Meal okumaları 6 – En’am Suresi 

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم

En’âm; koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinslerini bir arada ifade eden bir kelimedir. Mushaftaki sıralamada 6, iniş sırasına göre 55. sûredir Ayetlerin çoğunluğunun bir hayvanın kurban sayılması için hangi özelliklere sahip olması ve ne şekilde kesilmesi gerektiğini anlatıyor olması bu ismi almasına sebep olmuş. Sure de165 ayet olmakla birlikte ayetlerin bütünüyle ilgili birkaç rivayet var. İbni Abbas tarafından rivayet edilen hadiste ‘’ Enam suresi bana toplu olarak indirildi’’ deniyor. O zaman Mekki bir sure olarak bildiğimiz bu surenin tamamının Mekke’de indiği bilgisine ulaşıyoruz. Ama bir taraftan da bazı kaynaklar 91,92,93 ve 151,152,153.ayetlerin Medine’de indirildiğini ispatlayacak hadisler paylaşıyor. Bu konu çok su kaldırır ama bu bizim işimize çok yaramaz diye araştırmadım. Nerede ne zaman indiğine değil ne dediğine önem verdiğimize göre hız kesmeye gerek yok. Ama tüm kaynaklarda yazan ve sahihliliği neredeyse herkes tarafından doğrulanmış bir hadis var ki, o da şu; ‘’Enam Suresini, Cebrail aleyhisselam 70 bin melek ile birlikte getirmiştir. ‘’ Bu herkes tarafından kabul görmüş bir hadis ve buradan anlamamız gereken şey surenin ne kadar ehemmiyetli olduğu. O halde bakalım bakalım neymiş bu sureyi ehemmiyetli kılan;

1-30: Allah’ın göklerin ve yeryüzünün hâkimi olduğu, âhiretin varlığı
31-60: Dünya hayatının geçiciliği, âhiret hayatının varlığı, gayb bilgisinin Allah’a ait olduğu
61-73:Allah’ın korumasının insanlığı kuşattığı
74-82: İbrahim as’ın iman noktasındaki düşünme muhâkemesi ve yaratıcıyı bulması
83-110: Değişik çağlardaki peygamberler; Kur’an’ın bir rahmet ve tasdik edici olduğu, tabiat olaylarının Allah’ın birer âyet ve işareti olduğu
111-129: Allah’a isyan edenlerin aldanmışlığı, sadece Allah’a güvenmek gerektiği
130-150: İyi ve kötü fiillerin dereceleri, batıl inanışlardan ve dinde aşırılıktan sakınmak gerektiği
151-165: Allah’ın emir ve yasaklarının hikmetleri, aklî ve ahlâkî temellere dayanması

Kuranda 5 sure vardır ki, bunlar Allah’a hamd ederek başlar. Bu surenin ilki Fatiha, ikincisi En’am, üçüncüsü Kehf, dördüncüsü Sebe, beşincisi ise Fatır Suresinde. Ama bu ayetlerinin hepsinin, Fatiha’da ki hamdın açıklaması olduğu söylenir. Yani birinci ayete bu gözle bakarsak, Hamd yalnızca Allahadır ayetinin devamı niteliğinde gibi bir şey oluyor. İkinci ayete geçince karşmıza Allah’ın insanı neyden yarattığından bahsetmeye başlamış. Bu surenin büyük bir kısmını kurbandan bahsetmesi ve diğer kısımlarında çok uzun olmamasına sığınarak biraz vaktinizi alacak ve yaratılış safhaları konusunu anlatacağım. Dileyenler sıradaki paragrafı hızla geçebilir, ben okunmadığında anlamı bozulmayacak şekilde yazacağım söz veriyorum.

 

Kuran’ı Kerimden öğrendiğimiz kadarıyla Adem as’ın yaratılış sıralaması şu şekilde;
1)Toprak safhası – Ali İmran 59 – Sabır, tevazu, alçakgönüllülük
2)Çamur safhası –  Secde 7 –  İffet, namus, maneviyat
3)Yapışkan çamur safhası – Saffat 11 – Sadakat, inatçılık
4) Havada kurutulmuş çamur safhası – Hicr 26 –  İktidarsızlık, döneklik, vefasızlık
5)Şekillenmiş balçık safhası – Hicr 28 – Bu safha kişiye göre şekil alır
6)Ateşte pişmiş çamur safhası – Rahman 14 – Kibir, gurur, kıskançlık

