بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Fâtir Sûresi Rasulullah(s.a.v)’in hicretinden önce Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamada otuz beşinci, iniş sırasına göre kırk üçüncü sûredir. İlk âyetinde “yaratan” anlamına gelen fâtır kelimesi geçtiği için bu adı almıştır. Aynı âyette “melekler” mânasına gelen kelimenin yer alması sebebiyle bazı müfessirler tarafından “Melâike sûresi” olarak da isimlendirilmiştir. Genel olarak konusu, Allah’ın birliği inancına çağrı, varlığına delil getirme, şirkin temellerini yıkma, kötü huylardan kalpleri temizlemeye teşvik ve güzel ahlâk ile ahi aklanmadır. Konulara bir de kategorik olarak göz atalım ve ayetlere başlayalım;
1-14: Kainattaki tüm varlıkların delilleri
15-30: Müminler ve kafirler arasındaki fark
31-45: Kuran’ın faziletleri ve Ümmeti Muhammed’in sınıflandırılması
Sûre, Allah’a hamd ve senâ ile başlamaktadır. Daha sonra varlık âleminin sırlarından, dış dünyadaki ibret alınacak ayetlerden, sayısız nimet, hikmet ve yüceliklerden söz edilmekte, Allah’ın varlığı ve birliğine delâlet eden işaretlerden misaller verilmektedir. Yağmuru indirerek ekinleri, sebze ve meyveleri çıkarmak suretiyle, daha önce ölmüş olan yerin dirilmesini, gece ile gündüzün birbirini takip etmesini, insanın merhaleler halinde yaratılması ile birliğini ve gücünü gösteren diğer delilleri ortaya koyar. İlk ayetin genel olarak içeriği bu yönde anlaşılsa da ‘’melekleri ikişer üçer kanatlı elçiler kılan’’ kısımı hayli merak celbediyor. Bununla ilgili olarak Buhâri ve Müslim’deki rivâyette, Cebrâil’in altı yüz kanadı olduğu belirtilmiştir. Ancak melekler, gayba ait bir konudur ve mâhiyetlerini sadece Allah bilir. Allah, her şeye kâdirdir. Bizler, sadece onların Allah’ın uçan çeşitli kanatlara sahip hizmetçileri olduğunu anlıyoruz. Şimdi ben bu gayb konularını bırakıp, 3.ayetteki ‘’Ey insanlar, Allah’ın üzerlerinizdeki nimetini anın’’ ifadesine yoğunlaşmak istiyorum. Tefsirine inmeden tekrar bir okuyalım ve anlamaya çalışalım. Allah’ın üzerimizdeki nimetini anmak nasıl olur? Elbette ki şükürle, kendimize her baktığımızda, bir işi kolaylıkla yapabildiğimizde, rahatça nefes alıp rahatça adım alabildiğimizde, kısacası her an her eylemde O’na şükür etmemiz gerekmekte. Peki acaba ayetin tefsiri de bize aynı mesajı mı veriyor. Mevdudi bu ifadenin insanlara ‘nankörlük etmeyin’ demek olduğunu yazmış, Sabuni ise bizim düşündüğümüz gibi ‘şükredin’ demek olduğunu savunuyor. Biz genel olarak hepsini kabul edebiliriz, çünkü şükretmemek kısaca nankörlüktür. Şükür de nankörlüğü ortadan kaldırır. Hiçbir müfessirimizi yalancı çıkarmadan, hepsine hak vererek devam ediyorum. Sonra tam devam ederken karşıma yine en sevdiğim ve en korktuğum ayetin bir benzeri geliyor; ‘’Şeytan sizi Allah hakkında kandırmasın.’’ Allah hakkında kandırmak nasıl olur? Bu ayet şunu demek istiyor, şeytanlar, insanlara; “Allah yoktur veya Allah bu dünyayı yaratmış ama bu dünya ile hiçbir ilgisi kalmamış. Ya da Allah kâinatın haliki ve sahibidir, fakat vahiy ve risalet uydurma şeylerdir” diye telkinde bulunurlar. Ayet bunlara kanmamızı söylüyor. Ve yine bu ayet içeriğinde şu anlamı da taşır; Şeytan size şunları söyleyerek sizi kandırmasın;’’Allah Rahimdir, siz ne yaparsanız yapın onun merhameti geniştir, O sizleri affeder” Allah muhafaza diyerek, daha önce değindiğimiz bu ayeti hızla geçiyorum. Ve geliyorum 8.ayete; ‘’Kötü ameli kendisine süslenip de onu güzel gören kimse, inanıp iyi işler yapanlar gibi mi olacak?’’ Şu ayetteki gizli mesajı hissedebiliyor musunuz? Allah müminlerin yüreğini gerçekten incitmek istemiyor. Hata edenleri, günah işleyenleri bile o kadar naif uyarıyor ki bunları görüp de şükür etmemek mümkün değil. Tabi Allah’ın rahmeti kadar azabına da şahit olduğumuz yerler yok değil. Olsun ama, onlar da şükür sebebi. O korku hali değil mi, bizi birçok dünyalıktan uzak tutan. Ona da şükürler olsun tabi! Tabi bu kadar sosyal mesajdan sonra ayetin tefsirine inmezsek ayıp olur. Bu ayetin tefsiri şu şekilde; Bazı kimseler, iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak etmelerine rağmen, hep kötü işler yaparlar. Bu gibi insanlar bazı zamanlar vicdanlarının sesine kulak verince, doğru yola girerler. Çünkü hâlâ birtakım hatalar içinde bulunsalar da, fıtratları tamamen bozulmamıştır. Fakat bazı kimseler de iyilik ve kötülük arasındaki farkı idrak bile edemezler. Öyle ki, kötülüğü medeniyetin ve kültürün bir simgesi olarak taşırlar. İyiliği gericilik olarak görürlerken fısk ve fücur’u da ilericilik kabul ederler. Doğru yol onların nazarında bir sapma iken, sapıklık onlar için doğru yoldur. İşte böyle kimseler için nasihat faydasızdır. Çünkü bunlar için iyilik ve kötülüğü ayırdetmek mümkün olmadığından, kendilerini ıslah etmezler ve nasihatten yüz çevirirler. Bir davetçi bu gibi kimselerin peşinden boşuna koşmamalı, onun yerine iyi ve kötüyü fark edebilen ve kalbleri Hakk’a tamamen kapanmamış kimselere gitmelidirler. Sekinzinci ayeti de geride bırakıp diğer ayetlere şöyle bir göz atalım. Ya da bir dakika bu konu içerisindeki diğer ayetler hayli anlaşılır ve tefsirleri de anlamı dışında özel bir sebep içermiyor. Genellikle Allah’ın dünya üzerindeki düzenlerinden bahsedilmiş. Bu yüzden geçiyorum sıradaki konuya.
Yeni konuda gözüme ilk çarpan ayet 18.ayet oluyor; ‘’ Hiç bir günahkâr bir başka günahkârın günahını yüklenemez. Eğer yükü ağır olan kimse (bir başkasını) onu taşımaya çağırsa, bu, onun yakın akrabası da olsa kendisine ondan hiç bir şey yükletilmez.’’ “Yük” ifadesi ile amellerin sonuçları kastolunuyor. Yani, Allah katında herkes yaptıklarından sorumlu tutulacak ve hiçkimse bir başkasının yaptıklarından mesul olmayacaktır. Bir şahsın başka birini kurtarmak için onun yerini almasına da imkan yoktur. Bu ifade, Mekkeli müşriklerin, Müslüman olan yakınlarına, “Dininizden vazgeçin ve atalarınızın dinine dönün. Kıyamet gününde biz sizin günahlarınızı yükleniriz” sözlerine atfen kullanılmıştır. Ayetin devamındaki ‘’ Sen, yalnızca Rabbini görmeden korkanları uyar. Onlar namazı dosdoğru kılarlar. Hem kim temizlenirse, ancak kendi nefsi için temizlenir.’’ Bu âyette Resûlullah uyarılarının kimlere favda vereceği belirtilmekte ve samimi müminlerin iki temel özelliğine değinilmektedir: Bunlardan birinci Rabbinden korkmak ve ikincisi namaz kılmaktır. Ve son cümledeki kim temizlenirse kendi içindir ifadesinden kastedilen; Allah’ın buyruklarına uyup yasaklarından kaçınma çabası içinde olanların ve iyi işler yapanların bundan yine kendilerinin yararlanacakları şeklindedir. Sıradaki ayetleri grup olarak ele alalım, 19-23.ayetler bize şöyle bir mesaj vermekte; Körle gören, karanlıklarla aydınlık, gölge ile sıcak bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Şüphesiz Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirlerdekilere işittirecek değilsin! Sen sâdece bir uyarıcısın. Buradaki ifadelerin hepsi hemen hemen alıştığımız şeyler, fakat sen kabirdekilere işittirecek değilsin ifadesi baya tartışmalı. Bu ayeti ‘’sen ölmüşlere kuranı duyuramazsın’’ olarak çeviren müfessirler yüzünden ortalık baya karışmış. Ama çok şükür benim okuduğum müfessirler bu ifadenin bir teşbih sanatı olduğunu yazarak mantıklı davranmıslar. Bir ayet öncesinde iman etmeyen kişinin ölüden farkı olmadıgı söylenmişti. Ölünün yeri kabir olduğu için de, benzetme olarak kabirdekilere sesini duyuramazsın ifadesi kullanılmış. Aslında hayli basit olan bu ayet üstünde bu kadar kavga çıkarmak da gerçekten sapkınlık çıkarmak isteyenlerin işi olsa gerek. Sapkınlık demişken, ayetler gelmiş geçmiş kavimlerin inkarlarından dolayı cezalandırıldıklarına değinerek devam ediyor. 