerçeklik konusu değil de sadece bir töre ve çıkar konusu, bir kültür unsuru olarak benimsenen dinin ebedî kurtuluşu sağlamaktan uzak olacağı da açıktır. Dolayısıyla, 25. âyette belirtildiğine göre, dünyada böyle bâtıl bir din etrafında birleşenler, sadece gerçek olanların değer taşıyacağı âhirette aynı sevgi bağını sürdüremeyecekler; aksine tapanlar, tapılanlar, birbirini aldatıp haktan saptıranlar ve körü körüne onlara kapılıp sapanlar, hepsi birbirinden kopacak, hatta birbirine ağır eleştiriler yönelteceklerdir; ama bu suçlamalar hiçbirini hak ettikleri cezaya çarptırılmaktan, Allah’ın yardımından mahrum kalmanın doğuracağı çaresizlikten kurtaramayacaktır. Peşinden gelen 26.ayette;  Lut as’dan bahsedilmeye başlanıyor. Ve 27.ayette de ‘’Biz ona İshak ile Yakub’u verdik’’ diyerek İbrahim as’a getirilen müjdeyi haberdar ediyor. Bu konuyu hatırlıyor olmanızı isterdim. Hatta belki hatırlıyorsunuzdur da? Hani bir gün melekler İbrahim as’a evlat müjdesi getirmeeye gelmişlerdi ve oradan da Lut as’a kavminin helak olacağını bildirmeye gideceklerdi. Hatta gitmişlerdi de, Lut’un kavmi adam kılığında gelen bu meleklere sarkıntılık etmişti. Şimdi yine bahsedilen bu konuda bir iki ayrıntı olduğu için tekrar giriş yapıyoruz. Lût, İbrahim’in kardeşi Haran’ın oğludur.  Amcasının Harran’da yaymaya çalıştığı dini benimsemiş, daha sonra kendisi de peygamberlikle şereflendirilmiştir. İshak, İbrahim’in İsmail’den sonra dünyaya gelen oğlu, Ya’kub da onun İs-hak’tan torunudur. Ya’kub’un diğer bir adı da İsrail’dir; İsrâiloğullan ismi buradan gelmektedir. Âyette İshak ile birlikte Ya’kub’un da Hz. İbrahim’e bir bağış ve armağan olarak anılması, onun İsrâiloğullan’nm tarihindeki önemine işaret eder. Lut as’dan sonra da 36.ayette ‘’Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Vardı dedi ki, Ey kavmim Allaha ibadet edin. Yeryüzünü bozgunculukla berbat etmeyin.’’ diyerek Şuayb as konusuna giriş yapılıyor. Şuayb as’ı hatırlıyorsunuzdur herhalde? Bir önceki surede onun kızlarından birinin Musa as ile evlendiğini öğrenmiştik hani? Hı hı evet, bu Şuayb o Şuayb. Hani Musa as Mısır’dan kaçtığında Medyen’e sığındığında ona sahip çıktmışt falan. O, Sinâ yarımadasının kuzeyindeki bölgenin adı olan Medyen’de peygamber olmuş; fakat onun bütün gayretlerine rağmen halkı, başka günahları yanında özellikle iş ve ticaret hayatında hukuk ve ahlâk kurallarını çiğnedikleri, insanların yolunu kesip hak dini öğrenmelerine engel oldukları için helak olmuşlardır. Daha sonra 38.ayette ‘’Ad ile Semud’u da helak ettik’’ diyerek buraya da ufacık bir değinilmiş. Ayetin devamında ‘’ Şeytan onlara, (kötü) işlerini güzel gösterip kendilerini doğru yoldan saptırmıştı; oysa gerçeği görme yeteneğine de sahiplerdi.’’ Denilerek bu kavimlerin bir özelliğine değinilmeye çalışılmış.  Âyette şeytanın, bu toplulukların yapıp ettikleri üzerindeki etkisinden söz edilmekle birlikte, aslında onların gerçeği görme yeteneğine sahip olduktan özellikle belirtilmektedir. Ve surenin kavimler konusunda son değineceği kişiler 39.ayetteki ‘’Karun, Firavun ve Haman’’ üçlüsüdür. Bunların üçü de Musa zamanından tanıdığımız ve kıssalarını okuduğumuz isimler. Ve bu kavimler konusunun özetini yaparcasına bir ayet noktalıyor tüm bunları, o da 40.ayet; ‘’Her birini günahından dolayı cezalandırdık; kiminin üzerine taşları savuran fırtınalar gönderdik, kimini o korkunç ses yakaladı, kimini yerin dibine gömdük, kimini sularda boğduk. Allah’ın muradı onlara kötülük etmek değildi, fakat onlar kendi kendilerine kötülük ediyorlardı.’’ Buraya kadar geçen ayetlerde anlatılan kıssalar hem kafirlere, hem de müminlere hitap etmektedir. Bu kıssalar, üzülüp cesaretlerini yitirmemeleri, çok şiddetli eziyet ve baskılar altında bile Hak sancağını sabır ve sebatla yukarıda tutmaları için müminlere hitap etmektedir. Diğer taraftan bu kıssalar, kibir içinde İslâmî hareketi bastırıp yok etmeye çalışan günahkâr ve zalim kimselere de hitap etmektedir. Onlara şöyle denilmektedir: “Siz Allah’ın müsamaha ve hoşgörüsü hakkında çok yanlış bir fikre kapıldınız. Siz O’nun hiçbir kanunu olmayan bir melik olduğunu sanıyorsunuz. şimdiye kadar isyanlarınız, zulmünüz ve kötü amelleriniz nedeniyle cezalandırılmadığınız ve kendinizi ıslah etmeniz amacıyla size uzun bir mühlet verildiği için, sizi hesaba çekecek hiçbir güç olmadığı ve bu dünyada herkesin istediği gibi davranmaya devam edebileceği sonucuna vardınız. Bu kapıldığınız zan sizi, Nuh, Lut ve Şuayb (a.s) kavimlerinin akibetine, Semud ve Ad kavimlerinin karşılaştığı felakete, Karun ve Firavun’un sonuna götürecektir.Allah muhafaza diyerek sureye devam edelim bakalım.

