Meal Okumaları 30 – Rûm Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Rûm sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaf’taki sıralamada otuzuncu, iniş sırasına göre seksen dördüncü sûredir. 2. âyetinde Rûm kelimesi geçtiği için sûre bu adı almıştır. Hedefleri, Mekke’de inen sûrelerle aynıdır. Bu sûreler, genel çevresi ve geniş alanı içersinde “Allah’ın bir­liğine, peygamberliğe, öldükten sonra dirilme ve hesaba iman” gibi İslam inançları meseleleri üzerinde durur. Konu dağılımına bir göz atalım;

1-10: Bizanslılar ve İranlılar savaşacağına yönelik gayb bilgisi
11-30: Kıyamet bilgisi, müminler ver sapkınların sonu
31-46: Allah’ın büyüklüğünü gösteren deliller
47-60: Kureyş kafirleri hakkında genel bilgi

Bu mübarek sûre, çok önemli bir gayb olayını haber vererek başlar. Olay meydana gelmeden önce, Kur’an-ı Kerim onu haber vermiştir. Bu olay, Bizanslılarla İranlılar arasında meydana gelecek savaşta Bizanslıla­rın galip gelmesi olayıdır. Olay, Kur’an-ı Kerim’in haber verdiği gibi mey­dana gelmiş ve böylece haber gerçekleşmiştir. Bu olay, Muhammed (s.a.v.)’ in, getirdiği vahy hususunda doğruluğunu gösteren en açık delillerden ve Kur’an’ın en büyük mucizelerindendir. 2-3.ayette şöyle buyuruluyor; ‘’ Rumlar, Arapların yaşadığı bölgeye takın bir yerde mağlup oldular. Ama onlar birkaç sene içinde muhakkak galip geleceklerdir.’’ Bu ayeti anlamak ve gerçekten mucize olduğunu idrak edebilmek için gelin biraz tarihsel arka planı inceleyelim. IV. yüzyılın sonlarına doğru, Bizans İmparatoru Konstantinos’un Hristiyanlığı kabul etmesi üzerine Sâsâni İmparatorluğu sınırları içinde yaşayan hristiyanlar Bizans’ın dostu ve Sâsâni devletinin düşmanı sayılmaya başlamış, Ermenistan da Hristiyanlığı kabul edince eski ihtilaflar canlanmıştı. Böylece İranlılar ile Bizanslılar arasındaki çatışmalar yeni bir boyut kazanmış oldu. Uzun zamandır İranlılar ile Bizanslılar arasında süregelen savaşlar miladi VII. Yüzyılın başlarında Bizanslılar aleyhine bir gelişim seyri gösteriyordu. 590 yılında babasının yerine İran tahtına çıkarılan II. Hüsrev 601’de ülkede birliği sağlayıp Bizans’a yöneldi ve onlarla yapılan savaşı kazandı. Buna karşılık, Bizans karışıklıklar içindeydi. İmparator Phokas’ın tedhiş rejimine karşı ayaklanan Kartaca valisi Herakleios, kendisiyle aynı adı taşıyan oğlunu Kuzey Afrika birliklerinden oluşan bir filonun başında İstanbul üzerine gönderdi. 3 Ekim 610’da İstanbul’a ulaşan oğul Herakleios halk tarafından kurtarıcı olarak selamlandı. İki gün sonra da patriğin elinden imparatorluk tacını giyerek Bizans tahtına çıktı. Phokas idam edildi. Bu sıralarda devlet ekonomik açıdan çökmüş vaziyette idi. Para olmadığı için ücretli asker toplamaya dayanan ordu sistemi de işlemiyordu. Bu ve benzeri sebeplerle Bizans İmparatoru Herakliyus (Herakleios) ilk yıllarda Sâsâniler’in imparatorluk topraklarını istilasını önleyemedi. 613’te Irminiye ve Suriye’ye giderek Dımeşk’i işgal eden Sâsâniler, ertesi yıl Kudüs’ü zaptederek burada günlerce katliam yaptılar ve Mukaddes mezar Kilisesi’ni yakarak İsa’nın gerildiği kabul edilen kutsal haçı alıp Medain’e (Ktesiphon) götürdüler. 615 yılında Anadolu’ya yeniden Sâsâni akınları başladı. Sâsâniler 619 yılında Mısır’ı da işgal ettiler.

