Meal okumaları 7 – A’raf Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

Farkındaysanız artık şeytan kararlılığımızı görüp bizimle daha çok uğraşmaya başladı. Bir yandan da güneş yüzünü gösterip bizi sokaklara dökmeye çalışıyor. Genel olarak bakınca ikisi de başarısız ama daha spesifik bakarsak ikisi de başarılı oluyor. Mesela ben hafta içinde ders çalışacağım diye Araf Suresinin hepsini iki saate yakın bir sürede okuyarak kenara kaldırdım. Sonra da 3 gün meal yüzü açmadım. Oysa benim isteğim hızlıca bitirmek değil, her gün az da olsa Allah kelamı anmaktı. Çünkü biliyorum ki, Efendimiz hadisinde ibadetin çok değil sürekli olanı makbul diyor. Günde 100 rekat nafile kılmayın, her gün 2 rekat kılın ama hiç bırakmayın diyor. Şimdi bunu öğütleyen peygamberin, dünyalık dersine vakit ayırmak için meali bir çırpıda okuyan ümmetinden bir kız olarak bu yazıyı yazmalı mıyım bilmiyorum. Aslında biliyorum, yazmalıyım. Bu bir şeytan vesvesesi olabilir ve ben bu oyuna gelmemeliyim. Çünkü her ne kadar meal okumasam da o 3 gün namazlarımı kıldım, her namazda onlarca sure okudum, her namaz sonrası tesbihlerimde rabbimi andım, Cuma günü salavatlarımı çektim. Yani aslında Allah adı anmadım değil, sadece kendimce belirlediğim bir düzeni bozdum. Buraya kadar okurken, benimle birlikte bana kızdınız ve sonra benimle birlikte bana hak verdiniz. Teşekkür ederim, çok iyisiniz. Ama dikkatini çekmek istediğim şey bu değil, asıl konu etmeye çalıştığım şey şeytanın beni nasıl oynatmaya çalıştığı. Düşünsenize başta kendimi bu yazıyı yazmaya hakkı olmayan bir insan olarak görsem, sonra bu yazıyı yazmasam, sonra meali okumayı bıraksam, sonra arkamdan gelen onlarca insanı yarı yolda bıraksam, sonra onlar da okumayı bıraksa, sonra sonra sonra sonra. Yemin ediyorum, helak olmam için yeter de artar bunların yükü. İlk satırları yazarken Şeytan’ın üzerimde yine bir oyunu vardı. İslam’ın ilk düsturunun tövbe kapısının daima açık olduğunu bana unutturdu. Bir şekilde vicdanıma oynayıp utanç duygumu saçma sapan bir şekilde kullanmaya çalıştı. Kulun Rabbinden utanması gereken an, üç gün meal okumayı bırakması olmaz. Asıl utanması gereken an Rabbine karşı şeytanın tarafına geçecek oyunlara kanması olur! Nasıl anlayacağız bu oyunları, nasıl göreceğiz gerçekleri. Çünkü baktığınızda iki durumda mantıklı geldi dimi? İnanın ben de bilmiyorum, sadece Kurandan öğrendiğim şeylere sığınıyorum. Ne zaman şeytan benimle utan bak şu ibadetini yapmadın diyerek uğraşsa, Rabbim en merhametli diyor ve yine Rabbine sığınanlardan oluyorum. Bakın siz siz olun, ne olursa olsun, ne yaşarsanız yaşayın, ne kadar uzun sürmüş olursa olsun, ölüm sizi gelip bulana dek hiçbir an geç değildir. Her sorundan her kötülükten sonra Rabbinize sığının. Kalbinizi en güzel saracak olan odur. Tövbenizi en hızlı kabul edecek olan odur. Size karşı en merhametli olacak olan odur.  Neden mi şimdi bunları anlattım? Haydi o zaman sureye başlayalım da görün neden yaptım;

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Araf Suresi, Mekke’de inen surelerin en uzunudur ve Kur’an’daki uzun sûrelerin de ikincisidir. Bu sebeple “tıvâl-i seb’” (yedi uzun sûre) arasında gösterilir. Ayrıca En’âm süresiyle birlikte “iki uzun sûre” diye de anılır. Araf’ın anlamı dilimizde olduğu gibi, A’râf’ta yani cennet ve cehennem arasındaki yüksek bir yerdir. Bu sureye, burada bulunan insanlardan bahsedildiği için Araf adı verilmiştir. İniş sıralamasına baktığımızda 39.sure olarak inmiş bu sure, biraz En’am suresinin devamı niteliğindedir. Surenin genel olarak konusu ‘’İlahi Çağrı’’ olarak bilinir.  Ayrıntılara bakmak için de önce konu dağılımı yazacağım ama şunu belirtmek istiyorum; Bu sure uzun olmasının yanı sıra içerik olan çok fazla olaydan bahsediyor. Bu yüzden konu dağılımını ayrıntılı yazıp içeriklere daha çok link vererek değinmek istiyorum. Özellikle o kadar çok kavim adı geçecek ki, karıştırmamak için hepsini maddelemek niyetindeyim, inşallah Rabbimin yardımıyla hepimizin kolaylıkla anlayacağı bir şekilde yazmaya çalışacağım. Demem o ki, bu sefer konuları okumadan içeriğe geçmeyim. Konu dağılımı surenin özeti niteliğinde;

