Meal Okumaları 66 – Tahrim Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

Tahrîm sûresi Medine’de inen ve hukukî konuları ele alan sûrelerden­dir. Mushaftaki sıralamaya göre altmış altıncı, nüzûl sıralamasına göre yüz yedinci suredir. Sure adını 1. ayetten almıştır. Ancak bu adın, surenin muhtevasıyla doğrudan bir ilgisi bulunmamaktadır. Yani, surede birtakım haramlar bildiriliyor değildir. Surede bahsedilen konuları aşağıda kategori halinde ele alalım ve yeri gelince de ayetler de ayrıntıya girelim;

1-8 Peygamberin hanımlarının isteği üzerine davranışı
9-10: İnkar eden kadınların durumu
11-12: İman eden kadınların durumu

Surenin giriş kısmında Rasulullah Efendimizin Allah’ın kendisine helâl kıldığı şeyleri eşlerinin rızasını elde edebilmek için kendisine haram kılması konusuyla başlamakta ve bu yüzden ilk ayetlerde Allah’ın Rasûlü uyarılmaktadır. Bununla ilgili olarak ilk ayetlerde şöyle buyuruluyor; ”Ey Peygamber! Allah’ın sana helâl kıldığı şeyi eşlerinin rızâsını gözeterek niçin kendine haram edi­yorsun. Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.Allah, yeminlerinizi çözmenizi size meşru kılmıştır. Sizin yardımcınız Allah’dır.” Bu ayetlerde Peygamberin de insan olduğu ve onun kendi istekleri doğrultusunda helali haram, haramı helal edemeyeceğini öğrenmiş oluyoruz. Ve devamında kişilerin helal olan bir şey üzerine yemin ederek, kendilerine haram etmelerinin geçerli bir yemin olmayacağından bahsedilmiş. Bu ayetlerde bahsedilen olaylarla ilgili net bir rivayete ulaşamamakla birlikte, aktarılan hadislerin de yanlış olma ihtimali hayli kuvvetli. Hatta birçok müfessir bu ayetleri bir kıssaya dayandırmak yerine üstünkörü bahsederek sonraki ayetlere geçiş yapmış. Yine de bu rivayetlerden en kuvvetlisini şuraya bırakalım; Her ikindi namazı sonrasında eşlerinin odalarına uğramak Hz. Peygamber’in (s.a) adetiydi. Hz. Peygamber (s.a) bir süredir Zeynep binti Cahş’ın odasında daha fazla kalmaya başlamıştı, zira O’na bir yerden bal gelmişti ve Rasulüllah balı çok severdi. Dolayısıyla O’nun odasında bal şerbeti içiyordu. Hz. Aişe (r.a) şöyle anlatıyor. “Bunu çok kıskandım ve Hafsa, Sevde, Safiye ile birleşip, Rasulüllah (s.a) yanımıza geldiğinde, herbirimiz O’na ağzından meğafir kokusu geldiğini söylemeyi kararlaştırdık. Meğafir, özel kokusu olan bir çiçektir. Şayet arı, balını bu çiçekten alırsa, balında meğafir kokusu olur. Hepimiz de Rasulullah’ın (s.a) çok titiz olduğu ve kendisinden kötü bir koku yayıldığında, bundan çok rahatsız olacağını biliyorduk. Bu yüzden Hz. Peygamber’in (s.a) Hz. Zeynep’in yanında çok kalmaması için bu hileye baş vurduk. Ve gerçekten de hile tesirini gösterdi. Hanımlarının “ağzından meğafir kokusu geliyor” demeleri üzerine, Hz. Peygamber (s.a) bal yememeye söz verdi.” Bir rivayette Rasulullah’ın (s.a) sözü şu şekildedir: “Yemin ederim ki ona (bala) bir daha dönmeyeceğim.” Yani, kıssayı esas almadan baktığımızda da bu ayetin açıklaması olarak Efendimiz’in hanımlarını memnun etmek amacıyla helal birşeyi kendisine haram kılmak , bulunduğu konum dolayısıyla ona yakışmazdı.