Yukarıda size insanın yaratılış safhasını kısa bir özet geçmiş oldum. Önce sıralamasını sonra delil ayetleri sonra da bu safhaların insana ne gibi özellikler kattığını öğrenmiş olduk. Şimdi bunu biraz açalım. İnsan topraktan yaratılır, toprağın farklı farklı çeşitleri vardır. Killi, kumlu, yumuşak, sert vs vs vs. Bu tabiat farklılıklarının aynısını insanlar üzerinde de zaten görüyoruz. Yine de toprak, sabrın ve tevazunun simgesidir. Allah insanı ilk böyle özelliklerin ham maddesiyle yaratmayı seçmiş. İsteseydi ateşi, isteseydi suyu kullanabilirdi. Ama o toprak gibi çiğnenen bir maddeden yarattı. Bunun yanında toprağının hareketsizliğinin insana tembellik verdiğini de söyleyenler bulunuyor. Sonra devreye su giriyor, su temizleyici olduğu kadar toprağa değmesiyle çamuru oluşturur. Bu yüzden çamur safhası insana iffeti verir. Sonra yapışkan çamur safhasında toprağın yapışkanlığı, birbirinden zorla ayrılması insanın inadını temsil eder. Tam bu sırada onu ayırması için hava devreye girer. Yapışkan çamur havada kurur ve insanın tüm iyi-kötü özellikleri ayrışır. Tam bu sırada şekillenmiş balçık safhası başlıyor, yani ortada kalan özelliklere şekil veriliyor. Her safhadan bir özellik aldık, kiminden fazla kiminden az. Tabi ki bunlar külli iradenin eser. Yani bu karakter belirleyici safhalarda bizim herhangi bir etkimiz olmuyor. Rabbim herkesi imtihanına göre o safhadan faydalandırıyor. Kimine toprağı bol veriyor, kimine suyu, kimini ateşte çok tutuyor, kimini eşitliyor. Ve herkes bu özellikleriyle imtihana tabi tutuluyor. Her neyse, artık son safha. İnsanın özellikleri ayrıştır, Rabbim bunu şekillendirdi ve artık pişecek ve tamam olacak. Pişmesi için devreye giren ateş unsuru insana kibiri gurur ve aldatıcılığı ekler. Yani çok kibirli insanların bu safhası daha ağır basmıştır diyebiliriz. Sonra bu çamur halimiz anne karnına bir nufte olarak gönderiliyor. Sonra Kuran’da geçen ismiyle mudğa denilen bir et parçası haline geliyor. Bu etin bir parçasını kemiğe çevirip, bir parçasını o kemiğe sarıyor. Sonra onu insan olarak meydana getiriyor. Tabi ki ben bunları kafamdan atmıyorum. Müminun Suresi 12-14 ayetlerinde bunlar anlatılıyor. Aslında buradan çıkarılması gereken bir ders var. Hiçbir önemi olmayan toprak, değersiz bir su, yapışkan bir pis çamur, yakıcı bir ateş ve tüm bunlara değen kocaman bir kudret. Ve ortaya çıkan eşsiz bir mucize. İşte enam suresinin 2.ayetinde de ‘’ Allah sizi bir çamurdan yarattı, sonra eceli takdir etti’’ diyerek bu duruma bir bakış açısı daha kazandırıyor. Bu duyduklarınızdan sonra Sureye nasıl adapte olacaksınız bilmiyorum ama benim devam etmem gerekiyor. 

Surenin 6-7-8.ayetlerinde Peygamberlerin neden melek değilde insan olduğuna değiniyor. Ama bu ayetler de konuyu özetler nitelikte olduğu için bu paragrafta da kısacık bir Peygamberler tarihi girişi yapmamız gerekiyor. Peygamberlerin insan olarak gönderilmesinin tek sebebi, yine insanların düşünülmüş olması. Allah yarın ahirette hiçbir insanın çıkıp da ‘’Peygamberler melekti onların nefsi yoktu, bu yüzden onlar bizi anlayamazlardı’’ desin istemiyor. Bu yüzden tüm peygamberleri aynı yaratılış safhalarından geçirip aynı nefisle imtihan ediyor. Peygamber Efendimiz’in dahi küçük zelleleri olmuştur. Zelle dediğimiz şey, küçük günah demektir. Ortada bir adaletsizlik olmasın diye insan olarak yaratılmaları ilk sebebimiz. İkinci sebebimiz Peygamberlerin sağlam birer örnek olmaları için, insanların çektiği yaşam zorluklarından ve yaşam mücadelelerinden geçmesi gerektiğine inanılması.  Eğer onlar birer melek olsaydı, bir hadise karşısında örnek görülmezlerdi. İbadetlerini melek oldukları için yapabildikleri, aynı şeyleri insanların yapamayacağı düşünülebilirdi. Bu konuda şüphe ve kuşku kalmaması için peygamberlerinde beşer olması gerekiyordu. Yani bu şekilde insanların melek olmamanın arkasına sığınmaları engellenmiş oldu. Böylece emir ve yasakları aynı peygamberler gibi yapmaları gerektiğini bileceklerdi, çünkü her ikisi de beşer olarak yaratılmıştı. Bu konuyu daha ayrıntılı okumak isterseniz; Tıktık!

