Meal Okumaları 39 – Zümer Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Zümer Sûresi Mekke’de inmiştir. Bu sûre, geniş bir şekilde Allah’ın birliği inancından bahseder. O kadar ki, nerdeyse bu konu, sûrenin ana konu­su haline gelir. Mushaftaki sıralamada otuzdokuzuncu, iniş sırasına göre ellidokuzuncu sûredir. Sûreye ad olan ve “guruplar, topluluklar” anlamına gelen “zümer” kelimesi, inkarcıların guruplar halinde cehenneme sürüleceğini, müminlerin de yine topluluklar halinde cennete götürüleceğini anlatan 71 ve 73. âyetlerde geçmektedir. Surenin tümü çok güzel bir hitabet örneğidir. Bu sure, Mekke’de müşriklerin müslümanlara karşı aşırı zulüm, şiddet ve düşmanlık havası estirdikleri bir dönemde nazil olmuştur. Genelde Mekke’deki müşriklere, yani Kureyşlilere hitap eden surede yer yer mü’minlere de seslenilmiştir. Hz. Peygamber’in (s.a) yaptığı çağrının esasları açıklanırken, insanın halisane sadece Allah’a kulluk etmesi ve başkalarına kulluk etmemek suretiyle de şirkten kaçınılması öğütlenmiştir. Bu husus sure boyunca tekrarlanarak, değişik uslûplarla aktarılmış, tevhidin hakikatı, onu kabul etmenin yararları, şirkin bâtıllığı ve kötü sonuçları birer birer vurgulanmıştır. Şimdi konu dağılımına da bakıp ayetlere geçelim ve daha yakından inceleyelim;

1-6: Efendimize’e indirilen kitap ve onun hikmetleri
7-28: İnsanların inanç ve inkara bakışı
29-40: Aniden ölümün gelmesi ve kulların Rabbe dönüşü
41-52: Kuran’ın indirilişi ve içeriği
53-67: İnsanların dünya hali ve tövbe şansı
68-75: Kıyamet günü