Sonra yine Efendimizin zevcelerinin de günâhsız olmadıkları, onların da bir takım kusurlar işleyebildikleri vurgulanmaktadır. Bununla ilgili olarak 3.ayette şöyle buyurulmuştur; Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir söz söylemişti. Fakat eşi, o sözü başkalarına haber verip Allah da bunu Peygambere açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Pey­gamber bunu ona haber verince eşi “Bunu sana kim ha­ber verdi?., dedi. Peygamber “Bilen, her şeyden haberi olan Allah bana haber verdi” dedi. Muhtelif rivayetlerde, Hz. Peygamber’in (s.a) hanımına haber verip, O’nun bir diğer hanımına açıkladığı sır ile ilgili olarak birçok şeyler söylenmiştir. Oysa bizim görevimiz öncelikle bu sırrın ne olduğunu araştırmak değildir. Çünkü Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımını, zaten bu sırrı ifşa ettiği için tenkid etmiştir. O halde bu sırrın ne olduğunu araştırıp, ifşa etmek bizler için nasıl doğru olabilir? Ayrıca bu ayet, sözkonusu sırrı açıklamak için nazil olmamıştır. Bu bakımdan, bu sırrın bilinmesinin bizim için hiçbir önemi yoktur. Çünkü bu sırrın bilinmesi bizler için önemli ve gerekli olsaydı Allah Teâlâ onu zaten beyan ederdi. Asıl maksat, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarını yapılan bir hata dolayısıyla uyarmak ve kendilerine önemli bir şahsiyetin hanımları olduklarını hatırlatmaktır. Çünkü Hz. Peygamber’in (s.a.), hanımlarından birine verdiği sır açıklanarak saklı tutulmamıştır. Bu, sıradan bir karı koca arasında olan, normal bir mesele değildi. Öyle olsaydı eğer, Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’e (s.a) doğrudan haber vermezdi elbette. Allah Teâlâ, sadece vahyetmekle kalmamış, yanısıra kıyamete kadar okunacak olan Kur’an’da kayda dahi geçirmiştir. Bu hadisenin önemi, o kadının sıradan bir insanın hanımı olmayıp, kendisinin hassas bir konumda olduğu yüce bir zatın hanımı olması nedeniyledir. O kimse ki, bir yandan kafir, müşrik ve münafıklara karşı sürekli mücadele verirken, diğer yandan küfür düzeninin yerine, İslâm düzenini ikama etmek için çetin bir savaş içindeydi. Böylesine önemli bir şahsiyetin evinde, birçok önemli sırlar tartışılabilir. Şayet bu sırlar, vaktinden önce dışarıya sızarsa, o şahsiyetin mücadelesini verdiği dava pekala zarar görebilirdi. Bu bakımdan o evdeki hanımlardan birisinin, sırrı başkasına söyleme şeklindeki bir zaafı ortaya çıkınca, (gerçi sırrın kendisine açıklandığı kimse de ev halkındandı ama buna rağmen) o şahıs hemen uyarılmıştır. Üstelik bu uyarı gizlice değil, açıkça Kur’an’da yapılmıştır. Bu, sadece Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarına değil, İslâm toplumunda görevli ve sorumlu olan her Müslümanın hanımına bir dersti. Ayette sırrın ne olduğundan hiçbir şekilde bahsedilmediği gibi, ne tür tehlikelerin doğabileceğine de değinilmemiştir. Zaten burada sırrın bir başkasına aktarılması tenkit konusu olmuştur. Daha sonraki ayetlere bakılırsa böyle davranan hanımların tövbe etmesi istenmiş, eğer etmezlerse peygamberin onları boşama hakkı olduğundan bahsedilmiştir. Bu kadınlar her ne kadar toplumun en güzide hanımları olsalar da, nihayet insandılar ve beşeri zaaflardan beri değillerdi. Bazı zamanlar sürekli yokluk çekmeleri nedeniyle fakirlikten şikayet eder, Rasulüllah’tan refah istedikleri olurdu. Bu yüzden Allah, Ahzap: 28-29’u indirerek, onlara “Şayet ahiret hayatını ve onun refahını istiyorlarsa sabır ve şükür ile tüm bu zorluklara, Rasül’ün (s.a) yanında katlanmaları gerektiğini telkin ve tavsiye etmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Ahzab an: 41 ve giriş bölümü) Zaman zaman ise kadınlarda bulunan bazı fıtrî zaaflar nedeniyle, bir Peygamber hanımına yakışmayacak hatalar yapıyorlardı. Hz. Peygamber’in (s.a), hayatındaki bu sıkıntılar nedeniyle, mücadelesini verdiği İslâm davasının zarar görmemesi için, Allah O’nun hanımlarını bu ayetleri inzal ederek uyarmıştır. “İçinde bulunduğunuz konumun hassasiyetini idrak edin. Sizler bir Peygamber hanımısınız. Sizlerin evi, herhangi bir kadının evi gibi değildir”. Bu ayetlerin ilk cümlesini bile duyduklarında, Peygamber’in (s.a) hanımları dehşet içinde kalmışlardır. Böylesine bir uyarıdan daha ne etkili olabilir? “Şayet Peygamber sizi boşarsa, Allah O’na sizden daha iyi eşler bağışlar”, Bu uyarı bile onlar için yeterince ağırdı. Yani, “Sizler müminlerin anneleri olmak şerefini yitirecek ve sizden daha hayırlı olan başka kadınlar Rasul’ün hanımları olacaklardır.” Bu uyarı sonrasında, Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarından, Allah’ın uyarısını gerektirecek türde bir hata sadır olmamıştır. Bu bakımdan Kur’an’da biri Ahzab Suresi, diğeri Tahrim Suresi olmak üzere iki yerde Hz. Peygamber’in (s.a.) hanımlarına uyarıda bulunulmuştur.