Sıradaki konu Muhammed sav’ın peygamberliğinin doğruluğunu açıklayarak devam eder. Muhammed sav, okuma ve yazma bilmeyen bir kimsedir. Böyle olduğu halde onlara bu mucize kitabı getirmiştir. İşte bu, o kitabın, Âlemlerin Rabbinin sözü olduğunu gösteren en büyük delillerden biridir, 48.ayette “Sen bundan Önce ne bir yazı okur, ne de elinle onu yazardın, Öyle olsaydı bâtıla uyanlar kuşkulanırlardı.’’ Denilerek bu noktaya değinilmiştir. Bundan sonra sûre, kainatta Allah’ın birliğini ve kudretini gösteren delillerden bahseder. Yine bu konu içerinde bir ayet var ki, bize kıldığımız namazı sorgulatıyor. 45.ayette; ‘’Sahih namaz insanı hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.’’ Buyurulmuş. Buna göre namaz kıldığımız halde kötülük düşünebiliyorsak ve harama kayabiliyorsak kıldığımız namazların sahih olmadığını mı düşünmeliyiz? Sonuçta bu ayet müşrik ya da münafıklara gönderilmiş bir ayet değil. Muhattabı biziz. Gelin ne düşüneceğimizi anlamak için bir tefsirine göz atalım. Ruhul Furkana göre; Gerek abdest, kıraat, rükû ve secde, gibi zahiri ta’dîl-i erkân şartlarına ve gerekse ihlâs, huşu, takva gibi manevî şartlarına özen göstererek kılınan namaz, İslâm’ın ve sağ duyu sahibi erdemli toplumların edepsizlik, hayâsızlık ve kötülük sayıp reddettiği tutum ve davranışlarla uyuşmaz, âdeta bir nasihatçı, bir uyarıcı gibi namaz kılan kişiyi bu davranışlardan meneder. Böylece âyette namazın ahlâkî tesirlerine, kötülüklere karşı koruyucu özelliğine işaret edilmekte; namaz kıldıkları halde hak hukuk gözetmeyen, edep ve ahlâk kurallarına uymayanlara da dolaylı bir uyarı bulunmaktadır. Ve bir de tamamen diğer uçtan bir görüş görmek için Mevdudi’nin görüşüne bakalım; Müslümanların Mekke’de yaşadıkları şiddetli düşmanlık ve reddedilmeye karşı maddi güçten çok moral (ahlâkî) bir güce ihtiyaçları vardı. Bu moral gücü sağlamak ve onu geliştirmek için ilk önce burada iki araca değinilmektedir: Kur’an okumak ve namazı ikame etmek. Ardından da namaz kılmanın müslümanları, o dönemde çevrelerindeki gayr-i müslim Arapların ve Arap olmayanların meşgul olduğu, İslâm’dan önce kendilerinin de ortak olduğu kötülüklerden arıtıp temizleyeceği söylenmektedir. Yani birbirinden farklı iki görüşünde ortak kararı müslümanların namaz kılmalarının ahlaklarını düzelteceği yönünde. Yoksa ahlaksızlığın namazın kabulune engel olacağını söyleyen benden başka kimse bulamadım. E beni de ciddiye almanıza gerek yok. O zaman panik yok, namazlarımız çok şükür kabul olunabilirler arasında duruyor. Yine daha iyi anlaşılması açısından ufacık bir kıssa bırakayım şuraya; Rivayete göre, bir gün bir adam Rasulullah’ın yanına gelerek; ‘’Falanca kişi gece namaz kılıyor, sabah olunca da hırsızlık yapıyor.’’ dedi. Efendimiz ise, gayet sakin bir tutum ile ‘’ Sabredin, bir müddet sonra namazı onun böyle yapmasına engel olacak’’ buyurdu. Çünkü namaz, doğru ve ihlaslı bir şekilde kılındığında, sahibini kötülük­ten alıkoyar. Örneği bizlere çevirirsek, küçük büyük binlerce manevi hastalığa sahibiz. Ne kadar kabul etmesek de, kıskancız, benciliz, tahammülsüzüz, sabırsızız, nankörüz ve hatta bazen saygısız ve edepsiz bile olabiliyoruz. İşte bu ayet, tüm bu kötü özelliklerimizden kurtulmanın reçetesi gibi. Kurtulmak mı istiyorsun? Namazına huşu kat. Gerek zahiri, gerek manevi şartlarını olgunlaştır. Ve tabi ki sabret. Sonra bir gün ayet vuku bulacak, namaz senin ahlakını güzelleştirmeye başlayacak. Görüyorsunuz ya, karşımıza yine samimiyet ve sabır çıktı. Demek ki, sabırdan kaçış yok, bir de gerçek ve samimi bir niyetten.