Surenin ilk ayeti Kuran’ın tek sahibin Allah olduğunu özellikle vurgulamak istiyor.  ‘’Bu kitabın indirilişi Aziz  ve hikmet sahibi Allah’tandır.’’ Yani bu kitap öyle bir kitaptır ki, ondan Peygamberlerin dahi eli emeği yoktur. Bu yalnızca Allah’a aittir. Burada bir parantez açmak istiyorum, yaklaşık kırkıncı sureye geldik ve benim ancak dikkatimi çekti. Ve bunu sizinle de paylaşmalıyım diye düşündüm, örneği surelerin başında Allah şöyledir böyledir diyerek başlayan ayetler oluyordu. Ve biz bunları anladığımızı düşünüp, hızlıca diğer ayetlere geçiyorduk. Oysa o gün dinlediğim bir sohbette hoca dedi ki, burada Allah hakimdir ve kerimdir diyorsa. Allah’ın yanılmazlığından ve yenilmezliğinden bahsedecektir. Yani Allah’ın isimlerinin anlamlarını öğrenme şansı yakaladığım ayetleri hunharca geçivermişiz. Hakkınızı helal edin, ben de bilmiyordum. İnşallah bundan sonra daha dikkatli olacağım. Benim mealim bu ayet ‘’Aziz ve hikmet’’ sahibidir diyor. Yani  bu sözü inzal eden Aziz’dir” yani, muhteşem bir kudret ve kuvvet sahibidir. O’na karşı koymak ve O’nun takdirinin gerçekleşmesini engellemeye kalkışmak kimsenin haddi değildir. İkincisi, “O Hakîm’dir”. Yani, O’nun gönderdiği her söz bir hikmete mebnidir. Dolayısıyla, bu “Hidayet”ten yüz çevirenler cahillerden başkası değildirler. Daha sonra üstünde durulması gereken ve surenin en can alıcı ayeti olan 3.ayete bakıyoruz; ‘’ İyi bilin ki, halis  olan din yalnızca Allah’ındır. O’ndan başka veliler edinenler şöyle derler: “Biz, bunlara bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” Hiç şüphesiz Allah, kendi aralarında, hakkında ihtilaf ettikleri şeylerden hüküm verecektir. Gerçekten Allah, yalancı olan kimseyi hidayete eriştirmez.’’  Burada iki temel esas vardır ki, onlar anlaşılmadan ayetin tazammun ettiği anlamların kavranması mümkün değildir. Birincisi, “Allah’a ibadet edin”, ikincisi, “Dini ancak Allah’a halis kılarak, O’na kullukta bulunun”. Bu iki kavram bizin anladığımızı düşündüğümüz ama aslında anlamanın sadece çok az bir kısmını başarabildiğimiz bir mesele.  Örneğin; “Dini yalnızca Allah’a halis kılarak kulluk etmek” şeklindeki ilke, kesin ve değişmez bir gerçek olarak ortaya konmuştur. Çünkü bu, yalnız ve yalnız Allah’ın hakkıdır. Kulluk edilmeye layık olan sadece O’dur ve sadece O’na itaat edilmesi gerekir. Allah’a kulluk etmeyi reddedip de başkalarına itaat eden kimse dalâlettedir. Şayet Allah’a kulluk etmekle birlikte, başkalarına da kulluk ediyorsa, bu da şirktir. Nitekim bu ayeti kerimenin en güzel izahını Efendimiz yapmıştır. İbn Merduye’nin Yezid el-Kursî’den naklettiğine göre bir şahıs Hz. Peygamber’e, “Şayet bizler mallarımızı şan, şöhret olsun diye tasadduk edersek, Allah bize bir mükafat verir mi?” diye sormuştur. Hz. Peygamber, “Hayır” diye cevap verince, bu sefer o şahıs, “Hem Allah rızası, hem de şan, şöhret için tasadduk edersek?” diye sordu. Hz. Peygamber, “Allah, hâlisane olarak sadece kendi rızası için yapılmamış hiçbir ameli kabul etmez” dedi ve bu ayeti okudu. Şimdi bu örnekten sonra biraz güncel şekilde ayete değinelim istiyorum. Tarihte bugüne kadar neredeyse tüm toplumlar Allah’ın mutlak tanrı olduğunu kabul etmişlerdir. Tek sorun Allah’ın yüceliğini yanlış şekilde yorumlamalarıdır. Elbette Allah rızık verendir, can verendir, hikmet sahibidir ve tektir ve yücedir. Ama bu demek değildir ki Allah bu kadar yüce olduğu için seninle muhattab olmaz. Allahın bu kadar yüce olmasından ötürü onunla irtibat kuramayacağını düşünen insanlar zamanla aracılar aramaya başladılar. Ve bu aracılar kimi zaman peygamberler oldu, kimi zaman putlar, kimi zaman hayvanlar, kimi zaman normal hayatımızdaki insanlar.  Oysa ayet apaçık bir şekilde Allahtan başka dost edinmemeyi ve aracı gerekmediğini belirtiyor. Ona karşı ne bir velinin duasına ne bir alimin aracılığına ihtiyacınızın olmadığını söylüyor. Bu cümlem tehlikeli bir cümle olduğu için açmak istiyorum. Dua derken, kişinin kişiye ettiği halis niyetli bir duadan bahsetmiyorum. Günümüzde tövbe alma gibi faaliyetlerde bulunan alimler, şunun bir duasını alayım da cennete gideyim diye konumlandırılan hocalar var. Böyle bir şey mümkün olmadığı gibi, Allah muhafaza yakınlasmak istediğiniz şeyden uzaklastırabilirler. Bakın Allah kulundan sadece samimiyetle ibadet ve samimiyetle dua bekliyor. Sizin cennet ehlinden olmanız yalnızca buna bakıyor. Hangi cemaatle geldin, hangi hocanın arkasındasın, hangi insan senin korur, hangisi sana dua etmiş. Bunlar tamamen bir kenarda kalacak ve Allah sana dönüp soracak ‘’Eee kulun benim için ama yalnız benim için ne yaptın?’’ Sen diyeceksin ki namazım sanaydı, orucum sanaydı. Sonra tekrar soracak ‘’Peki ya zikirlerin? Peki ya duaların?’’ E ben falanca kulunu aracı kıldım mı diyeceksin? Onlar üstünden sana ulaşmaya çalıştım mı diyeceksin? Bu ifade Allahın senin gibi yarattığı bir kulu haşa Allah seviyesine yakınlastırmak mı? Onun nasıl ne hakla Allah’a yakınlasacağını, senden daha çok allaha ulaşacağını düşünebildin? Bu ayet güzel olduğu kadar tehlikeli de, bu yüzden daha fazla içeriği karıştırmadan devam edelim istiyorum. 4.ayete diyor ki; ‘’Allah bir çocuk edinmek elbette yarattıklarından seçecekti.’’ Burayı müfessir şöyle yorumluyor; Yani Allah bir çocuk edinmek isteseydi yine yarattıklarından seçerdi. Ve yaratılmış olanlar asla ve asla Allah ile bir olamazlar. Ayet diyor ki, yani benim bir evladım olsa da o kul olur, Allah olamaz. İnanılacak, sığınılacak mutlak bir varlık olamaz. İlla bana evlat isnat ediyorsanız bunu da bilin. Ondan medet beklemeyin cünkü o da sizin gibi bir insan olur. Bu daha çok hristiyan ve yahudilerin İsa ve Üzeyri Allah’ın oğulları olarak görmesi ve onlara ibadet etmelerinden bahsediyor. Yine de ayeti açıklamadan geçmek olmazdı.