Ateşperest olan İranlılar’ın o güne kadar inen ilgili ayetlerde kendileri hakkında müşrik Araplar’a nispetle daha sıcak bir üslup kullanılan Kitap ehli Bizanslılar karşısındaki bu galibiyetleri putperest Mekkeliler’de büyük bir sevinç meydana getirmişti. Mekke müşriklerinin bu gelişmeyi müslümanlara karşı böbürlenme aracı olarak kullanması üzerine Yüce Allah mü’minlerin maneviyatını yükseltecek bir müjde verdi: İlahi bir kitaba inanan Bizanslılar kısa bir süre içinde galibiyet elde edecekler ve o zaman müslümanlar büyük bir sevinç yaşayacaklardı. Tüm bu gayb bilgisi için 6.ayet özet bir mesaj vermiş zaten; ‘’Bu Allah’ın va’didir. Allah va’dinden caymaz.’’ Yani bunun bozulması mümkün değildir. Çünkü onun va’di hak, sözü doğrudur.

Bizanslılar konusu birkaç ayetle bize sunuldu ve devamındaki ayetler genel anlama yorulabilecek ayetlerdi. Şimdi ise kıyamet bahsine giriş yapan ayetler geliyor. Gece gece hazırsak başlıyorum. Korkanlar paragraf atlasın. 12.ayette diyor ki;  ‘’Kıyamet koptuğu gün, günaha saplanmış kimseler ümitsiz ve şaşkın kalıverecekler.’’  Yani kıyamet kopup da insanlar hesap için toplanıldıkları gün suçlular susar ve delilleri kesilir. Tek bir kelime dahi konuşamazlar. Ve 14-15.ayetin mealine baktığımızda daha korku ve ümitsizlik yaşamamak elde değil; ‘’ Yine kıyamet koptuğunda, işte o gün onlar birbirinden tamamen ayrılacaklar. İman edip iyi işler yapanlar güzel bir bahçede ağırlanırlar. inkâr edenlere, âyetlerimizi ve âhiret buluşmasını yalan sayanlara gelince, onlar da azabın içine bırakılırlar. ‘’ Çok şükür inkar edenlerden değiliz diyerek biraz umutlanmak istiyorum. Belki iman edip salih amel işleyen kullar arasında anılmayız ama inşallah kafirler gibi bir sonumuz da olmayacak. Belki o bahçede şen şakrak ağırlanmayacağız ama en azından azabın içinde de kavrulmayacağız. Bu kıyamet ayetlerinden sonra bir paragraf başı yapayım da, korkup atlayacak olanlar konuyu kaçırmasın.

Sıradaki ayetleri grup olarak ele almak istiyorum, 20 ila 26.ayetler Allah’ın dünya ve insanlar üzerindeki mucizelerini sıralıyor. Bunları meali okurken zaten gördünüz. Bunlar içinde değinmek istediğimiz 21.ayet; ‘’Onlara ısınıp kaynaşasınız diye size kendi türünüzden eşler yaratıp aranıza sevgi ve şefkat duyguları yerleştirmesi de O’nun kanıtlanndandır. Doğrusu bunda iyi düşünen kimseler için dersler vardır.’’ İbn Kesîr şöyle der: Eğer Yüce Allah kadınları, baş­ka bir cinsten, cinlerden ve hayvanlardan yaratmış olsaydı, erkeklerle eşle­ri arasında bu sıcaklık meydana gelmez bilakis aralarında nefret oluşurdu. Eşlerin aynı cinsten olması. Allah’ın Âdemoğullarma sonsuz rahmetindendir. Âyetin “onlara ısınıp kaynamasınız” şeklinde çevirilen kısmı eşlerin yaratılış amacını açıklamakta, dolayısıyla insanın eşini kendisiyle huzur ve mutluluk bulacağı varlık olarak görmesini telkin etmektedir. Şu halde aile hayatında mutluluğun ön şartı eşlerin böyle bir bakış açısına sahip olmalarıdır.

“Sevgi ve şefkat duygulan” şeklinde tercüme edilen kısım ise; “Eş olma” hissinin ve olgusunun, kan hısımlığına dayalı olmaksızın hatta -çoğu kez- yakın zamana kadar birbirlerini tanımayan iki ayrı cinsin aile kurabilmesi yüce Allah’ın insanlığa en büyük lütuflandandır. Âyette ifade edildiği üzere İyi düşünen kimseler için bundan çıkarılacak önemli dersler vardır.