Daha sonra kullukta Hz. Nuh’la (a.s), Hz. Lût’un (a.s) karısının örneği verilmektedir. ” Allah inkâr edenlere, Nuh’un karısı ile Lût’un karısını misâl verdi. Bu ikisi, kullarımızdan iki sâlih kişinin nikâhında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara “Haydi, ateşe girenlerle beraber siz de girin!” denildi.” Bu ayette bu peygamberlerin hanımlarının, Peygamber karısı olma nimetini teperek cehenneme gidişleri anlatılır. Bir sonraki ayette bu gruba karşılık bir misal daha veriliyor; ” Allah, inananlara da Firavun’un karısını misâl gösterdi. O, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun’dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni bu zâlim topluluktan kurtar!” demişti.” Yani bu hanımın yeryüzünün en zalim insanlarından birinin karısı olmasına rağmen cennete gidişi anlatılır. Sonra yeryüzünde imtihanların en çetinine maruz kalmış Meryem as.’dan söz edilir. ”Irzını korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de (Allah örnek gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edenlerdendi.” Bu ayet aynı zamanda Hz. İsa’nın (s.a) doğumunun gayrimeşru bir ilişkinin sonucu olduğu iftirasını atan Yahudilerin ithamına bir reddiye olarak kabul edilir. Bu üç tip kadının surenin sonunda neden örnek verildiğini anlamak için suresinin girişindeki konuyu anlamak gerekir. Yine de bir iki cümle ile ifade etmek gerekirse, siz peygamber hanımı olsanız da amelleriniz çirkinse onlar sizi cehennemden kurtaramaz. Ve eğer siz zalim kimselerin hanımıysanız da onların zalimliği size sebep olmaz, eğer hayırlı amelleriniz varsa o zaman cennet kapıları size sonuna dek açılır.

Surenin girişinden sonra direk son ayetlere atlamış olsak da ortalarda uyarıcı ve nasihat edici ayetler de yok değildi. Biz sadece konu bütünlüğünü bozmamak adına direk sona atlamış olduk. Örneğin 6.ayette iman eden insanların çocuklarına ve eşlerine karşı olan vazifeleri uyarıcı bir uslûbla zikredilmektedir. Bu görev, sorumlulukları üstlenilen kişilerin ebedî olan ahiret hayatına hazırlanmalarını sağlamaktır. ” Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insan­lar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, iri gövdeli, sert tabiatlı, Allah’ın emirlerine karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.” Yani onları önlerindeki ateş çukurlarına düşürecek olan tuzaklardan koruması gerektiği bildirilerek, Cehennemin başında bekleyen ve verilen emirleri eksiksiz uygulayan meleklerin tavırları gözler önüne serilmektedir. Daha sonra da İman edenlerden, kalpten, içtenlikle tevbe etmeleri istenmekte ve ancak böyle tövbe etmekle Allah’ın bağışlamasının umulabileceği gerçeği dile getirilmektedir; ” Ey iman edenler! Allah’a nasuh (samimiyetle) tövbe edin. Belki Rabbiniz kötülüklerinizi siler. Peygamberi ve beraberindeki müminleri utandırmayacağı günde sizi altından ırmaklar akan cennetlere koyar.” Hz.Ömer’e (r.a.) Nasûh tevbe’nin ne olduğu sorulunca şöyle cevap verdi: “O, kişinin tevbe ettikten sonra, sütün memeye dönmediği gibi, bir daha günaha dönmemesidir. Nasuh tövbesi konusuyla ilgili Ulemâ şöyle der: Nasûh tevbe, şu üç şartı taşıyan tevbedir: Günahtan vazgeçmek, işlenen günaha pişman olmak ve bir daha ona dönmemeye azmetmek. İşlenen suçla, bir insanın hakkı yenmişse dördüncü bir şart ilave edilir. Bu da, hakların, sahiplerine geri verilmesidir. Umulur ki Allah size acır da günahlarınızı siler.

O halde,
Sadakallahulazim

“Meal Okumaları 66 – Tahrim Suresi” üzerine 2 yorum

  1. Allah razi olsun hersey icin! 🙂 kücük düzeltme: Tahrim suresi, 65 olacak. baslikta 55 yaziyor, herseyi gayet net aciklamassin Rize’ye ragmen 🙂 iyi tatiller dilerim selâm ile..

    Yanıtla

Yorum yapın