Yeni bir paragrafa geçerken 57-59.ayetleri ele almak istiyorum. Burada iman eden kullara bir sesleniş var; ‘’ Ey benim iman eden kullarım, haberiniz olsun ki benim yarattığım yeryüzü geniştik. O halde ancak bana kulluk edin. Her nefis ölümü tadacaktır. İman edip salih ameller işleyenleri cennetin altındaki ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Orada edebi kalacaklardır. Onlar ki sabretmişlerdir ve yalnız Rabblerine dayanmaktadırlar.’’ Bu ayetler genel olarak iç açıcı ve mutlu edici ayetler. Ama ben bambaşka bir yere bakmanızı istiyorum. Bu kadar güzel şeyi saydı saydı saydı ama iman eden kulların özellikleri hakkında bir şey söylemedi. En sonunda o kullardaki bulunan hallere sadece ‘’onlar sabırlılardı ve Allaha dayanmışlardı’’ dedi. Demek ki bizim çaresiz kaldığımız her anda Rabbe sığınmamız gerçekten güzel bir şey. Hatta belki kurtuluş vesilesi, belki bu ayetlerin muhattabı olma şansını yakalamak demek. Tefsirlerine baktığımız da ise nüzul sebebinin işkence gören Mekkeli müslümanlar olduğunu görebiliriz.  “Allah’a inanıyoruz” dedikleri için eziyete uğradıklarına işaret edilmiş; sonraki âyetlerde de yeri geldikçe putperestlerin psikolojik baskı ortamı doğuran küstah ve alaycı tutumlarına işaret edilip bunlar eleştirilmişti. Konumuz olan âyette ise Allah Teâla, “Ey inanan kullarım!” şeklindeki iltifatkâr ifadeyle hitap ettiği müslümanlara, dünyanın geniş olduğunu hatırlatarak onlardan her türlü uydurma tanrıları bir yana bırakıp yalnız kendisine kul olmaya devam etmelerini, dolayısıyla dinlerinde kararlı olmalarını istemektedir.

Daha sonra da sıkıntı ve zorluklar karşısında sabreden, canı ve malıyla ci­hat eden, imtihan ve sıkıntılara karşı duran kimselere verilecek mükâfatı açıklayarak sona erer. Onlar için 69.ayette “Ama bizim uğrumuzda cihat edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Kuşkusuz Allah, iyi davrananlarla beraberdir.” denilerek sure bitirilmiştir. O halde,

Sadakallahulazim.

Yorum yapın