بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Mülk sûresi, Mekke’de inen sûrelerdendir. Bu sûrenin durumu, Mekke’de inen ve inanç konusunu ana hatları ile ele alan diğer sûrelerin durumu gibidir. Mushaftaki sıralamaya göre altmış yedinci, nüzûl sıralamasına göre yetmiş yedinci suredir. Adını ilk ayetinde geçen “mülk” kelimesinden almıştır. Bu surenin nüzul zamanı ile ilgili olarak, kesin bir rivayet bulunmamaktadır. Ancak surenin üslup ve muhtevasından, onun Mekke dönemininin başlarında nazil olan surelerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Şimdi konu dağılımına bakalım ve sonra da ayetleri yakından tanıyalım
1-5: Allah’ın yüceliği ve insanın idrakı
6-11: İnkar edenlerin yaşayacağı pişmanlık
12-22: Herşeyin Allah’ın emrinde olduğuna deliller
23-30: İnsanı düşünmeye ve şükretmeye sevk.
Bu mübarek sûre, surenin ilk hedefi açıklayarak başlar. Mülk ve saltanatın, Allah’ın elinde olduğunu:O’nun varlıkları kontrolü altında tuttuğunu anlatır. bütün boyunlar O’nun yüceliğine eğilir ve alınlar O’na yönelir. Bununla ilgili olarak 1.ayette ”Mutlak hükümranlık elinde olan Allah, yüceler yücesidir ve O’nun her şeye gücü yeter” buyuruluyor. Yani, O, dilediğini yapmaya muktedirdir ve yapabilmekten aciz olduğu hiçbir şey yoktur. Daha sonra 2.ayette şöyle buyuruluyor; ”Hanginizin daha güzel davranacağını imtihan için ölümü ve hayatı yaratan O’dur.” Yani, O, hanginizin daha hayırlı ameller yapacağını denemek maksadıyla ölümü ve hayatı yarattı. “Bu kısa cümle pekçok gerçeğe işaret etmektedir. Birincisi, ölüm ve hayat Allah’tandır. Ve hiç kimse bir başkasına hayat veremez, ölüm de getiremez. İkincisi, kendisine iyilik ve kötülük yapabilme kudreti verilen insanın yaradılışı maksatsız değildir, bilakis Allah onu imtihan etmek maksadıyla yaratmıştır. Bu hayat insana bir imtihan süresidir ve ölüm bu sürenin sona ermesi demektir. Üçüncüsü, Yaratıcı’nın bu süreyi (fırsatı) insana vermesinin nedeni, onun iyi mi, kötü mü olduğu dünyada fiilen ispatlansın diyedir. Dördüncüsü, hangi davranışın iyi, hangi davranışın kötü olduğunu belirtmek yetkisi ancak Yaratıcı’ya, yani imtihanı yapan Zat’ın indinde hangi amellerin makbul olduğunu bilmesi gerekir. Beşincisi, bu imtihanın kendiliğinden çıkan sonuca göre, herkes yaptığı davranışın karşılığını (ceza ve mükafat) mutlaka görecektir. Çünkü bu karşılık olmasaydı, bu imtihanın bir anlamı olmazdı.
Aslında arka arkaya her ayeti ele alma adetim yoktur fakat 3 ve 4.ayetteki yüze çarpmış öyle manidar ki, bunu da yazmadan geçmek olmaz diye yazıyorum; ” Birbiri ile âhenktar yedi göğü yaratan O’dur. Çok merhametli olan Allah’ın yaratmasında hiçbir uygunsuzluk göremezsin. Gözünü çevir bir bak, bir bozukluk görebiliyor musun? Sonra gözünü tekrar tekrar çevir. Göz, âciz ve bitkin halde sana dönecektir. ” Burada Allah Teâlâ, meydan okuyan bir üslup kullanıyor. Bu, konunun ciddiyetini vurgulamak içindir. Çünkü insan ne kadar anlamaya çalısırsa çalıssın, isterse ömrünü bu yolda harcasın ancak Allah’ın izin verdiği ölçüde yaratılanları anlayabilir. Subhanallah.