28.ayete geldiğimizde karşımıza bir köle örneği çıkıyor. Ayet şöyle; “Bakın, Allah size kendi hayatınızdan bir temsil getiriyor: Hiç, elinizin altındaki köle ve hizmetçilerden, size nasip ettiğimiz servette, onların payları da sizinki ile eşit olacak derecede, kendinize ortak yaptığınız, kendinize itibar ettiğiniz kadar onlara da itibar edip saydığınız ortaklarınız var mıdır? İşte Biz aklını kullanan kimseler için âyetlerimizi böyle açıklıyoruz.”  Diyanet tefsiri bu konuyu bize şöyle açıklıyor; Kur’an’ın bazı konular için insanların yakın çevrelerindeki olay veya ilişkilerden temsil getirme üslûbunun bir örneğini yansıtan 28. âyette, Allah’a şirk koşma, yani O’nu tanrı kabul etmekle beraber, başka bazı varlıkları da tanrılıkta O’na ortak olarak görme yaklaşımının, özündeki sakatlığın yanı sıra, aynı zamanda çelişkiler içeren bir tutum olduğu somut bir anlatımla ortaya konmaktadır. Bu örnek özetle”Köleyi efendisine eşit saymıyorsunuz da, yaratılmış olanı yaratıcısına nasıl eşit görürsünüz!” anlamında bir eleştiri ve uyan anlamı taşımaktadır. Öte yandan bu temsilin anlaşılması için konuyu daima hukuki bir statü olarak efendi-köle ilişkisi çerçevesinde ele almak zaruri değildir. Hatta temsilin teması açısından, “sahiplik” fikri ve duygusunun daha zayıf ve sınırlı olduğu ilişkilerden yararlanılması sebebiyle mümkündür. Yine, âyetin anlamının Kur’an’ın ilk muhatapları olan Mekke müşriklerinin şirk tarzı ile sınırlı düşünülmemesi gerekir. Âyetin bütün zamanlar ve coğrafyalar için geçerli olan mesajı şudur: Hangi saikle ve hangi biçimde olursa olsun, Allah’ın yegâne yaratıcı olduğu, mutlak iradesini hiçbir gücün sınırlayamayacağı gerçeği ile bağdaşmayan her inanç ve O’ndan başkasına kulluk etme veya kullukta başkasını aracı kılma anlamı taşıyan her davranış, şirktir ve âyette vurgulanan çelişkiyi taşır.

Yeni bir paragrafa başlarken, yeni bir konuya da başlamış oluyoruz. Bu konu 31.ayet ile başlıyor ve 46.ayete kadar devam edecek. İçeriği tamamen Allah’ın büyüklüğünü gösteren delillerden ibaret. Bu yüzden surenin belki de en sevdiğim kısmı burası. Burayı bir konu yahut bir tarih bilgisi olarak değil de, kişisel ve günümüz yorumlarıyla ele almak istiyorum. Çünkü bizim her sureden yanımıza kar kalmasını istediğim kısımlar oluyor. Ve bu kısımlar tam bu paragraf içinde saklı olacak. Bunların birincisi 31.ayet; ‘’Namaza devam edin de müşriklerden olmayın’’ Bu ayet her okuduğumda benim beynimi ve kalbimi saatlerce meşgul etmek zorunda galiba. Ayeti yazdıktan sonra yine uzun bir süre ekrana bakakaldım. Allahuekber. Esasen tefsirler bu ayete ben verdiğim gibi dehşetli anlamlar yüklememişler, daha çok dönemin mekkeli müslümanlarına namazınızı kılın ki müşrikler gibi olmayın dendiğini söylemişler. Muhtemelen doğrudur da. Peki namaz kılmanın ayrıcı bir faktör olması da korkunç değil mi? Üstelik etrafımız da hatta ailemizde ve arkadaşlarımız da bu kadar namaz kılmayan insan varken. Bu ayet belki benim anladığım kadar dehşetli olmayabilir, amenna. Ama şu kesin, ayet müslüman ile müşrik arasına kalın bir çizgi çekmiyor. Namaz adı verdiğimiz hassas bir çizgi çekiyor. Safını belli et! Yerini belli et! Namazına sarıl! Güzel ayetlerden diğeri 36.ayet; ‘’Biz insana bir rahmet tattırdığımız zaman ona güveniyorlar da, kendi yaptıkları şeyler sebebiyle başlarına bir fenalık gelince hemen ümidi kesiveriyorlar’’ Muhammed Es Sabuni ayeti şöyle yorumluyor; İnanlara bolluk zenginlik ve afiyet lütfettiğimizde yüzleri güler ve sevinirler. Eğer günahları yüzünden onlara bir belâ ve azap gelirse, hemen rah­metten ve huzurdan ümit keserler. Aslında bu yorumun üstüne de ekstra bir yorum getirmek istemiyorum. Sadece tekrar düşünmenizi istiyorum. Biz her türlü sıkıntıdan da güzelliğinden Allahtan geldiğine iman ediyoruz. Ama neden bu hep sözde oluyor? Neden başımıza gelen her kötü olayda bir suçlu ya da bir sebep arıyoruz? E hani bizim iman ettiğimiz kaza ve kader inancı diye sormazlar mı adama? Burada bir çelişki var. Üstelik iman esaslarına zarar verecek bir çelişki var. Allah bizden tam teslimiyet göreene kadar bu imtihanları da belaları da musibetleri de vermeye devam edecek. Tam teslim olmak için ise bilmiyorum daha kaç fırın ekmek yememiz gerek. Ben güzel ayetler grubundan yalnızca ikisine değinmek istedim, siz isterseniz diğerlerini tekrardan bir okuyun. Bir de iman esaslarını ele almış şekilde düşünerek okuyun.