Ayetler arasından uzun bir sıçrayış yaparak 11-16 ayetleri arasına geçiyorum. Bu ayetlerde Allah’ın zatına ve sıfatına övgüler karşımıza çıkıyor. Ama sanki bir Edebiyat eseri gibi, sanki bir şiir cümleleri gibi yazılması benim çok hoşuma gitti. Kuran’ın bu şekilde yazıldığına dair fikirler var ama ben Kuran’ın bambaşka bir ölçüsü olduğuna inanıyorum. Bu kısımın şiir gibi olduğu aşikar; Deki ile başlayan bu ayetler serisini buraya parça parça yazarak bütünlüğü bozamam ama en sevdiğimi yazıp devam edeyim; ‘’De ki; Gökleri ve yeri yaratan Allahtan başkasını mı dost edineceğim. De ki; Rabbime isyan edersem büyük bir günahın azabından korkarım. ‘’ Geçiyorum 17.ayete, burada ‘’ Eğer Allah sana bir keder dokundurursa onu Ondan başka açacak yoktur’’ diyor. Bu ayet bana Ali İmran surenin 160.ayetini hatırlattı. Orada da, eğer allah size yardım etmek isterse tüm dünya bir araya gelse buna engel olamaz ve eğer o başınıza bir musibet gelsin istiyorsa herkes size yardım etse yine de onu yaşarsınız gibi bir konudan bahsediyordu. Bunlar cidden sorumluluğu büyük tevekküller. Düşünsenize, başımıza bir iş geldiğinde ortalığa düşüp herkesden bize yardım etmesini bekliyoruz. Zaten bunların hepsi beşer, hepsi Allah’ın aciz kulları. Oysa biz asıl yaratıcıya sığınmayı, asıl dermanı ondan beklemeyi hep unutuyoruz. Bu ayeti okuduğumda boynumda bir muska vardı. Niye vardı diyeceksiniz anlatayım, birkaç ay evvel geceleri sürekli uykudan sıçrıyor ve gündüzleri herkesle kavga ediyordum.  Her neyse, babamın tanıdığı bir hocaya gidip kendimi okuttum ve bir nazar muskası ile gönderildim. O günden beri boynumdaydı. Ali İmran 160’ı okuyunca elim direk ona gitti, çıkarıp kenara koymak istedim. Çünkü o benim tevekkülümü engelliyordu. Sanki Allahtan gelecek olan musibeti bu mu engelleyecekti. Başıma gelen musibeti sanki insanlar mı yapıyordu, ona da izin veren Allahtı. Ve ayet diyordu ki, tüm dünya bir araya gelse bu yine sizi bulur o zaman yine bulacaktı. Ama neden bilmem o ayette çıkarmadım. Tekrar boynumda kaldığı her gün her aynada gördüğümde sorguladım. Her seferinde içinde yazan duaları boynumda değil dilimde taşımalıyım cevabıyla karşılaştım. Hoca işi, muska işi zaten çok sıkıntılı bir konuyken neden yahut nasıl bir halde bunu boynuma geçirmiştim bunu düşündüm. Sonra bugün o ayeti tekrar hatırlayıp ‘’Allah’ım beni koruyan bu muska değil sensin, beni musibete uğratacak da muhafaza edecek olan da sensin. Ben bunu çıkarıp sana sığınıyorum. Ben beşerleri terkedip dermanı sende arıyorum. Yardımını üzerimden çekme’’ duasıyla bir tören yapar edasıyla muskayı boynumdan çıkarıp bir köşeye kaldırdım. Bu da ayetin üzerimdeki tecellisi olmuş olsun. Hani okuduğunuz ayetleri hayatınıza uygulayın diyorlar ya, bence böyle ufak tefek şeylerden bahsediyorlar. Yalnız ilk 20 ayet bitmeden 4 sayfa bitirdik. Bundan sonra azıcık kısa geçmem gerek galiba.

Hemen 19-32 arasındaki ayetlere bakalım. Bu ayetlerde Allah’a şirk koşanlar ve onu inkar edenler anlatılıyor. Onlar için inen 25.ayette müşrik ve münafıkın tanımı veriliyor. Müşrik, tamamen inkar edenler. Münafık ise müslüman görünüp kalpleriyle iman etmeyenlere denir. Bu iki grup için 27 ve 28 ayette çok vahim bir betimleme yapılmış ; ‘’ Onlar ateşin başında durduklarında ‘Ah ne olurdu geri gönderilsek, rabbimizin ayetlerini inkar etmeyip mümin olsak’ derler. Hayır! Geri gönderilseler mutlaka o kötülüklere döneceklerdi. Çünkü onlar gerçekten yalancıdırlar.’’ Sonra benim çok etkilendiğim ve hepimizin kendiniz sorgulaması gereken bir cümle olarak, 31.ayet ‘’ Eyvah! Dünyada yaptığımız kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize. Bak onlar ne kötü yükler’’ Bu ayet müşrikler için anlatılan bir konunun devamında gelse de, hepimizin ders çıkarması gerekir diye düşünüyorum ben. Çünkü arkasından gelen ayet tüm insanlar için söyleniyor ‘’Dünya hayatı bir oyundan, bir oyalanmadan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu da Allahtan korkanlar için daha hayırlıdır. Hala akıllanmayacak mısınız?’’