1-10: Bu bölümde; bütün insanlar, Hz. Muhammed (s.a) vasıtasıyla, kendilerine gönderilmiş olan Mesaj’ı izlemeye davet edilmekte ve bunu reddedişin sonuçları hakkında da uyarılmaktalar.
11-25: Hz. Adem’in hikâyesi, onun zürriyetinin, şeytanın tuzaklarına karşı uyarılması gayesiyle nakledilmektedir.
26-53: Bu bölüm; bazı İlâhi talimatları ve bunların Şeytan’ın talimatları ile olan zıdlıklarını içermekte olup her ikisinin sonuçlarının ve meyvelerinin bir resmi çizilmektedir.
54-58: Yeri, göğü ve onlarda olan herşeyi yaratan Allah tarafından gönderildiği için bu mesaj’a uyulmalıdır; o mesaj ki; O’nun, kuru toprağı diriltmek için indirdiği yağmura benzer.
59-171: Bazı meşhur Peygamberlerin -Nuh, Hud, Salih, Lut, Şuayb, Musa- (Allah’ın selâmı üzerlerine olsun) hayatlarından olaylar, bu İlâhî Çağrıyı reddedişin kötü sonuçlarını gözler önüne sermek için verilmekte, ve yine bu maksatla, Hz. Muhammed’in (s.a) azabtan kurtulmaları için yaptığı, daveti kabullenme ve izlemeye- çağrı, hitap ve konuşmaları nakledilmektedir.
172-174: Bir önceki bölümün sonunda, İsrailoğulları ile yapılmış antlaşmadan bahsedilirken, tüm insanlığa daha en başta Adem’in Allah’ın halifesi olarak atandığı zaman yapılan sözleşmeye münasip bir şekilde telmihte bulunularak, onun zürriyetinden gelen bütün insanların verilen o ahdi hatırlaması ve Hz. Peygamber (s.a) tarafından kendilerine sunulan Mesaj’ı kabul edip izlemeleri gerçeğine dikkat çekilmektedir.
175-179: Mesaj hakkında bilgisi olduğu halde buna aldırış etmeyen insanın örneği, bu çağrıyı bâtıl addedenlere bir ihtar olsun diye verilmektedir. Mesajı tanımak için bütün kapasitelerini kullanmaya teşvik edilmekteler. Aksi halde cehennem onların kalacağı yer olacaktır.
180-198: Surenin bu sonuç kısmında, Mesaj’ı anlamak için melekelerini doğru dürüst kullanamayanların bazı sapkınlıklarına değinilmekte, bu kimseler uyarılmakta ve Hz. Peygamber’in (s.a) çağrısına karşı gösterdikleri düşmanca tutumların ciddi sonuçları konusunda bunlara ikazda bulunulmaktadır.
199-206 :Sonuçta, Hz. Peygamber’e ve O’na uyanlara, davete karşı gelen ve ondan yüz çevirenlere karşı takınmaları gereken tavırlar hususunda bazı talimatlar verilmektedir.

İlk konuya başlarken karşımıza hurufu mukatta harfleri çıkıyor. Bunların anlamını bilmediğimizi defalarca söyledik. Sonra bir giriş ancak bu kadar güzel olur diyeceğim bir ayet var; ‘’Bu, kendisiyle uyarman, insanlara öğüt vermen için sana indirilen bir kitaptır. Artık kalbinden bir şüphe olmasın.’’ Bu ayetin açıklanacak bir yanı yok, sadece güzelliğine dikkat çekmek istedim. Bu yüzden 6.ayete geçiyorum; ‘’ Sonra elbette kendilerine Peygamber gönderilen ümmetlere soracağız, elbette gönderilen Peygamberler’e de soracağız’’ Bakın En’am suresinde değindiğimiz konunun daha net hali karşımıza çıktı. Allah kendi görevlendirdiği Peygamberleri de hesaba çekecek, çünkü neydi onlar da insandı. Çünkü neydi, Allah onlara da nefis vermiş ve hata yapma payı bırakmıştı. Bunlardan hesaba çekilecekler. Bu peygamberler sıfatı arasında Efendimiz’in bir ayrımı var mı buna değinmek istiyorum. Dinlediğim bir sohbette hocamız, Ruhul Furkan tefsiri yapıyordu. Biliyorsunuz, bu Mahmut Efendi Hazretlerinin sağlığı yerindeyken yazmaya başladığı bir kitaptır. İlk birkaç cildinden sonra sağlık problemleri sebebiyle bir heyet oluşturup onlara görevi devretmiş. Kaçıncı ciltten sonra bu değişiklik oldu bilmiyoruz. Bu yüzden bu tefsiri incelerken biraz araştırmacı olmakta fayda var. Gerçeğe uygun olmayan şeyler de karşımıza çıkabilir. Akletmek, araştırmak gerekir. Konuya dönelim, bu tefsir kitabında şöyle bir olaydan bahsediyor;  Mahşer günü Allah tüm peygamberleri sırayla hesaba çekecek ve onlara soracakmış ‘’Siz kavimlerinize İslam’ı anlattınız mı, onlara kitabı anlattınız mı, onlara tebliğ ettiniz mi?’’ Onlar, ettiklerini söylediklerinde Allah dönüp kavimlerine soracakmış, kavimler ise kurtulma umudu ile inkar edeceklermiş ‘’Ey Allahım, vallahi bu adam bizi kandırdı’’ diyeceklermiş. Sonra hesaba çekilen Peygamber, ‘’Allahım sen herşeyi görensin, bilensin’’ diyerek Allah’a sığınacakmış. En son Efendimiz hesaba çekildiğinde ve o peygamberlik görevini yerine getirdiğini söylediğinde ümmeti ‘’Ey Allah’ım, vallahi bu adam son nefesine kadar bize seni anlattı’’ diyerek ona şahitlik edeceklermiş. Daha sonra Muhammed ümmeti diğer peygamberlere de şahitlik etmek isteyecek ve hepsine vesile olacakmış. Gerçekten muhteşem bir adalet değil mi? Doğruluğunu araştırma fırsatı bulamadığım bu kıssaya yüreğim çok inanıyor. İnşallah doğrudur diyerek sıradaki konuya geçiyorum.  Surenin 10.ayetinde buraya kadar anlattığı şeylerin üstüne ‘’ Ne kadar az şükür ediyorsunuz’’ dedi. Çünkü onlara peygamber gönderdi, kuran gönderdi, peygamberleri hesaba dahi çekeceğini bildirdi, herkese hakkıyla muamale edeceğini söyledi, ayetleri kabul edene cennet müjdesi verdi yani artık niye bu kadar şükürsüzsünüz sorma vakti. Şükür konusunu Ali İmran suresinde görmüştük. O günden sonra aldığımız nefese, dokunduğumuz yerlere dahi şükür ediyoruz. Yani öyle oluyor dimi gençler?