Gelelim surenin son konusuna. Bu kısımda Kureyş kafirlerinden ve onların başına gelen musibetlerden söz ediliyor. Ve biz bunları daha önce defalarca işlediğimiz için hızla geçiyorum. Mesela konu özetini 47.ayet benim yerime yapıyor; Andolsun senden önce biz nice peygamberleri kendi kavimlerine gönderdik. Peygamberler onlara apaçık mucizeler getirdiler. Buna rağmen günaha saplananların cezasını hakkıyla verdik. İnananlara yardım etmek de bize düşer.  Özet bir kenarda dursun benim değinmek istediğim ayetler ilk olarak 52 ve 53.cü ayetler; ‘’ Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da çağrıyı duyuramazsın. Sen körleri yanlış yoldan doğruya yönlendiremezsin. Sen  ancak âyetlerimize inanıp teslim olanlara duyurabilirsin.’’ Yani, Allah’ın, kendisine doğru yolu göster­mediği kimseye, sen doğru yolu gösteremezsin. Sen, âyetleri inanandan başkasına işittiremezsin. Buradaki hitap direk Efendimiz’i esas alıyor. Dönemin inkarcılar konusunda ısrarcı olan Efendimiz’e, hala inanmayanlar konusundaki teselli edici ayetlerden biri olsa gerek.

Son olarak da son ayetlere değinelim istiyorum. Hatta direk topluca ele alalım; ‘’Andolsun ki biz bu Kur’an’da insanlar için her türlü örneği verdik. Şayet sen onlara bir mucize getirecek olsan, inkâr edenler mutlaka şöyle diyeceklerdir: “Siz ancak aslı esası olmayan şeyler ortaya koymaktasınız!”  İşte Allah, ilimden nasibi olmayanların kalplerini böyle mühürler.’’ Bu âyette Kur’an’da insanlar İçin her türlü örneğin verilmiş olduğu ifade edilirken, Allah’ın varlığı, birliği, Kur’an’in Allah katından geldiği, insanların öldükten sonra diriltilerek hesaba çekilecekleri hususunda inkarcılara hiçbir mazeret bırakmayacak açıklıkta kanıtlar getirildiği ve uyanlara yer verildiği, bundan sonra inkarcılıkta direnmenin katı bir inattan başka bir şey olmadığı ve Peygamber’e hiçbir kusur bulunamayacağı anlatılmıştır. Ayrıca İfade akışı incelendiğinde 59. âyette “ilimden nasibi olmayanlar” diye sözü edilenlerden maksadın zihniyet açısından cahil, gözünün önündeki gerçekleri ve delilleri görmezden gelen,  İnadını sürdüren kimseler olduğu anlaşılmaktadır. Bu durumdaki kimselerin kalpleri mühürlenmiştir; yani hakikatlere kulak vermemekte direnmeleri ve iradelerini kötü yolda kullanmaları sebebiyle ilâhî yardımdan mahrum edilmişler, kendi bağnazliklarıyla başbaşa bırakılmışlardır.

O halde Allah öğrendiklerimizle amel etmeyi nasip etsin diyor ve müsadenizi istiyorum.

Sadakallahulazim.

Yorum yapın