Atlayarak 40.ayete geçiyorum çünkü burada çok güzel bir sığınma beklentisi var; ‘’ De ki; Kendinizi bir düşünür müsünüz? Allah’ın azabı size gelse Allahtan başkasına mı dua edersiniz? Doğrusu yalnız O’na dua edersiniz. O dilerse feryada geldiğiniz belayı kaldırır ve O’an şirk koştuklarınızı unutursunuz’’ Bu ayet müşrikler için indirilmiş olduğu için bu şekilde sert bir üslup kullanılmış. Ama üslup sert bile olsa  ‘’Ey iman edenler, tövbe edin’’ demesiyle aynı anlama çıkabilecek bir ayet. Ben şuraya kadar okuduğumuz dokuz yüz küsür ayette şunu çok açık gördüm ki, Allah her kulunun bir gün ona döneceğini bilse de kendi istekleriyle kendi kalpleriyle bulmalarını istiyor. Evet bu surede gördüğümüz ayetler Allah’ın bunu nasip etmesiyle alakalı olduğunu düşündürüyor ama külli iradenin yanında cüzi iradenin de etkili olduğu konular bunlar. Ov, şimdi bir de Akaid dersine girmeyelim yoksa işin içinden çıkamam. Ama bu konuyla ilgili bir tefsir sayfasında şöyle bir cümle var idi hemen alıntı yapayım; ‘’ İnsanlar çeşitli sıkıntılara mâruz kalmakla birlikte, yine Allah’ın mümkün kıldığı bazı tedbirlere, yarattığı bazı çarelere başvurarak bu sıkıntılardan kurtulabilmektedirler. Ancak Allah’ın, tedbir ve çarelerini yaratmadığı, giderme imkânlarını yalnız kendisinde saklı tuttuğu belâ ve musibetler de vardır ki, insan­lar böyle durumlarla karşılaştıklarında genellikle, inançlısıyla inançsızıyla, kurtu­luş için yalnız Allah’a yalvarır’’

Geliyorum peygamberlerini inkar eden kavimlerin durumlarının anlatıldıkları ayetlere ve bunların en ağırı hiç şüphesiz 46.ayet; ‘’Söyleyin bakalım, eğer Allah kulaklarınızı gözlerinizi alır da kalplerinize mühür vurursa, Allahtan başka onları size getirip verecek kimdir? Bak biz ayetleri onlara nasıl açıklıyoruz da, onlar nasıl yüz çeviriyorlar!’’ Şu birkaç cümle okurken bile içime kara kara bulutlar verdi. Bir de onlardan olsaydım fikri giriyor bazen aklıma, Allah’ım diyorum nasıl şükür edebilirim müslüman olarak yaratıldığıma. Bu gerçekten şükür üstüne şükür gerektiren bir durum. Çünkü ben biliyorum ki eğer bir hristiyan yahut yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelseydim, dünyanın aldatıcı nimetlerinden faydalanmaktan islamı bulamayabilirdim. Ben gerçekten bu konuda ne nefsime ne kendime güvenmiyorum. Çünkü benim cidden, boyumu aşan, içimden taşan, başımı ağırtan, gönlümü yoran bir nefsim var. Sizinki sizi ne kadar zorluyor bilmem ama bazen bir namaza kalkarken, bazen bir abdeste niyet ederken bazen bir iyiliğin hemen arkasından içime düşen kötü her düşünce benim esaslı bir imtihana girmeme sebep oluyor. Bu ufacık şeylerde bile bu kadar aciz kalırken, müslümanlığı bulabilir miydim? Hiç sanmıyorum. Bu yüzden elhamdulillah!

İşte bu surenin en güzel ayetine geldi sıra; ‘’ Rableri huzurunda toplanacaklardan korkanları Kuranla uyar.’’ 51.ayetin devamı da var elbet. Ama burası o kadar güzel ki ben devamını yazarak etkisini kaybettirmek istemedim. Kuranla uyar demek ne demek? Bu aslında içinde birçok emir barındırıyor. Kuranı öğren, Kuranı anla, Kuranı anlat, Kuranı yaşat, Kuranla uyar.  Yani aslında birinci tekil şahısdan başlayıp, üçüncü çoğul şahısa kadar sürüp giden bir zincir bu. Peki sen bu zincirin neresindesin. Ben bu zincirin neresindeyim. Bazen nasıl oluyor biliyor musunuz, yapmakta çok zorlandığım bir şeyi size önerdiğimi hatırlıyorum. Sonra ikiyüzlü olmanın alametlerini. Sonra hayır ben iki yüzlü değilim diyerek o şeyleri yaparken buluyorum kendimi. Tanımadığım, görmediğim hatta bilmediğim şu satırı okuyan herkesden bir güzellik bulaşıyor hayatıma. Yani asıl Allah asıl sizden razı olsun, size yazdıklarım sayesinde ‘’Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla’’ atasözüne yeni bir soluk getiriyorum. Arkadaşlar size söylüyorum, Gönül sen uygula! 🙂