26.ayette; ‘’Ben o inkarcıları tutup alıverdim, o zaman bak bakalım beni inkar etmek nasıl oldu?’’ ifadesi bana fazla sevimli gelmişti. Şimdi diyeceksiniz ki, şu kıza bak koskoca ayete sevimli diyor. Bu da benimle onun arasındaki muhabbetten deyip sıyırmaya çalışayım mı? Ya da Rabbimin burada yaptığı sanatı anlamış olmanın mutluluğu deyip böyle düşünenleri haksız mı çıkarayım? Şaka bir yana, burada geçmiş kavimlerin sonlarına dikkat çekiliyor ve sonra da onların sonlarını hatırlatmaya sevkediliyor. Ayet aslında tam olarak anladığınız gibi, asla yapılanların cezasız kalmayacağı tehtidi içeriyor.
31.ayet ile yeni konuya başlasak da ben direk 32.ayete geçmek istiyorum; ‘’ “Sonra da Kitabı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi ortadadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır.’’ Burada müslümanlar üç gruba ayrılmışlar. 1- Kendi nefslerine zulmedenler: İman etmiş, ama günahkârdırlar. İmanları zayıftır, dini uygulamada zaafları vardır. 2- Orta yoldakiler: İman ile ameli orta yolda gerçekleştirmeye çalışanlardır. Ancak tam manasıyla teslim olmamışlardır; gevşektirler. 3- Sadece iyilik yapanlar: Bunlar, muttakiler, kendilerini sonuna kadar Allah’a teslim etmiş kimselerdir. İyilik için yaratılmışlardır. Kitab’a tam manasıyla varis olmuş, fedakâr insanlardır. Günahlardan kaçarlar, tövbeleri nasuhtur. Müfessirler, sadece son grubun mu cennete gireceği hakkında ihtilaf etmişlerdir. Zemahşerî ve İmam er-Râzî, hayırlarda yarışanların Adn cennetine gireceğini söylerken, çoğunluk ise hesaba çekilsin çekilmesin bu üç grubun cennete gireceği anlamını çıkarmışlardır. Zaten ayetin devamı da şöyledir; ‘’Derler ki: Bizden hüznü giderip, yokeden Allah’a hamdolsun. şüphesiz Rabbimiz gerçekten bağışlayıcıdır. Çünkü kabûl edendir” Şüphesiz Rabbim müslümanlar konusunda çok bağışlayıcı olacaktır, yeter ki ibadetlerimizde noksanlık olmasın. Ayetlerin devamında kafirlerin durumu açıklanmış ve onların ateş ile haşır neşir olacakları söylenmiştir. Onların cehennemde bulunmalarının nankörlükleri yüzünden olduğu bir kere daha burada tekrar edilmiştir.
Surenin son bölümüne geldiğimizde 42 ve 43.ayet dikkat çekiyor; ‘’ Onlar kendilerine bir uyarıcı gelirse herhangi bir ümmetten daha fazla doğru yolu tutacaklarına dair var güçleriyle yemin etmişlerdi. Ama onlara uyarıcı gelince bu sadece uzaklaşmalarını arttırdı. Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötülük tuzakları kuruyorlardı. Halbuki hile ancak sahibin başına geçer.’’ Bu ayetin tefsiri hakkında Ebussuûd şöyle der: Resulullah (s.a.v.) peygamber olarak gönderilmeden önce mekkeli kafirler dediler ki: Allah, yahudi ve hristiyanlara lanet etsin. Onlara peygamberler geldi de onları yalanladılar. Vallahi eğer bize herhangi bir peygamber gelse, biz böyle yapmazdık. Sonra Onlara en büyük peygamber Hz. Muhammed (s.a.) gelince onun bu gelişi onların hidayet, hak ve peygamberden, giderek uzaklaşmalarından başka bir sonuç doğurmadı. Çünkü onlar yeryüzünde kibirlilerdi ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Bu bilgilerden sonra değinilecek başka bir ayet var mı diye bakayım dedim ama meğersem surenin sonuna gelmişiz.
Sadakallahulazim.