بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Secde sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamada otuz ikinci, iniş sırasına göre yetmiş beşinci sûredir. Bu mübarek sûrenin üzerinde durduğu ana konu, öldükten sonra dirilme konusudur. Müşrikler bu hususta Peygamber’le (s.a.v.) çok mücadele etmiş ve onu, yalanlamak için bunu bir vesile edinmişlerdir. Bu sûrede, Kur’an-i Kerim’in âyetlerini işittiklerinde, “Büyüklük taslamadan secdeye kapanan ve Rabblerini hamd ile tebih eden samimi müminlerin vasıflarını anlattığı için, sûreye “Secde Sûresi” adı verildi. Konu dağılımına da bakalım ve başlayalım;
1-7: Kuran’ın gönderiliş amacı ve Onun mucizeviliği
7-10: Yaratılış safhaları
11-14: Kıyamet günü ve Allahın azabı
15-19: İman etmişlerin durumu
20-22: Fasıkların durumu
23-30: Müminlere nasihatler
Surenin ilk ayeti yine hurufu mukatta harfleriyle oluşmuş. Bu yüzden 2. ve 3.ayete bakalım istiyorum; ‘’Yoksa “Onu Peygamber kendisi uydurdu” mu diyorlar? Hayır, o, senden önce kendilerine hiçbir uyarıcı gelmemiş bir kavmi uyarman için Rabbinden gönderilen haktır. Umulur ki doğru yolu bulurlar.’’ Ayetin tefsirine inmeden o döneme bir göz atmakta fayda var. Resûlullah’ın tebliğ görevine başlamasının üzerinden epeyce bir zaman geçmesine rağmen, Mekkeli putperestler hâlâ Kur’an’ı kendisinin uydurduğu iddiasını yayarak etrafmdakileri hak dine girmekten alıkoymaya çalışıyorlardı. Sûreye, dikkat çekme ve uyarma anlamı da taşıdığı kabul edilen “elif-lam-mîm”harfleriyle başlanmıştı. Ve hemen ardından bu kitabın bütün evrenin gözeticisi olan Allah katından geldiğinden bahsedildi. Bu ayette ise kendilerine uzun bir süredir bir uyarıcı gelmemiş bu ilk muhatapların, Efendimiz’i bir nimet sayacakları yerde, onu yalancılıkla İtham etmelerinin çelişki olduğu vurgulanmaktadır. Tüm bu bilgiler çerçevesinde atladığımız bir şey var. Peygamberler sırasına baktığımızda Efendimiz’den önceki peygamber Hz.İsa’dır. Ve Hz.İsa’nın peygamberlik dönemiyle Efendimiz’in peygamberlik dönemi arasında 500 küsür yıl vardır. Rivayetler 540 ile 560 arasında değişkenlik gösterdiği için ben genel bir ifade kullanıp 500 demek istedim. Her neyse, düşünsenize 500 yıl boyunca peygambersiz kalmış bir Arap toplumu? Burada hemen cevaplandırılması gereken bir soru akla gelebilir. Şöyle ki: Rasûllullah’tan önceki yüzlerce yıl Arap toplumuna hiç peygamber gelmediğine göre, cahiliye çağları boyunca sapıklık içinde yaşamış insanlar hangi gerekçeyle hesaba çekileceklerdir? Onlar, kendilerini hata ve sapıklıktan koruyacak bir kılavuza sahip değildirler. Öyleyse, sapmış olmaları durumunda, bu sapıklıkarından ötürü nasıl mesul tutulacaklardı. Cevap şudur: Onlar hakikî inanca dair ayrıntılı bilgiden yoksun olabilirlerdi belki; fakat cahiliye dönemlerinde bu insanlar tevhîd inancından habersiz değildiler; çünkü hiçbir peygamber, takipçilerine putperestliği talim etmemişti. Bu hakikat Arapların kendi beldelerinde doğmuş olan peygamberlerden gelen rivayetlerde de ihtiva edilmekteydi; ayrıca kendi beldelerinin hemen bitişiğinde doğmuş bulunan Musa, Davud, Süleyman ve İsa’nın (Aleyhimüsselâm) öğretilerini de bilmekteydiler. Arap geleneklerinde de çok iyi bilinmekteydi ki, Arapların kadim dönemlerinde izlenen gerçek din, İbrahim’in diniydi ve puta tapmayı onlar arasında başlatan ilk Adam Amr bin Luhayy idi. Şirk ve putperestliğin tüm yaygınlığına rağmen Arabistan’ın birtakım kesimlerinde Şirk’i reddedip, tevhid’i benimseyen ve putlara kurban sunmayı açıkça lânetleyen çok sayıda insan bulunuyordu. Bizzat Rasûlullah’ın (s.a.) zuhuruna yakın dönemde “Hunefa” (hanifler) olarak bilinen çok sayıda insan yaşamıştı. Bu insanlar açıkça itikadın temeli olarak tevhidi’i tebliğ ediyor ve müşriklerin dininden ayrı olduklarını söylüyorlardı. Bu yüzden Mekkeli müşriklerin aşırılıkları asla hoş görülemezdi. Zaten Kuran’ın dörtte üçünde onlara verilen mühleti ve onların hadsizliklerinde ısrarcı oluşlarını okuduk. Bu bilgilerden sonra geçiyorum 5.ayete; ‘’ O gökten yere bütün işleri idare eder. Bu işlerin süresi sizin hesabınızla bin yıl olan bir günde O’na yükselir.’’ Yani, “Sizin tarihiniz içinde 1000 yıl zaman alan olaylar Allah’a göre bir günlük iştir. O, iş programını “Kaza ve Kader Melekleri”ne havale eder. Onlar da o günün çalışma raporunu kendisine sunarlar ve ertesi güne (ki hesabı sizin hesabınıza göre bin yıl tutar) ait emirleri alırlar. Bu husus Kur’an’ın iki yerinde daha zikredilmiştir. Onların araştırılması bu ayetin daha iyi anlaşılmasına yardım edebilir. Arabistan kafirleri şöyle dediler: “Muhammed kaç yıldır peygamber olduğunu iddia ediyor. Eğer mesajını kabul etmez de davetini reddedersek Allah’ın azabıyla kuşatılacağımız şeklinde bizi tekrar tekrar uyardı ve bu tehdidini de yıllardır sürdürüyor. Fakat onu kaç kez red ve inkar etmemize rağmen üzerimize azap filan geldiği yok. Eğer söylediklerinde bir gerçeklik payı bulunsaydı bizim binlerce kez azaba uğratılmamız gerekirdi.” Allah bunun üzerine Hacc Suresi’nde şunları söylüyor: “Bu insanlar senden azabı erkene almanı istiyor. Allah asla va’dini yerine getiremez değildir; ancak Rabbinizin indinde bir gün sizin hesap ettiklerinizle bin yıla müsavidir.” Tüm bu ayetler incelendiğinde bizim hesaplarımız ile Allah’ın hesaplarının bir olmadığını anlamak zor olmasa gerek. Buna daha fazla kafa yormamak için diğer ayetlere geçiyorum.
7 ile 10.ayetler arasında yaratılış safhalarına girecek birkaç ayet var. Yalnız bu konuyu daha önce Enam suresinde uuuuzuunnn uuuzuunnn anlattığım için tekrar girmiyorum. Ayetler zaten hayli açık bir şekilde, insanın sudan ve çamurdan ve bir de özden yaratıldığını anlatıyor. Ek olarak 9.ayette ‘’Ona kendi ruhundan üfürmüştür.’’ İfadesine değinebiliriz. Ebussuûd bu konuda şöyle der: Yüce Allah, “ona kendi ruhundan üfürdü” diyerek ruhu kendisine izafe etti ki, insanı şereflendirsin ve onun eşsiz ve harika bir mahlûk olduğunu Allah’ın yüceliğine uygun üstün bir vasıfta yaratıldığını bildirsin. Yani buradaki üfürmek ifadesinin anlamına tam olarak nail olamayacak olsak da en kuvvetli tahminin Ebu Suud’dan geldiğini düşünüyorum. Geçiyorum diğer konuya.
11 ile 14.ayetler arasında kıyamet gününde ve bugünde Allah’ın bazı insanlara karşı göstereceği azaptan bahsediliyor. Birkaç suredir kıyamet gününü işleye işleye kendimi alıştırdım sanıyordum. Sonra tekrar karşıma gelince anlıyorum ki, buna alışmak diye bir şey yok. Büyüklerimizin bir duası var hani, Rabbim bizim canımızı kıyamete bırakma, o çetin günden bizi koru. Heh işte, her yeni ayette de bu duaya amin derken buluyorum kendimi. Burada ise içimi titreten ayet 11.ayet oldu; ‘’ De ki: Size vekil kılınan ölüm meleği canınızı alacak, sonra Rabbinize döndürüleceksiniz.’’ Canınızı alacak. Subhanallah. Canımızı alacak arkadaşlar. Bir ölüm meleği var ve o canımızı alacak. Hani bir ayet var ya, ne az ölümü düşünüyorsunuz. Hakikaten öyle, yeterince düşünsek gelişigüzel kullandığımız bu cümleler bize bu kadar korku salar mıydı? Ne düşünüyorum biliyor musunuz, galiba ben ölmekten değil, ölümden korkuyorum. Ölüm anının tam kendisinden. Rabbim en güzel ölümleri nasip etsin, en bi kolayından hem de. Gülmeyin arkadaşlar, güzel ölüm istemek de güzel bir dua bence. Yoksa böyle ağzımız gözümüz kayarak, son nefeste şahadet getirmeyerek, yanımızda bir kuran okuyan olmadan ölmek hoş mu yani? Dualarınıza güzel ölüm istemeyi de ekleyin, benden söylemesi.