Şimdi ki konu Şeytan’ın Adem’e secde etmeyip, Allah’a isyan etmesini anlatan konu. 10 ayet kadar anlattığı bu kıssada, Kuran’ın uslubu öyle güzel ki, ben anlatmayacağım direk ayetleri yazacağım; ‘’ Adem’e secde edin dedik, İblis secde edenlerden olmadı. Allah ‘’Sana emrettiğim halde secde etmeni engelleyen neydi?’’ diye sordu. İblis ben ondan hayırlıyımdır dedi. Allah ‘’Hemen in oradan, büyüklük taslamak senin haddine mi?’’ buyurdu. İblis; ‘’Tekrar dirilecekleri güne kadar bana mühlet ver’’dedi. Allah ona mühlet verdi. İblis de; ‘’ Öyle ise beni azdırmana karşılık yemin ederim ben de onları saptıracağım. Sonra onlara önlerinden arkalarından sağlarından sollarından sokulacağım. Sende onları şükredici bulamayacaksın’’ dedi. Bu yeminin arkasından Allah ‘’ Andolsun ki, onlardan sana kim uyarsa kesinlikle cehennemi tamamen sizinle dolduracağım’ buyurdu. ‘’ Şeytan, kendi vesveselerinin tesirine inanarak böyle bir iddiada bulunuyor ve insanlarında onun gibi olacağına inanıyordu. Zaten ayetlerin tefsirine baktığımızda Şeytan’ın Allah’a şöyle bir çıkışması söz konusu; “Her bakımdan benden daha aşağı olan Adem’e secde etmemi emrettiğin için benim sapkınlığımın sorumlusu sensin.  Çünkü bu, kendime olan saygımı sarstı, ben de sana karşı geldim, isyan ettim” Bu ifadede görülüyor ki,  Şeytan’ın kalbinde beslemekte olduğu kibir ve gurur duygularını açığa vurmasına ve hatta onun bu yolda devam etmesine izin vermesine karşı yaratıcısına kızgın. Sonra Şeytan’ın ilk oyununu anlatmaya geçiyoruz. 19 ayet ile başlayan bu konu 27. ayete kadar sürüyor. ‘’ Ve ey Adem, sen ve eşin cennete yerleş. İkiniz de dilediğiniz yerden yiyin; ama şu ağaca yaklaşmayın. Yoksa zalimlerden olursunuz. Şeytan onlara vesvese verdi ve dedi ki: Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir. Ben Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim diye yemin de etti. Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından yamayıp-örtmeye başladılar. O zaman Rableri kendilerine seslendi: Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın da sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim? Dediler ki: Rabbimiz, biz nefislerimize zulmettik, eğer bizi bağışlamazsan ve esirgemezsen, gerçekten hüsrana uğrayanlardan olacağız.’’ Bu kıssada dikkat çekilen birkaç husus var. Ama bunların ilki; insanları kendi tuzağına düşürmek için onların yararına ve iyiliğine çalışıyormuş gibi gözükmesi.  İkincisi, yasak meyveden yedikten sonra avret yerlerini açarak onların utanma duygusunun kullanılmak istemesi. Onların avret yerlerini açtı çünkü böylelikle haya duygularına zarar vermek yolunda ilk adımı atacaktı. Ama Adem ile Havva avret yerleri açılınca cennet yapraklarıyla örtmeye çalıştılar çünkü onlarda edep vardı. Şeytan insanı kandırma yolunda ilk adımın insanın hayasıyla oynamak olduğuna inanıyordu. Ve öyleydi de. Bir insan hayasını ve edebini kaybettikten sonra diğerleri çok kolay çözülecek ve hızla kaybedilecek şeylerdi. Biz bu kıssada anlıyoruz ki insandaki utanma ve haya duyguları fıtridir. Üçüncüsü  ise, insanın daima bulunduğundan daha yükseklerini isteme veya ölümsüzlüğü elde etme duygusuna sahip olması ve şeytanın bunu sürekli kullanmaya çalışmasıdır. Bu kıssanın hemen şeytanın isyanın arkasında anlatılmasında verilmek istenen mesaj şu; Şeytan sizinle elbette uğraşacak, sizi yoldan saptıracak, kendi yoluna çekmeyece çalışacak. Ama en hayırlı yol Allah’ındır. Ve insanlar elbet saptıkları yoldan sonra yine Allah’ın huzuruna çıkacaktır.