Şimdi yeni bir konuya geçiyoruz. Allah’ın insanları koruması mevzusu. 63-63.ayette; ‘’ Sizi karanın ve denizin karanlıklarından kim kurtarır. O esnada sizler Ona gizli gizli yalvararak ‘yemin olsun buradan kurtulursak şükredenlerden oluruz’ diye dua edersiniz. De ki; Sizi odan ve diğer her sıkıntıdan Allah kurtarır ama siz yine ona ortak koşarsınız’’ Bu iki âyet insanoğlunun önemli bir zaafına işaret etmektedir: İnsanlar ço­ğunlukla sağlık, güvenlik, bolluk ve rahatlık gibi imkânlar içinde yaşarken; özel­likle ihtiraslarının, hevâ ve heveslerinin peşinde koşarken manevî hayatlarını, ha­lika ve mahlûka karşı ödevlerini ihmal eder, bunları düşünmek istemezler. Açık­tan veya dolaylı bir şekilde Allah’ın varlığını ve birliğini inkâr veya göz ardı ede­rek başka nesnelere ya da insanlara tapar yahut taparcasına bağlanır, boyun eğer­ler; yalnız Allah’tan beklemeleri gereken şeyleri fânilerden bekler; onları önder, rehber, hatta rab edinirler. Buna karşılık, genellikle Allah’tan başkasının gidere­meyeceği türlü felâketlerin insanlar üzerinde bir uyancılık ve onları kendine getir­me, sağlıklı düşünmelerini, değerlendirme yapmalarını ve sonuçta Allah’ı hatırla­yıp O’na yönelmelerini sağlama gibi olumlu tesirleri sayesinde insanlar Allah’a yönelip kurtuluş için O’na yalvarır, hatta bundan böyle iyi birer kul olarak ödev­lerini yerine getireceklerine söz verirler. Geçmişte ve günümüzde felâket anların­da Allah’ı anıp O’na sığınmayan pek az insan vardır. Ancak, birçok insan, sıkın­tıdan kurtulup da her şey tekrar yoluna girince yeniden eski yanlış ve isyankâr tu­tumlarına döner. Söz konusu âyetler insanları bu zaafları hususunda uyarmakta,kendilerini dert ve kederlerden kurtaranın Allah olduğunu, dolayısıyla zor zaman­larda olduğu gibi rahata kavuştuklarında da O’nu tanımaları, O’ndan yüz çevirme­meleri gerektiğini hatırlatmaktadır.  Sonra 68.ayette güzel bir hatırlatma var, insanın hata yapabilme ihtimali göz önünde bulundurularak yapılmış bir hatırlatma ‘’ Eğer şeytan sana bildiklerini unutturursa, hatırladıktan sonra hemen kalk ‘’ Bu ayetle müşrikler ile olan bir olayla ilgili ama bu ayetin bu kısmını da günümüze uyarlamak gayet yerinde olur. Çünkü günlük telaşlar ve zihin doluluğu yüzünden birçok şeyi unutuyoruz ve bir anda kendimizi günahın ortasında buluyoruz. Olur bir dedikodu ortamı olur, olur bir haramın içinde olur, olur namazı geçiriyorken olur. Bir sürü yolu var bunun. İşte tam bu sırada hatırlayıp; susun dedikodu haram, durun bunu yapamayız, kalkayım hemen namaz geçiyor diyebilirseniz hop işte siz kazandınız! 🙂

Şimdi 74 ayetle yeni bir konuya ve İbrahim as’ın Rabbini kendi düşünerek bulması kıssasına giriyoruz. Bu en özendiğim olaylardan biridir. Keşke benim de aklım ve kalbim onu kendi kendime bulacak bir kudrete sahip olsaydı. Az önce dedim ya, benim nefsim hepsinin çalışmasını engelleyecek kadar kuvvetli.  Her neyse, konuya dönelim yani İbrahim as.’a ; Milâttan önce 2100lerde yaşadığı kabul edilen ve Allah’ın birliği esa­sına dayalı (Hanîf) dinî geleneğin önderi olarak bilinen Hz. İbrahim’in mensubu bulunduğu Keldânîler’in dinleri Sâbiîlik idi. Bunlar ay, güneş ve yıldızlarla bu gök cisimlerini sembolize eden putlara taparlardı. Hz. İbrahim’in doğum yeri olan Ur şehrinde yapılan kazılar sonucu bulunan tabletlerde 5000 civarında tanrı ismi geçmektedir. İbrahim aleyhisselâm, muhtemelen kendisi bu gözlemlere girişme­den önce de tevhid ehlinden olmakla birlikte, kavminin bu bâtıl inançlarından ha­reket ederek onları tevhid akidesine İkna etmek düşüncesiyle önce, belki de yıldız­lar içinde en parlak olan birinin, sonra ayın ve ardından da güneşin tanrı olup ola­mayacağını araştırmış; gelip geçici ve değişken bîr varlığın tann olamayacağı, tan­rısal bir sevgiyle benimsenemeyeceği şeklindeki temel gerçeğe dayanarak bunla­rın hiçbirini ilâh diye kabul etmenin mümkün olmadığını, bütün noksan sıfatlar­dan münezzeh olan Allah’tan başka gerçek ilâh bulunmadığını ispatlamış; nihayet sahip olduğu veya gözlemlerinden sonra ulaştığı yakînî imanı “Ben, Hanîf olarak yüzümü (bütün varlığımla), gökleri ve yeri yoktan yaratan (dolayısıyla sizin tap­makta olduğunuz yıldızlan, ayı ve güneşi de yaratan) Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim” ifadesiyle ortaya koymuştur. Böylece Hz. İbrahim pek çok müslüman ilim ve Fikir adamının Allah’ın varlık ve birliğini aklî delillerle ispat et­mek bakımından önemle üzerinde durdukları, gözleme dayalı bu istidlali ile hem putperest kavminin inançlarını çürütmüş hem de hak dinin en temel ilkesi olan doğru bir ulûhiyyet İnancının nasıl olması gerektiğini göstermiş bulunmaktadır. Bu konu 74-81 ayetleri arasında o kadar güzel anlatılıyor ki, ben hiç düzenini bozmayayım siz ona bir daha bakın bence 🙂