Sıradaki konu grubunun ilk ayetlerinde insanın dünyevi istekleri konusunda önce duacı sonra nankör olduğuna değinmiş ve daha sonra 10.ayet ile şöyle diyerek başka bir konuya geçmiş; ‘’Tarafımdan söyle; Ey iman eden kullarım Rabbinizden korkun. Bu dünyada güzellik yapanlara bir güzellik var’’ Yani, sadece iman etmekle yetinmeyin, yanısıra Allah’tan korkarak, O’nun emirlerini yerine getirin. Yasak ettiği şeylerden uzak durun ve dünyada Allah’tan korkarak hayatınızı sürdürün. Sıradaki ayetlere baktığımızda, az önce bahsettiğimiz aracılar meselesine bir giriş görüyoruz. 15.ayet diyor ki; ‘’Siz de O’ndan başka dilediğinize kul olun. Asıl hüsrana düşenler, kıyamet günü kendilerine ve mensuplarına ziyan edenlerdir.’’  Buradaki “Hüsrana uğrayanlar” ifadesi Allah’ın insana verdiği ömür, akıl ve diğer nimetleri boşa harcayanlardır. İnsan bunları dünyada boş yere heder eder. Yani Allah’ın olmadığını kabul ederek ya da O’na ortaklar koşarak veya kıyamet ve hesap gününün olmadığını, hesaba çekilmeyeceğini sanarak, Allah’ın kendisine lütfettiği tüm sermayesini hiç etmiş olur. Daha sonra 17.ayette ‘’Tağuttan ve tağuta kulluk etmekten kaçınıp da tam gönülle Allah’a yönelenlere müjde!’’ Şu ayet az önce sure girişinde bahsettiğimiz meselenin özüdür aslında. Tağut demek, İbnü Cerîr et-Taberî’nin tarif ettiği gibi, Allah’a karşı isyankâr olup zorla, zorlama ile veya gönül rızasıyla kendisine tapınılıp mabud tutulan, gerek insan, gerek şeytan, gerek put, gerek dikili taş ve gerekse diğer herhangi bir şey canlı ya da eşya demektir. Bu konuyu daha iyi anlamak için biraz araştırma yapmanız gerekebilir, çünkü hayli içeriği uzun bir mesele. Örnek vermek gerekirse, bir kadın çok sevdiği kocasını dahi zamanla tağutlaştırabilir. Yahut bir anne evladını. Ya da bir zengin malını. Yani insanın bir şeyi çok sevmesi ona bağlanması, ondan başka bir şeyi düşünemez hale gelip her anını onunla hemhal etmesi gibi de düşünülebilir. Ve allah bu ayette tağutun ne denli tehlikeli olduğunu, sevimli bir dille ifade etmiş. Tağuttan kurtulana cennet müjdesi varsa, tağutun içinde olana ne var? İşte bu ayrıntıyı yakalayıp, tağuttan uzak duranlardan olalım inşallah.

Kur’an, birçok yerde olduğu gibi bu surede de bazı inanç ve zihniyet guruplarından örnekler vermiştir; maksadı da muhatabını bunların durumu üzerinde düşündürüp kendisi için ders çıkarmasını, aklını başına almasını, yolunu düzeltmesini sağlamaktır. 22-23. âyete göre bir tarafta gönlü İslâm’a açılmış ve bu sayede Rabbinİn ışıklı yolunu bulmuş olanlar var; diğer tarafta Allah’ı anma konusunda kalbi katılaşmış, bu sebeple de sapkınlığa boğulmuş olanlar var; keza 24. âyete göre bir tarafta kıyamet günündeki dehşetli azaba karşı korumasız durumda kalacak İnkarcılar var; diğer tarafta cennetteki mutlu hayata kavuşacak müminler var. Bu örneklerin yanında 25-26. âyetlere göre ilâhî hakikatleri yalan saydıkları için dünyada cezalandırılmış, âhirette de cezalandırılmayı hak etmiş olanların durumu da ders alınması gereken bir örnektir.