Geçiyorum yeni konuya ve hepimizin sıkça duyduğu bir ayete; ‘’Yiyiniz, içiniz ancak israf etmeyiniz’’ artık bu ayeti söylerken diyeceksiniz ki ‘Araf suresi 31.ayette diyor ki’  yani böyle delilleri sağlam olan müslümanlardan olacağız. Kuranda şöyle geçiyor ki deyip, ayeti yarım yamalak hatırladığımız dönemleri kapatıyoruz. Böyle bilinçli olacağız inşallah, dimi gençler?  Sonra geçiyorum 36.ayetteki gururuna yenilip iman etmeyenlere. Burada aklıma hüdayi yıllarımdaki bir siyer dersi geldi. Efendimiz, amcası Ebu Talip’in ölümü sırasında başında bekliyordu. Amcası ondan helallik istedikten ve onun pişmanlığını gördükten hemen sonra, efendimiz onu son kez iman etmeye çağırmıştı. Ama o ‘’Ben senin Rabbine de sana da inanıyorum, ama bu insanlara son anda korktu da iman etti dedirtmem’’ diyerek yine yolundan dönmedi. Bu sözlerden hemen sonra vefat eden amcası için Efendimiz dua etti ama Rabbim onun bu duasının üzerine kassas suresinin 56.ayeti indi ” Ey Muhammed! Doğrusu sen sevdiğin kimseyi doğru yola iletemezsin”

Bu konudan sonra 4-5 ayet kadar inkar edenlerin azabından bahsediyor, sonra da artık hepimizin bildiği kuran sırasına riayet ederek, azabın arkasından gelen müjdeler başlıyor. İman edenler için söylenen ayetler arasında en güzeli 42 ve 43 ayet, diyor ki; ‘’İman edip iyi işler yapanlara gücü yettiği kadarını yükleriz, onların kalplerinden kini çıkarıp alırız, onların cennet köşkleri altında ırmaklar akar, onlar ‘’Bizi doğru yola sevk eden Allah’a hamdolsun’’derler. Onlara şöyle seslen; ‘’İşte size cennet! Amelleriniz sebebiyle siz buna varissiniz!’’ Tam bu sırada açıklamak istediğim bir şey var, ben meal okuyucuları kapsamı altında yazdığım bu yazılarda bazen ayetleri keserek yazıyorum. Mesela bu ayet çok daha uzun, ama ben keserek verip konuyu dağıtmamaya çalışıyorum. Bu kaç yazıdır üzerimde vebal olarak kaldı ama bunu konu bütünlüğünü sağlamak için yaptığımı açıklamak isterim. Bazı ayetler aklınızda soru bırakıyorsa yahut ‘bu böyle değildi ya’ hissi uyandırıyorsa lütfen girip meallerinizden bakın. Dönüyorum güzel ayetteki konuya, iman edenlerin kalplerinden kini alırız diyor. Peki o zaman kalbinde kin olan iman etmiş olur mu sayın seyirciler? Haydi bakalım, buyrun vicdan azabına. Sırada sureye adına veren Araf meselesi anlatılıyor. Ciddi ciddi insanın tüğlerini ürpertip, ben ne yapıyorum Allahım diye silkelenmesine sebep olacak bir ayet bu. 46.ayette diyor ki; ‘’ İki taraf arasında bir perde vardır. Araf üzerinde her iki taraftakileri tanıyan kişilerdir. Bunlar cennet ashabına selam olsun size derler. Ama bunlar henüz cennete girmemiş, fakat girmek isteyen kimselerdir. Gözleri cehennem ashabına çevirilince de de bizi zalimlerle beraber kılma derler. Araf ehli cehennemden tanıdıkları kişilere seslenerek ‘’ Taslamakta olduğunuz büyüklüğünüzün size hiçbir faydası olmadı! ‘’ derler. Cehennem ashabı cennet ashabına lütfen suyunuzdan veya Allah’ın rızıklarından biraz da bize dökün diye bağırırlar.’’ Haydi bakalım, buyrun bir de burada oturup ağlayalım. Hangi bi ayete değinsek acaba. Durun, durun en önemlisine değineyim. Arafta kalanların cehennemdekilere seslenişi fazla ibretlik değil mi? Taslamakta olduğunuz büyüklüğünüz! Subhanallah. Ne hallere kaldık ya Rabbim. Şimdi düşünüyorum, herşeyi ama herşeyi internete yüklerken –ki ne kadar dikkat etsem de ben bile yapıyorum- hiç bunu düşünmüyoruz. Şeytan bize kendimizi öyle temiz gösteriyor ki, normal görüyoruz. Rabbim gözümüzdeki perdeyi kaldırsın ve büyüklük taslamaktan bizi muhafaza etsin inşallah!