Arkasından gelen ayetlerde birçok peygamber ismi sayıyor. Hatta bu sıralama isimler birçok yerde karşımıza çıkıyor. Kuran okuyanlar bilirler ki, bu ayetler geldiğinde böyle sanki fatiha suresini okuyormuş gibi ezberden okunacak bir silsile bu isimler. Yani benim için öyle, kuran derslerinde tıntıntın okuduğum bir sayfa da İbrahim ismini gördükten hemen sonra arkaya İshak, Yakub, Nuh, Süleyman, Eyyüb, Yusuf, Musa ve Harun’u eklerim. Huyum kurusun! Nerede bir haşeralık yine oradayım. Her neyse, 84.ayetin tefsirine bakalım bi ne diyor. Ayetleri siz okuyun ben burada açıklamasını yazayım. Bu 5 ayetlik kısımın özetin de diyor ki; Biz İbrahim Aleyhisselâm’a peygamberlik ve risâlet verdik, Allah’ın birliğini isbat için kendisini delillere muvaffak kıldık, bu suretle onu yüksek derecelere erdirdik. Hz. İbrahim’e diğer bir nîmet, ve ilâhî bir lütuf olmak üzere de oğlu (Ishak’ı) bir Peygamber olarak ihsan ettik ve Ishak’ın oğlu, kendisinin torunu olan (Yakub’u) da  ihsan ettik onun zürriyetinden de böyle seçkin Peygamberler dünyaya getirdik. Daha evvel de Hz. İbrahim’den önce de onun büyük dedesi olan Nuh’u ve Hz. Nuh’un neslinden Davud’u ve onun oğlu Süleyman’ı ve Hz. İsmail’in torunu Eyüb’ü ve Yakup Aleyhisselâm’ın oğlu olan Yusuf’u ve Yakup Aleyhisselâm’ın torunu Musa’yı ve onun kendisinden bir yaş büyük olan kardeşi Harun’u da peygamberlik şerefine kavuşturarak  hidâyete erdirmiştik. ‘’ Kuranda okuduğunuz ayetlerde isimler arka arkaya verilmiş, kim kimin neyi kim kimin soyundan yazmıyor. Ama yukarıdaki şekilde okuduğunuzda her şey ne kadar da açık. Aslında anlatılmak istenen şey örnek peygamberler vermek değil. Burada İbrahim as’ın bu yüceltici hareketini yüceltici bir hediye ile anlatmak, ona peygamberlerden oluşan bir nesil nasip ettiğini göstermek.

Geliyorum 94.ayete, bu ayet kıyamet anını anlatıyor ve direk buraya ayeti yazıyorum; Bugün sizi ilk defa yarattığımızdaki gibi huzurumuza geldiniz. Size verdiğimiz herşeyi arkanızda bıraktınız. Hani yaratılışınızda Allah’ın ortakları olduğunu zannettiğiniz şefaatçilerinizi yanınızda görmüyoruz? Aranızdaki bütün bağlar kesilmiş, güvendiklerinizin hepsi de sizi yüzüstü bırakıp kaybolmuş’’ Ayetin içinizde oluşturduğu ürpertiyi daima dipdiri tutun. Çünkü buna ihtiyacımız olacak.

Sıradaki ayetlerde ayın güneşin ve diğer yaratılanların dünya üzerindeki sistemli çalışmasını ve görevlerini anlatıyor. Tabi bunu bir de Kuran diliyle okumanızı şiddetle tavsiye ediyorum. ‘’ Geceyi dinlendirmek için Güneş’i, hesaplamayı yapmak için Ay’ı, Kara ve denizin karanlıklarında yolunuzu bulun diye Yıldızları yarattı. Gökten suyu indirip, her bitkiden yeşillik, ondan birbiri üzerine biriken tomurcuklar, salkımlar çıkardı.’’ Bu ayetlerdeki naifliği hangi fen kitabında gördük acaba? Fotosentes nereeee, geceyi dinlendiren Rabbim nereee?

100.ayette ilk defa karşımıza Cin kelimesi çıktı. Cin dedim ama yani çarpılmayız korkmayın. Bir kere zaten cin’e üç harfli demek kafası kime ait çok merak ediyorum. Bizim dinimiz Kuran’daki sureye bu ismi vermiş biz deyince günah işledik sanıyoruz. Valla hala yazdığıma göre beni ziyarete gelmediler ama yine de siz bilirsiniz tabi. Tamam dalga geçmiyorum ama cinler muhabbetine cin suresinde girerim olmaz mı. Çok eğlenceli bir sure olacak şimdiden söz veriyorum. Burada sadece cinlerden bazılarının iman etmediğini görüyoruz. Cinlerden de allaha ortak koşanlar olmuşlar. Bunun bilgisi veriliyor.