Şimdiki konu grubuna 29.ayetle başlayacağız, burada da karşımıza bir misal çıkacak; ‘’ Allah şöyle bir örnek veriyor: Bir adam var ki onun birbiriyle ihtilaflı birçok ortak efendisi bulunmaktadır; bir adam da var ki bir tek kişiye bağlıdır. Şimdi bu iki adamın durumları eşit olabilir mi? ‘’ Böyle bir misal ile Allah Teâlâ, şirk ve tevhid akidelerini ve onların insan hayatı üzerindeki etkilerini kısa ve tesirli bir şekilde açıklamıştır. Birçok efendisi olan ve her efendinin kendisine hizmet etmesini istediği bir kölenin, hiçbirini memnun edemeyeceği ve devamlı surette, her efendisinden ayrı ayrı ceza ve cefa çekeceği kaçınılmazdır. Fakat bu kölenin aksine, tek bir efendisi olan köle, bu şekilde bir ızdırab çekmeyeceği gibi, o tek efendisine huzur içinde hizmet eder. Bu o kadar net bir gerçektir ki, idrak edebilmek için fazla düşünmeye bile gerek yoktur. Bir tek ilâha kulluk etmek, birçok ilâha kulluk etmekten daha iyidir ve insanoğlu ancak o zaman huzur bulur. Ve ayetin sonundaki  “elhamdülillah” ifadesi, tıpkı bir konuşmacının; muhatabına soru yöneltip cevap almadığında, karşısındaki kimsenin suskunluğundan olumlu bir anlam çıkararak, “Bir tek efendi yerine, daha çok efendiye kulluk etmek daha iyidir” deme cesaretini gösteremedikleri için Allah’a şükretmesi gibidir. Ayetlerin devamında insanların kıyamet günü toplandıklarındaki hallerinden bahsediyor; ‘’Allaha karşı yalan söyleyen ve doğruyu da kendisine geldiği zaman yalanlayan kimseden daha zalim kim olabilir? Doğruyu getiren ve onu tasdik eden ise, onlar takva sahipleridir.’’ Yani, kıyamet gününde, Allah’ı inkar ettikleri, Allah’ın hak ve yetkilerinde, zat ve sıfatlarında başkalarını O’na ortak koşarak nefislerine zulmettikleri için cezalandırılacaklardır. Böyle yapmakla şirk suçunu işlemiş oldular ve ayrıca Hakka davet edildiklerinde, kendilerini Hakka davet eden kimseleri yalanladılar. Allah indinde ancak Hakka davet eden ve onu kabul edenler mükafat göreceklerdir. Bu ayetten güncel bir yorum çıkarmak gerekirse şöyle düşünmeliyiz; İnsanın yanlışlarının, günahlarının farkına vararak hatalı yolda olduğunu kabul edip dönüş yapması da günah işlememek kadar önemlidir, değerlidir. İnsan, yanlış yoldan dönüp iyi şeyler yapma fırsatına sahip olduğu sürece İslâm ona kapıyı açık tutmaktadır. Tövbenin başlı başına bir ibadet değeri taşıması da buradan ileri gelir. Bu sebeple 35. âyette Yüce Allah, bu şekilde dönüş yapanların geçmişteki en büyük kötülüklerini dahi bağışlayacağı, onlan geçmişteki günahlarına göre değil yaptıkları en güzel işlere göre ödüllendireceği müjdesini vermektedir. Sonra en güzel hesaplaşmayı 36.ayet size yaptıracak zaten, Allah kuluna kafi değil mi?