Yeni konuya 53.ayet ile başlıyoruz ve burada Kuranda ilk kez karşılaştığımız bir fiil var.  Te’vil, “bir bilgi veya olayın açıklanması, yorumlanması” anlamına gelir. Bir bilginin açıklığa kavuşturulması, daha açık seçik ve ayrıntılı başka bilgilerle olabileceği gibi o bilginin içerdiği olay veya olayların fiilen vuku bulması suretiy­le de olabilir. Bu bağlamda te’vil, “Allah’ın kitabında bildirilen âhirete dair haber­lerin gerçekleşmesi ve bu suretle açık seçik anlaşılması” mânasına gelir. Buna gö­re âyetin mânası şöyledir: Kendilerine bu kadar kesin ve ayrıntılı bilgiler veren bir kitap getirilmiş olmasına rağmen o inkarcılar, bu kitabı tasdik edip gereğini yerine getirmek için illâ da, onun âhirette vuku bulacağını bildirdiği mükâfat veya cezala­rın, tehlike ve tehditlerin gerçekleşmesini mi bekliyorlar.

Sıradaki ayet şu dilden dile dolaşan, yerin göğün altı günde yaratılması efsanesinin delil ayeti olarak biliniyor. Diyor ki; ‘’Allah, yeri ve gökleri altı günde yarattı, sonra arşın üzerine hükümran oldu’’  Yine bu konuda bir tefsir sıkıntısıyla karşılaşıyoruz. Türkçeye çevirilirken altı gün olarak aktarılan bu ayet, arap kaynaklarda altı vakit olarak geçiyor. Yani buna belirli bir süre vermek değil de başka açıdan bakmak lazım. Yani burada söylenmek istenen vaktin miktarı değil de, bu miktarın ezele ve ebedîliğe göre çok az bir sürede tamamlanmış olduğudur. Sonra 55.ayette bir dua şeklinden bahsediliyor, ‘’Yalvara yalvara, için için dua edin’’ yani rabbimizin bizden beklediği biraz samimiyet! Burada aklıma bir anım geldi, kavimler konusuna başlamadan önce biraz neşesini toparlayayım. İlk yatılı kuran kursu deneyimimde hocamız bize, insanın ağlamasının çok önemli olduğunu, Rabbimizin bundan çok etkilendiğini, o an her duasını kabul ettiğini ve akıttığı her göz yaşında günahlarından arınabileceğini söylemişti. Bu sözler o kadar çok aklıma kazındı ki, ne zaman kendimi ağlarken bulsam yine aklım o sınıfa gidiyor, o küçük Gönül’ü görüyorum yanı başımda. Altımda pembe fırfırlı bir etek, üstümde krem rengi bir hırka, başımda annemin zorla çantama koydurduğu bir tülbent. Sahi o tülbentin benim kafamda ne işi var? Neyse konumuz bu değil, konumuz benim bunu her hatırladığımda, ya ben acaba riyakarlık mı yapıyorum diye gözyaşlarımı tutuşum. Şeytan bana yine öyle saçma bir yerden yaklaşmaya çalışıyor ki anlayacağınız. Aslında en zayıf yanıma demeliydim. Çünkü ben Allah’a karşı riyakar olmaktan çok korkuyorum. İkiyüzlü olmaktan çok korkuyorum. O kadar çok münafıklık alameti okuduk ki, içim gidiyor herhangi bir özellikten onlara benzeyeceğim diye. Ve buna rağmen bin bir tane özelliğin içine girebilecek kadar da eksiğim, noksanım, kusurluyum. Hep diyorum ya, eğer biz cennete girersek bu bizim maharetimizden değil Allah’ın merhametinden olur. Her neyse işte dua ederken tam ağlayacak gibi oluyorum, şeytan gelip ağlama be riyakar, günahların gitsin diye yalandan ağluyorsun diyor, sonra ben şeytana saldırıp sus be ağlıcam diyecek oluyorum, sonra hop o sınıftaki o Gönül aklıma geliyor, sonra o yanları çiçek oyalı tülbente sarılı koca kafam geliyor gözümün önüne, sonra şeytanım çocukluğum oluyor beni alıyor bir gülme 😀

Haydi geldik bu surenin en bilgi dolu kısmı demek istedim. Bu konu yaklaşık 100 ayet kadar sürüyor. Yani benim ayet alıntısı yapacağım yerler olacak ama size tamamını yazamam, kavimleri maddeleyerek anlatacağım ve son konuya gireceğim.

1)NUH KAVMİ : Hz. Adem’den sonra insan nesli çoğalmış, bunlar yeryüzünde bir çok yeri imar etmişler ancak zamanla hak dinden uzaklaşarak putlara tapmaya başlamışlardır. Yüce Allah insanlara Nuh as’ı peygamber olarak göndermiş; ancak insanlar onun öğütlerini dinlememişler, hatta onu alaya almışlardır. Nuh as, kavminin iman etmesinden ümidini kesince onların helak olmalarını istemiştir. Allah da ona bir gemi yapmasını emretmiş ve bu gemiye müminlerle cins hayvandan birer çift almasını söylemiştir. Bundan sonra geride kalan bölge büyük bir tufanla sular altında kalmıştır. İman etmeyenler boğulmuşlar ve böylece helak olmuşlardır. Ayetlerde Nuh as’ın 950 yıl tebliğ ettiği söyleniyor. Daha ayrıntılı bilgi ve ayrıntılı helak kıssaları için ; Tıktık!