Şimdi benim en çok aklımı kurcalayan ayete geliyoruz; ‘’ Allah dileseydi, onlar müşrik olmazlardı. Biz seni onlara bekçi yapmadık, sen onlara vekil de değilsin’’  Sonra araştırınca öğrendim ki bu Peygamberimizin müşrikler için çok üzüldüğü bir dönemde onu rahatlatmak için indirilmiş. Efendimiz müşrikler iman etmiyorlar diye o kadar üzülüyormuş ki, yaptıkları işkenceler hiç gözüne gelmiyormuş. Ona yapılan kötülükleri görmezden gelip sürekli onların başına gelen felaketler için üzülüp onlar için yine dua ediyormuş, en sonunda Allah efendimize bildirmiş ‘’ Ey Muhammed! Sen Rabb’inden sana vahyedilene uy. O’ndan başka ilâh yok, O’na bak, ve müşriklerden yüz çevir, ne derlerse desinler bakma. Allah dileseydi onlar da müşrik olmazlardı, imanı isteklerine bırakmaz, ortak koşmaktan korur, zorla mümin yapardı. Mademki müşriktirler, demek ki Allah imanlarını dilememiş ve onları şirkten ve şirkin gereklerinden korumamıştır. Biz seni onların üzerine bekçi de tayin etmedik. Şu halde ne onları ortak koşmaktan, ne başlarına gelecek felaketten koruyabilirsin, ne de bundan dolayı sorumlu olursun. Ve sen onlar üzerine vekil de değilsin. Onlar tarafından vekil değilsin ki, iyilik veya kötülüklerine, işleri idare etmek için onlara bakasın. Allah’ın vekili de değilsin ki, şirklerinden dolayı üzerlerine çullanıp Allah’ın onlara yapacağı azarlama ve cezayı veya düzeltmeleri yapmak yetkisini taşıyasın. Kısaca sen ancak Allah’ın emirlerini ve hükümlerini tebliğ ve haber vermekle yükümlü bir elçisin. Bunun için Rabb’ından sana ne vahyedilirse ona uy ve Allah’a ortak koşanlara bakma.’’

Haydi toplanın bizim küçük cehennemimizden bahsediyorum şimdi size. YEDİKLERİMİZ! 119.ayette yediklerimizden bile hesaba çekileceğimizi yazıyor desem ne dersiniz? Vallah ben demiyorum Allah diyor, ahan da ayet; ‘’ Allah yemek zorunda kaldıklarınızın dışında üzerinize neleri haram kıldığını tek tek açıklamışken, üzerlerinde Allah adı anılmış olanlardan niçin yemeyesiniz? Şüphesiz birçokları bildiklerinden değil, keyiflerine uyarak insanları doğru yoldan saptırıyorlar. Rabbin sınırları aşanları çok iyi bilir’’ Şimdi ayetin tefsirini bir ara incelersiniz ama ben günümüz için çıkarımlar kısmına değinicem. Allah’ın adı anılarak kesilenleri yememiz gereken kısımda, besmele ile allah adı ile kesilen kurbanlardan bahsediyor. Kısaca bu şekilde kesildiğinden emin olmadığımız yemekleri yiyemeyiz arkadaşlar. Bugüne kadar ki yazılardan üç aşağı beş yukarı değindik ama durumun bu kadar kesin olduğunu ben bilmiyordum. Yani sokakta acıkırsak edersek, salata falan yiyeceğiz yapcak bir şey yok. Tavuk ve et yemiyoruz çünkü bunlar kesiminde Allah adı gerektiren yiyecekler. Yani elimizden gelse salata falan da yemeyelim çünkü abdestli yapılıyor mu bilmiyoruz derdim de, diyemiyorum. Çünkü ben yapmayacağım şeyi size nasıl söyleyeyim. Abdest hassas bir konu ama malesef dikkat edemiyoruz. Bari allah adı ile kesilmeyen hayvanlar kısmına dikkat edelim. Misal mc donalds, burger zaten Allah adı ile kesmiyordur ama diğerlerini de araştırın. Genel isimler olarak Hacıoğlu, Ramiz köfteci, İkbal et, Hd İskender vs vs bunlar hep sorgulanmalı.

Geldik konuya ismini veren hayvanlara. Bu hayvanların kesilebilir olmasındaki özellikleri uzun uzun anlatmış ama biz kurban konusunu fıkıh da henüz tam işlemediğimiz için size de anlatacak çok şeyim yok. Tefsir linki ise o kadar kalabalık ki, hangi ayeti kessem buraya size açıklasam şaşırdım.İyisi mi siz o konuya toplu gidin bakın. Genel özet olarak da şunu söyleyeyim, Allah kurbanı dişi yahut erkek hayvan diye ayırmıyor. Her ikisi de kesilebilir. Yalnız bunların yaşları dolmuş olmalı, dişi hamile olmamalı. Eğer hayvan kendiliğinden ölmüş ise bu da haramdır, bu domuz ile birlikte anılan bir nokta.  Bu konu için kısa bir bilgi almak isterseniz Tıktık!