Surenin bu kısmında ise daha önce öğrendiğimiz iki kavramın daha ileri boyutuna değineceğiz. İlk olarak Allah’ı kabul edip ona aracı koymak dedik. İkinci olarak tağut edinmek dedik. Üçüncüsü ise şefaatçi edinmek kavramı. Bu şefaat konusunda daha önce değinmiştik. Bazı ayetler kesin bir dille yok sayarken, bazıları ise daha açıklayıcı bir şekilde ele alıyor. Tüm Kuran ele alınıp değerlendirildiğinde ise, Allah’ın istediğine şefaat hakkı vereceği ve o kişi birine şefaat etse bile ancak kendisi isterse onu affedeceği gibi bir bilgi ortaya çıkıyor. Allah Efendimize’e şefaat hakkı vermiş  mi vermemiş mi bu tartışmaya girmeye niyetim yok, yalnız Efendimiz’in amcasına dua ederken onun duasının kabul olmadığı da bu şefaat hakkının yine ve yalnızca Allahta olduğunun ispatıdır. Elbette Efendimiz’in yardımcı olamadığı amcası gibi yardımcı olduğu sahabesi de olmuş. İşte az önce yaptığımız tanım burada devreye giriyor. Efendimiz isterse herkese şefaatçi olsun, Allah yalnızca kendi uygun gördüklerini bağışlayacak. 46.ayet konuyu bitirirken şöyle diyor; ‘’Ey gökleri ve yeri yaratan ve görüneni görülmeyeni bilen Allahım! Kullarının arasında itilaf edip durdukları şeyler hakkında sen hüküm vereceksin.’’ Amenna ve saddakna.

Geliyoruz surenin en sevdiğim ayetine. Diyeceksiniz ki niye çok seviyorsun, ben de diyeceğim ki çünkü tefsirini Nouman Ali’den dinledim. Sohbet linkini yazının sonuna bırakırım ama zaten direk alıntılamak niyetindeyim.

53.ayette buyuruluyor ki; ‘’De ki; Ey nefisleri aleyhine haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümidi kesmeyin.’’ Allah insanlarla direk olarak konuşabileceği halde, bunu Efendimiz’in söylemesini istedi. Yani Peygamberimiz gidip insanlara umudu iletmesi gerekiyordu. Allah’ın bu ayette istediği, Efendimiz’in elini birinin omzuna koyması ve ‘Allah’ın sana söylememi istediği şeyler var’ demesiydi. Biliyoruz arkanda dağ büyüklüğünde günahların var, ne zaman Allah’a dönmek istesen günahlarınla karşılaşıyorsun. Hatta günahın öyle iç karartıcı ki Allah’a geri dönmeyi bile istemiyorsun. Ben kimim ki Allah’a geri döneceğim, benim günahım çok büyük diyorsun. Ama Rabbin bu ayette diyor ki; ‘’Kulum ben senin kendine karşı kötülük ettiğini biliyorum, günahının çok büyük olduğunu biliyorum. Ama benim rahmetimden ümidini kesme, karamsar olma, sevgini yitirme. Nefes alıp verdiğin sürece Allah’ın kapıları sana kapanmayacak. Ne yapmış olursan ol. Ne yapmış olursan ol. Ne yapmış olursan ol.’’ Eğer Allah tövbe kapılarını cehennemin en aşağı çukurunda bulunan kafir ve münafıklara dahi açabiliyorsa, kendi kullarına kapatır mı? Münafıklar bile Allah hakkında ümit sahibi iken, siz nasıl ümidinizi kaybediyorsunuz?  Ve sakın insanların hakkında ne düşündüğünü, Allah’ın hakkında ne düşündüğü ile karıştırma. İnsanlar senin çok pislik ve çok kötü olduğunu düşünebilir, bu yüzden de seni silebilirler. Ama Allah seni asla silmez. Bu yüzden O’na dön! O’nunla buluş. Hatalarını kabul et. Bu ayetle sana seni sevdiğini ve seni geri istediğini söylüyor. Senin geri dönmeni ve hayatını gözden geçirmeni istiyor. Gerçekten bu ayete de sağır mı kalacaksın?

Bu güzelim sohbetten sonra surenin diğer ayetlerine değinmek istemiyorum. Çünkü surenin devamında kıyamet anı, mahşer meydanı, cehennem ve cennet ehlinden bahsediliyor. Oysa biz az önceki davetten sonra bunlara takılmayı bırakıp affolunmaya gitmek istiyoruz dimi? Yani sizi bilmem ama ben gitmek istiyorum arkadaşlar, üzgünüm. Siz de devam etmek isterseniz, Muhammed Es Sabuni- Tefsirlerin özü serisinden Zümer Suresi tefsirini bu ayetten itibaren okumaya devam edebilirsiniz. Yaklaşık 20 ayet atlamış bir şekilde şuraya son ayeti de bırakıp gidiyorum;

‘’Alemlerin Rabbi Allah’a hamdolsun!’’
Sadakallahulazim.

Yorum yapın