2)AD KAVMİ: Yemen bölgesinde yaşamakta olan Ad kavmine, peygamber olarak Hud as’ı gönderilmiştir. Ad kavmi, bir çok nimetlere nail olmuş, görkemli binalar inşa etmişlerdi. Ama hala şirk ve küfürde israr eden kavme  şiddetli bir rüzgar gelmiş ve  helak olmuşlardır. Ad kavminin bir diğer helak olma sebebi de, büyüklük taslamak olarak bilinir. Yaptıkları büyük binalar, gösterişli yerler onlara kendilerini aşırı beğenmek gibi bir kötü huy kazandırmıştır.  Daha ayrıntılı bilgi ve ayrıntılı helak kıssaları için ;Tıktık!

3)SEMUD KAVMİ: Ad kavminin helakinden sonra Hicr bölgesinde Semud kavmi yaşamıştır. Semud kavmi pek çok nimete nail olmuş, dağları ve taşları oyarak evler inşa etmişler, yazlık ve kışlık konaklar yapmışlardır. Bolluk ve refah içerisinde yaşamışlar, uzun ömürlü bir hayat sürmüşlerdir. Zamanla Hak yoldan sapmışlar, şirke düşmüşlerdi. Allah onlara Salih as’ı peygamber olarak gönderdi. Salih as, onları Allah’a imana, ibadete ve itaate çağırdı. Mucizeler gösterdi, öğütler verdi. Ancak kavmi onu dinlemediği gibi yalanladı. Kendilerine mucize olarak verilen ve sakın dokunmayın denilen dişi deveyi öldürdüler. Bunun üzerine Salih as ve iman edenler dışında Semud kavmi’nin tamamı şiddetli bir gök gürültüsüyle helak edildiler. Daha ayrıntılı bilgi ve ayrıntılı helak kıssaları için ; Tıktık!

4) LUT KAVMİ : Lut as, Filistin muhitinde bulunan Sedom kavmine peygamber gönderilmiştir. Bu kavim, hak yoldan sapmış, inkâr ve isyana dalmış bir kavimdi. Kadınları bırakıp erkeklere yönelmişler ve Kuranda geçen ifadeyle fuhuşiyata yönelmişlerdi. Lut  as, kavmini doğru yola davet etti. Kendilerine yapılan daveti kabul etmemeleri üzerine helake edildiler . Lut as’ın eşi için şöyle bir ayet var ‘’ Biz onun ailesini kurtardık, yalnız karısı müstesna. O kalıp yere geçenlerden oldu. Daha ayrıntılı bilgi ve ayrıntılı helak kıssaları için ; Tıktık!

5) MEDYEN KAVMİ; Medyenliler atalarının doğru yolundan ayrılmışlar ve kötü yollara sapmışlardı. Allahü teâlâya îmân ve ibâdet etmeyi bırakmışlar, kendi elleriyle yaptıkları putlara ve heykellere tapıyorlardı. Allahü teâlâ onlara, doğru yola dâvet etmek için Şuayb aleyhisselamı peygamber olarak gönderdi. Şuayb aleyhisselam onlara nasîhatlerde bulunup, Allahü teâlâya şirk koşmamalarını ve yalnızca O’na ibâdet etmelerini, alışverişte, ölçü ve tartıda haksızlık ve hîle yapmamalarını, yeryüzünde bozgunculuk yapmamalarını söyledi. Azgınlıklarına ve inananlara karşı düşmanlıklarına devâm eden Medyen halkı üzerine, Allahü teâlâ azâb gönderdi. Cebrâil aleyhisselamın bir sayhası ve bir zelzeleyle onların hepsini helâk etti. Daha ayrıntılı bilgi ve ayrıntılı helak kıssaları için ; Tıktık!

6) FİRAVUN: bu sûrede helak edildiği bildirilen bir başka kavim de Firavun ve ona tabi olanlardır. Eski Mısır krallarına verilen genel bir isim olan Firavunlar İsrail oğullarını esir gibi ağır ve meşakkatli işlerde çalıştırmışlardır. Bir yanda firavunların diğer yanda Mısır’ın yerlisi putperest Kıptilerin kendilerine yükledikleri ağır işlerden bıkan İsrail oğulları eski ata yurtları Kenan diyarına gitmek istiyorlardı. Ancak Firavundan kurtulup bir türlü buna nail olamıyorlardı. Firavun’a bir kahin, İsrail oğullarından bir çocuğun doğarak saltanatını yıkacağını söyleyince, Firavun, İsrail oğullarından doğan erkek çocuklarını öldürmeye başlamış, böyle bir zamanda Musa as dünyaya gelmişti. Kur’ân’a göre Musa as, mucizevi şekilde Firavun’un elinden kurtulmuş hatta onun sarayında annesinin kucağında büyümüştü. Daha sonra Firavunu ve Kıptileri tevhit inancına çağırmıştı. Ancak Firavun ilahlık taslamaya devam etmiş ve neticede  askerleriyle birlikte denizde helak edilmiştir. Daha ayrıntılı bilgi ve ayrıntılı helak kıssaları için ; Tıktık!