Surenin sıradaki konusunda İnkar etmenin, insanın öbür dünyada karşılaşmasına neden olduğu korkunç sonuçlar açıklanmıştır. Ayrıca Allah Teâlâ, bu sonuçtan sakınmaları için insanlara peygamberler gönderdiğini bildirmiştir. Bununla ilgili olarak 10 ve 11.ayette şöyle buyuruluyor; “Şayet sizler, şimdi gönderilen peygamberlerin söylediklerini dinleyip, ıslah olmazsanız, ahirette bu yüzden cezaya çarptırıldığınızda, bu cezayı hakettiğinizi bizzat kendiniz itiraf edeceksiniz.” Yani, “Keşke peygamberlerin davetine kulak verip, aklımızı kullansaydık da, bugün karşılaştığımız bu duruma düşmeseydik.” Burada dinlemek (kulak vermek), düşünmekten (aklı kullanmak) önce zikredilmiştir. (Yazılı bir şey olduğunda okumak, burada dinlemenin anlamdaşıdır.) Yani bir mesajdan istifade edebilmek için, birinci şart dinlemek, iyi niyetle yaklaşmaktır. Gerçek olup olmadığını anlamak için üzerinde düşünmek ise ikinci safhadır. Bu bakımdan Hz. Peygamber’in (s.a.) getirdiği öğreti olmaksızın, salt akılla bir insanın doğru ve hak yolu bulması imkansızdır. Buna karşılık olarak da 12.ayette ”Fakat daha görmeden Rablerinden (azabından) korkanlara gelince onlar için gerçekten hem bağışlanma hem de büyük mükâfaat vardır.” buyuruluyor. Yani Allah, yarattığı mahlukattan habersiz değildir. O sizlerin açıkladığınızı da gizlediğinizi de bilir, hatta niyetleriniz ve düşündüklerinizden de haberdardır. Bu bakımdan ahlâkın gerçek temeli, insanın Allah’ı görmediği halde, O’nun korkusuyla kötülükten sakınmasıdır. Dünyadaki beşerî güçler kendisini hesaba çekse de, çekmese de, yahut dünyada zarar görse de görmese de, sırf Allah korkusuyla kötülüklerden sakınan kimseler, ahirette kurtuluşa erecekler ve büyük mükafata hak kazanacaklardır.
Daha sonra insanın günlük hayatta karşılaştığı gerçekler üzerinde düşünmesi istenerek, şöyle buyurulmuştur: “Üzerinde serbestçe dolaştığınız ve kendisinden rızık elde ettiğiniz arzı bir düşünün! Arzı emrinize müsahhar kılan Allah’tır. Şayet bir zelzele meydana gelirse veyahut bir tufan koparsa, tümünüz helâk olursunuz. Bakın, kuşlar gökyüzünde nasıl uçmaktadırlar? Onlara gökyüzünde uçabilme şartlarını kim hazırlamıştır? Sizlere verdiğimiz onca imkan ve vasıtalar üzerinde bir düşünün! Şayet Allah sizlere azap gönderecek olsa, sizi ondan kim kurtarabilir veya Allah sizin rızık kapılarınızı kapatacak olsa, o kapıları kim açabilir? Tüm bu gerçekler, sizlere asıl hakikatı göstermiyor mu? Ancak sizler hayvanlar gibi bu gerçeklere bakıyor, ama ondan (hidayeti bulmanıza yarayacak) hiçbir sonuç çıkaramıyorsunuz. Çünkü sizler, Allah’ın size verdiği dinleme, görme ve düşünme yeteneklerini kullanmıyor ve bu yüzden hakikate ulaşamıyorsunuz. Yine bu kısımdaki arka arkaya gelen birkaç ayetten birinde ”Gökte olanın, sizi yere batırıvermeyeceğinden emin misiniz? ” buyuruluyor. Bu ayetle zihinlere yerleştirilmek istenen husus, şudur: “Yeryüzünde beka ve selametiniz Allah’ın lütfuna bağlıdır. Çünkü sizler dünyada kendi gücünüzle yaşamıyorsunuz. Hayatınızın her saniyesi Allah’ın elindedir ve O sizi yaşatmaktadır. Şayet O dilerse, bir işaretiyle zelzele getirir ve yeryüzü sizin için bir anne kucağı iken, kabriniz oluverir. Yine eğer tufan koparacak olursa, oturduğunuz yerler mahvolur.”