Geldik 148.ayete, burada ki ifade beni çok üzdü biliyor musunuz. Şey diyor; ‘’ Müşrikler diyecekler ki ‘Allah isteysedi biz ne ona ortak koşardık, ne de atalarımız ortak koşardı, hiçbir şeyi de haram kılmazdık’’ Sonra benim aklımdaki sorulan cevaplanmıyor, üzgünlüğüm artıyor, çünkü 149.ayette de diyor ki; ‘O dileseydi hepinizi hidayete erdirirdi’’ Yani aslında Allah müşriklerin iman etmesini istememiş olabilir mi? En baştan beri mi istemedi? Hiç mi nasip etmedi? Yani ne bileyim bir anda aklıma bu sorulan geldi. Sonra bunların şeytandan olduğunu anladım, çünkü bu sure 55.sure olarak indirilmiş. Ve bu zamana kadar müşriklere o kadar çok mucize sunulmuş, o kadar çok fırsat verilmiş ki. Onlar ise her bir öncekinden daha azgın bir kavim olmaktan başka hiçbir şey yapmamışlar. Allah en sonunda onları sonsuz bir azap ile cezalandırmış. Atalarını da nesillerini de bu şekilde devam ettirmiş. Ama Allah’ın merhameti merhameti deyip duruyoruz ya hani, sakın ondan ümidinizi kesmeyin. Bırakın kafirler kessin ama siz kesmeyin, çünkü Kuran’ın son inen suresinde bile hala tövbe edenlerin affedileceğinin garantisi veriliyor.

Surenin 151. ayetinde Rabbimizin bizim için haram kıldıklarını apaçık bir şekilde sıralamış. Sıralama şu şekilde; Allaha ortak koşmayın, ana babanıza iyilik edin, yoksulluk korkusuyla çocukları öldürmeyin, kimseyi öldürmeyin, yetim malına yaklaşmayın, ölçüde adaletli olun, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyin, adil olun. 3 ayet boyunca verdiği emirler bu şekilde. Ve burada değinmek istediğim şey ‘’yoksulluk korkusuyla çocukları öldürmeyin’’ buna çocuk aldırmak konusunun açıklaması dersem abartmış olmam galiba? Fakirlikten ve rızık endişesinden çocuk aldıran bir sürü kişi tanıdım, tanıdığıma da fazlasıyla utanıyorum ama bu onların imtihanı. Bunun, bir cana kıymak, kasten öldürmekten farkı yok. Ve bunun azabının cehennemde olacağı açıklanmıştı.

Günümüzde çok dilde dolaşan bir ayet daha geldi karşımıza ‘’ Şüphesiz ki dinlerini parça parça edip, gruplara ayıranlar var ya senin onlarla hiçbir alakan yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır.’’ Şimdi bu ayet, cemaat ve mezhep konusunu yok sayan bir ayet olarak açıklanıyor ama müfessirler bu parçalayanların hristiyanlar ve yahudiler olduğunu bildirmiş. Yani üstüne çok pazarlık yapmamak lazım. İnşallah cemaatlerimiz bizi Allah’a yaklaştırıyordur diyeyim de, ortamın kötü havası dağılsın. 🙂

O halde bu sureyi de böylece bitirmiş olalım
Sadakallahulazim.

“Meal okumaları 6 – En’am Suresi ” üzerine 7 yorum

  1. Allah razı olsun, dilinize, zihninize sağlık ve bereket versin ki biz de faydalanmaya devam edelim. Üslubunuz ayrı güzel, maaşallah. Selam ve sevgi ile.

    Yanıtla
  2. Üzerine Allah adı anılmayan hayvanlar konusunda tefsir dersimizde şöyle bir şey işlemiştik bunu da buraya eklemek istiyorum. Bir kimse (veya herhangi bir kasap) kasten Allahın adını zikretmemişse bu hayvanın eti yenmez ama herhangi bir kasıt olmadan Allah demeyi unutursa bunda herhangi bir sorun yoktur yenilebilir demişti hocamız. Yeterki kesilen hayvan herhangi bir putun,ilahın veya şahsın adına kesilmesin yeter:)

    Yanıtla
  3. Allah ebeden razi olsun güzel kardeşim. .Seni tanıyınca meal hatmine başlayınca ne güzel dedim Asr süresini hayatına geçirmiş o süreyle muhattap olup bizlere ne güzel tavsiyeler de bulunmaya çalışan bir kardeşim…iki çocuk annesi olarak evin koşturmacasindan kaçıp hergün bu programa uymaya çalışarak ruhumu aklımı beslemeye çalışıyorum ama tefsirleri malesef güne gün okuyamiyorum.Ama kesinlikle tamamlamaya çalışıyorum ..Rabbim senin gibi kardeslerimin sayısını arttırsin çok çok teşekkürler

    Yanıtla

Yorum yapın