Bu özetlerle birlikte yaklaşık 140.ayete kadar gelmiş bulunuyoruz. Ama aralarda çok can alıcı ayetler var ve ben bunlara bir iki cümlede olsa değinmek istiyorum. Mesela 94.ayette kavimler iman etseler de iman etmeseler de imtihan olacaklar ifadesi geçiyor. Buradan şunu anlıyoruz ki, kavim helaklarıyla ölmüş olsalar bile onların birebir hesapları da olacak. Sonra 102.ayette ‘’Onların çoğunda ahde vefa görmedik.’’ diyor. Ahde vefa dediğimiz şey, iki tarafın sözleşip bu kararda mutabık kalması demektir. Birinin bu sözden dönmesi ahde vefasızlık olur. Bunu günümüz şeklinde, kişiler arasındaki sözleşmelerde de bulabilirsiniz. Ve farkındaysanız bu özellik helak olmuş kavimlerin özelliği olarak biliniyor. Yani demem o ki, tutamayacağınız sözler vermeyin, uygulayamayacağınız anlaşmalar yapmayın ve böylece ahde vefa göstermeyen dikkatsiz müslümanlardan olup bu kavimlerin özelliğiyle anılmayın. Ay biz böyle şeyler yapmıyoruz demeyin, daha geçen gün annenize derslerinize çalışacağınıza dair sözler verdiniz.  Ya da kendinize söz verdiniz namaza başlayacaktınız. Hı bir de arkadaşınıza söz vermiştiniz, o sırrı saklayacaktınız. Bir sürü bozulmuş söz doldu hayatlarımız. Aman dikkat!

Sonra geliyorum 142.ayete burada Musa as ile Allah’ın buluşmasını anlatıyor. Bu olay Hz.Musa ve Hz.Harun’un kıssalarını anlatan ayetlerle birlikte devam ettiği için biraz karışık görünüyor. Bu yüzden ayetlere mutaabık kalmayacak ve size önce olayları anlatacağım. Olaylar iç içe olduğu için biraz dikkatli okumanızı tavsiye ederim. İsrail halkı, Mısır esaretinden kurtulup Sînâ çölüne geçtikten sonra bu çölde kırk yıl boyunca evsiz barksız dolaştılar. Bu sırada Allah, esaret­ten kurtulan kavme şeriatını bildirmek üzere Musa’ya Tûrisînâ’ya gelmesini em­retti. Mûsâ, yerine kardeşi Harun’u bırakarak ondan düzeni korumasını, bozgunculuk çıkarabileceklere karşı dikkatli olmasını istedi. Zaten hz.Harun kuranda belirtildiği üzere, Musa’ya yardımcı olması için gönderilmiş bir peygamberdi. Hz.Musa bu tedbirleri aldıktan sonra Allah’ın emrine uyarak Tûr’a gitti. Bu kısımda ayetlere geçiş yapıp direk 143.ayeti yazıyorum; ‘’ Musa, ey rabbim bana kendini göster de bir bakayım dedi. Rabbi ona, beni katiyyen göremezsin, lakin dağa bak, eğer o yerinde durabilirse sen de beni oradan göreceksin dedi. Bu sırada Rabbi dağa tecelli edince, dağ yerle bir oldu. Musa baygın düştü. Kendine gelince ‘Seni noksan sıfatlardan tenzih ederim, sana tövbe ettim’ dedi. Musa as’ın Allah ile görüşmesi bittiğinde ortada levha adı verilen kurallar vardı. Ama bu levhaların direk Alllah tarafından mı gönderildiği, yoksa meleklerin mi yazdığı, yoksa vahiy yoluyla gelip Musa’ya mı yazdırıldığı yönünde bir bilgi bulamadım. Levha konusu kesin bir mevzu değil bu yüzden bu tefsirlerin levha kelimelerinin yerine kurallar olarak okuyun. Yani Allah Musa’ya kavmine iletmesi için kurallarını açıkladı. Ve Musa bu kuralları kavmine iletmek için gittiğinde gördü ki, kavmi yeni putlar yapmış, şirk almış başını gitmiş, bozgunculuk tekrar başlamıştı. Bunu gören Musa, kardeşinin boynuna atıldı ve onu itip kakmaya başladı. Bu sırada 151.ayette geçen konuşma oldu ve Harun; ‘’ Anamın oğlu, bu adamlar beni küçük gördüler, neredeyse beni öldürüyorlard. Bana düşmanlarımızı sevindirecek şekilde davranma, beni zalimle kavimle bir tutma’’ dedi.  154.ayette ‘’Musa’nın öfkesi yatışınca’’ diye bir ifade var. Burada bu ayrıntıyı vermesinin de elbette bir sebebi var, Allah burada öfkenin insana kötü işler yaptırabileceğini ama sakinleşmenin de mümkün olduğunu göstermeye çalışıyor. Ve az önce bahsettiğimiz levhalar denilen kısım biraz daha somut bir şekilde anlatılıyor. 154.ayetin devamında diyor ki ‘’Musa levhaları aldı, Orada Allahtan korkanlar için rahmet vardı’’ Ama dediğim gibi bu levhalar konusunda ihtilaflı bilgiler var, hatta bu levhanın kırıldığı sonra değiştirildiği ve onun da Tevrat olduğu yönünde bilgiler bile var. Hangisi doğrudur ben bilmem, bir bileni de bulamadım açıkçası.  Sonra 155.ayette yetmiş kişinin seçilmesinden bahsediyor. Bu konuda biraz karışık ama besmele çekip toplayacağıma inanıyorum, siz de besmele çekip anlayın. Şimdi Musa Tur’a çıkmış ve Allahtan kuralları almıştı ya, bu 30 günlük bir sürecin özetiydi. 142.ayette ‘’otuz gece vaad ettik ve sonra ona on daha ekledik’’ şeklinde bir ifade var. Bu eklenen on gün, Musa as’ın seçtiği 70 kişiyle tövbe ettiği günler olarak tefsir edilmiş. Yalnız mekan olarak ihtilaf var. Tevrattaki bilgilerde tekrar tura çıktıkları ve ilk gidişin tamamlayıcısı bir gidiş olduğu yazıyor. Kurandaki diğer ayetlere baktığımızda bu konu açıklanmıyor. Yani aynı dağa mı çıktılar, yoksa başka bir bölgede mi af dilemek için toplandılar kesin bir bilgi yok. Bu 70 kişi ve Musa as Allah’a tövbe etmek için gidiyorlar. Ve böylece 159.ayette geçen ‘’ Musa’nın milletinden bir topluluk hakkı gösterir ve onunla adilce hükmederlerdi’’ cümlesine mazhar oluyorlar.