Bundan sonra gelen âyetlerde inkârcıları düşünce ve tefekküre sevketmek için, Allah Teâlâ’nın bir takım mucizeleri zikredilir. Ve onların da Allah’ı inkâr etmekle beraber, O’nun rızıklandırmasına muhtaç oldukları gerçeği vurgulanarak, varlıklarını Allah’a borçlu oldukları hatırlatılır. Hz. Peygamber’in (s.a) daveti sonucunda, Mekke’de Kureyş’ten hemen hemen her aileden bir kişi Müslüman olmuştu. Bu yüzden onlar da Hz. Peygamber’e (s.a.) beddua etmeye başlamışlar ve hatta sihre, kahinliğe müracat etmişlerdir. Bunun üzerine onlara 28.ayetteki ifadeyle “Ben ölsem de ölmesem de sizler için değişen hiçbir şey olmayacak ki? Sizler Allah’ın azabından nasıl kurtulacaksanız, onu bir düşünün!” denilmesi emredilmiştir. Son ayetlerde ise bütün bu apaçık deliller karşısında iman etmekten kaçınırlarsa, artık onlar için yapacak hiç bir şey olmadığı açıklanır. Ve Onlara söylenecek olan son sözü, Allah Teâlâ, peygamberine şöyle öğretir: “De ki; O, Rahman olan Allah’tır. Biz O’na iman ettik ve O’na güvendik. Yakında kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu bileceksiniz” Şu ifadenin güzelliğine bir bakın. Şu çılgınca düşmanlık besleyenlere karşı işleyen Rabbimizin rahmetine bir bakın. Merhameti bol olan Rabbimiz, onları, kâfirleri, düşmanlarını mat etmek, kahretmek, mağlup edip susturmak için din göndermiyor. Onları cehenneme doldurmak için din göndermiyor. Rabbimizin muradı onları helâk değil, onları hep kurtarmak için âyet gönderip sesleniyor. Bakın ifadeye: “De ki, O Rahmân’dır ve biz O’na iman ettik. O’na tevekkül ettik. O’na güvenip dayandık. Boyunlarımızdaki kulluk iplerini O’nun eline verdik. İradelerimizi O’na teslim ettik. O’nun seçimini kendimiz için seçim kabul ettik. Hayatımızı O’nun istediği gibi yaşamaya karar verdik. Yakında kimin sapık olduğunu asıl siz bileceksiniz.” Yani, biz Allah’a inanıyoruz, sizler inkar ediyorsunuz, biz O’na dayanıyoruz, sizler ise, kendi grup, imkan ve ilahlarınıza güveniyorsunuz. Bu yüzden Allah’ın rahmetine sadece biz layık olacağız, siz değil! Ne mutlu ki biz, bizim adımıza, bizim hayat programımız adına aldığı kararlar konusunda kendisine güvenebileceğimiz, yasalarına teslim olabileceğimiz, boyunlarımızdaki kulluk ipinin ucunu eline teslim edebileceğimiz ve çektiği yere gözü kapalı gidebileceğimiz bir tek varlığın rabbimiz olduğunu biliyoruz. İşte böyle Velî bildiğimiz Rabbimize hayatımızı düzenlemesi konusunda vekâletimizi veriyoruz. “Ya Rabbi! Beni yaratan sen olduğuna göre, benim sahibim sen olduğuna göre, beni en iyi tanıyan da sensin! Benim nasıl mutlu olacağımı, nasıl huzurlu olacağımı, nasıl bir hayat yaşarsam dengede olacağımı bilen de sensin. Öyleyse ben bu konuda vekâletimi sana veriyorum. Benim adıma, benim hayatıma ne karar alırsan ben onları aynen uygulayacağım ya Rabbi!” diyoruz. Yani inşallah dilimizle dediğimiz gibi kalbimizle de diyoruzdur. Bu yüzden son paragrafın dua niyetine geçmesini isteyerek veda ediyorum sizlere. İnşallah hayırlı bir bayram geçirirsiniz ve inşallah bayram kalablıkları, yoğunlukları, kırgınlıkları, mutlulukları size Allah’ı unutturmaz.
Dipnot olarak Mülk Suresi ile ilgili aktarılmış hadislerin çoğu sahihtir. Çünkü mana ve fazilet itibariyle bizim akledemeyeceğimiz kadar çok mükafatları vardır. Onu akşamları yatmadan önce okumak da, gündüzleri okumak da, yahut düzenli bir şekilde okumayı alışkanlık haline getirmek de müstehaptır. Sadece diğer surelerdeki gibi, dikkat edilmesi gereken şey; bir sayıyı belirleyip bir amaç uğruna okumamak. Biz okuyalım, mükafatı Rabbim ihtiyaca binaen verir inşallah.
Sadakallahulazim.