Sıradaki iki konuyu birlikte ele almak istiyorum. Başta müminlerin durumuna ve sonra fasıkların durumuna değinilmiş. Mesela 15.ayette; ‘’Bizim ayetlerimize iman edenler, secdeye kapanırlar, hamd ile tesbih ederler ve asla kibirlenmezler.’’ Bu ayette dikkat edilmesi gereken şey iman etmişin tanımına bakmak değil. Namaz gibi tesbih gibi iki önemli maddenin arkasına kibirin konulması. Ayeti ilk okuduğumda islamın şartlarıyla devam etmesini bekledim. Ama hayır, Rabbim yine her zaman olduğu gibi güzel bir ahlak ile güzel bir ibadeti bir arada tutuyor. Farkında değil misiniz, sürekli halde güzel ahlak deyip duran bi rabbimiz var. Bizim tek başına ne ibadetlerimiz bizi kurtaracak, ne de tek başına ahlakımız. Bizim ibadetlerimiz ahlakımızı güzelleştirecek ve biz işte o zaman gerçek birer müslüman olmuş olacağız. Sonra 19.ayette bu iman edenlerin gidecekleri yer için şöyle bir tanım yapılmış; İman edip iyi işler yapan takva sahiplerine gelince, Onlar için, içinde oturacak yerler, yüksek evler ve köşkler bulunan cennetler vardır. Bu güzel ayete tam sevinecekken okumaya devam etmek de çok kötü olacak ama devam etmek durumundayız. ‘’Ama fasıkların barınağı ateştir. Oradan her çıkmak istediklerinde geri çevirilirler ve onlara ‘O yalanlayıp durduğunuz ateşin azabını tadın bakalım’ denilir.’’ Allahuekbber.
Yeni ayetlere geçmeden önce konuyu dağıtmamak için az önce bahsetmediğim bir konuya girmek istiyorum. 15.ayet sureye adını veren ‘’Secde’’ kelimesinin geçtiği ayettir. Bilenler zaten biliyorlar ben bilmeyenler yahut eksik bilenler için tekrarlamak istiyorum. Kuran’ın 14 yerinde bulunan Secde ayetlerini okumak ve dinlemek tilavet secdesi yapmayı gerektirir. Bu her Hanefi için vacip olan bir durumdur. Diğer mezheplere göre ise sünnettir. Kurandaki işaretleri az çok tanıyan herkes, secde ayetini görünce anlıyor zaten. Anlamayanlar için de biraz tarif etmeye çalışayım, sayfaların kenarında 20 sayfada bir cüz sayısı çıkar, 5 sayfada bir hizb sayısı çıkar ve bunların dışında bir de Secde ayetinin olduğu sayfada arapça secde yazan işaretler çıkar. Bu tarifle de tanımayanlar için sureleri yazalım; Araf, Rad, Nahl, İsra, Meryem, Fussilet, Necm, Furkan, Neml, Hac, Secde, Sad, İnşikak ve Alak. Eğer bir mukabele dinlemiyorsanız sizin denk geleceğiniz muhtemelen sadece Alak suresi olur. Bu yüzden dikkat edebilirsiniz. Ve bu ayetleri illa sizin okumanız gerekmiyor, okunurken dinlediyseniz, ya da dinlemeyip sadece orada bulunduysanız bile üstünüze aynı okuyan kadar vacip olur. Peki tilavet secdesi nasıl yapılır? Bazıları okudukları sırada hemen yaparlar. Bazıları ise namazların peşine erteler. Bu konuda dilediğiniz şekilde davranabilirsiniz. Kılınması da çok basit, aynı namaza niyet eder gibi Tilavet secdesi için niyet ediyoruz. Daha sonra ellerimizi göğsümüze kaldırılmadan”Allahü Ekber” diyerek secdeye varıyoruz. Buradaki allahuekber kıraata değil, namaza başlamak olarak düşünülmeli. Yani ayakta okuduğumuz subhanake ve diğer sureler kesinlikle okunmuyor. Aynı şekilde ruku da yapılmıyor. Allahuekber deyip secde gittikten sonra üç kere “Sübhane Rabbiye’l-ala” diyor ve yavaşça ayağa kalkıyoruz, kalkarken de “Gufraneke Rabbena ve ileyke’l-masîr’’ diyoruz. Bu son kısım müstehaptır. Yani eğer duayı ezberlemekte zorlanıyorsanız yapmayabilirsiniz ama yapılması da güzeldir. Peki tilavet secdesini daha önce duymadıysanız ne yapacaksınız. Tahmini bir hesap yapmaya çalışın. Mesela şu kadar kere mukabele dinledim, şu kadar kere hatim okudum, şu kadar kere alak suresi okudum diye hesap yapabilirsiniz. Zorlanacak olursanız bu konuda size yardımcı olabilirim, çünkü baya basit.
Ve son olarak bu mübarek sûre, hesap gününü ve o günde Allah’ın takva sahibi mü’minler için hazırlamış olduğu ebedîlik cennetlerindeki ebedî nimetleri ve suçlular için cehermem de hazırlamış olduğu azap ve cezayı anlatarak sona erer.
Sadakallahulazim.