Büyük bir sıçrayış yaparak 175.ayete gidiyorum. Burada ‘’Onlara kendisine ayet verdiğimiz o adamın kıssasını anlat, o ayetlerden sıyrılıp çıktı ve şeytan onu arkasına taktı’’ diye bir ifade var. Kendisine âyetle verildiği bildirilen kişinin kim olduğu husu­sunda değişik yorumlar vardır. Müfessirlerin çoğunluğuna göre bu kişi İsrailoğullarından Bel’am’dır; buna göre âyetin asıl muhatabı da yahudilerdir. Bel’am için çok fazla rivayet var. Bunlardan birkaçı, Hz.Musa yardım sözü verip tutmaması, Hz.Musa’nın saldıracağı bir kavimin ondan yardım istemesi ve onun rüşvet üzere onlara yardım etmesi ve israiloğullarına destek olduğu yönündedir. Yalnız biz bu kişinin kim olduğuna değil, tutum ve davranışına dikkat etmeliyiz. Buna göre Allah bir kişiye kendi varlık ve birliğinin kanıtlarını bildirmiş, ya­hut -172. âyette bildirildiği şekilde- onun fıtratına rabbini anlayıp kavrama yeteneğini yerleştirmiş; fakat daha sonra o kişi fıtratındaki inanma yete­neğinden sıyrılıp kopmuş; delilleri bir kenara bırakmış, inanmaktan vazgeçmiştir. Böylece şeytan onu peşine takmış, onu da kâfirlere ve azgınlara katmıştır.

Artık kavimleri ve olayları bir kenara bırakıp yeni konuya giriyoruz. 180.ayetle Allah’ın kullarına uygun dua nasıl edilir sorusunun cevabını veriyor. Surenin başında ağlayarak yalvararak demişt, şimdi de diyor ki; ‘’ En güzel isimler Allah’ındır. Siz onlarla dua edin’’  Bunun için ne yapmak gerek? Allah’ın isimlerinin yazılı olduğu bir liste ve doğru anlamlarının verildiğine emin olduğunuz bir açıklama bulmalısınız, bunu da odanızın bir köşesine asıp sıkıştığınız her an ihtiyacınıza binaen bir isim çekip sayısız onu zikir etmelisiniz. Sakın internette yazılan şu ismi şu kadar oku yönündeki hadislere inanmayın. Bunlar bidat sayılabilecek sorunlardır. Sayısız olması hususunu tekrar vurguluyorum.

Şimdi yazacacağım ayet benim çok dikkatimi çekti, bilmem sizin de çekti mi? Allah Kuranda kendinden hep biz diye bahsederek. Ama ilk defa ben diyerek başlıyor; ‘’ Ayetlerimizi yalanlayanlara mühlet veriririm. Şüphesiz benim tuzağım pek çetindir’’ Buradaki anlam tanıdık olduğumuz bir anlam olduğu için açıklamıyorum ama ben kelimesinin kullanılması çok garip gelmişti. İşin aslı hoşuma da gitmişti. Biz, olarak okuduğum her ayette sanki bir gurupla konuşuyormuşum hissi oluyordu. Bu ayeti okurken direk Rabbimle muhattab olduğumu daha çok hissettim.

Atlıyorum 189.ayete, burada diyor ki; ‘’ Sizi tek bir nefisten yaratan, onunla gönlü ısınsın diye eşini de ondan yaratan Allahtır’’ Yani Hz.Havva topraktan değil de cidden Hz.Ademin kaburgasından mı yaratıldı sorusu geldi dimi aklınıza. Allah allah?  Bu konuyu lütfen bu linkten okuyun; Tıktık!

Surenin sonuna yaklaşırken başında çokça anlatmaya çalıştığım bir ayetle karşılaşıyoruz ve bu beni çok mutlu ediyor. Diyor ki; Allahtan korkanlar kendilerine şeytandan bir vesvese geldiği zaman durup düşünürler de hemen onlar gerçeği görürler.’’ Hani hepinizin aklında sorular oluşmuştu, demiştiniz ki biz de çok vesveleniyoruz ne yapacağız. İşte cevabı Allah vermiş. Size durup düşünün demiş. Oturun internette bulduğunuz vesvese duaların okuyun dememiş. Bir de şunu artık anlamamız gerek, bazı belalardan bazı musibetlerden bazı olaylardan bazı vesveselerden kurtulmanın tek yolu müslümanca yaşamaktır. Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar, oruç insanın nefsini terbiye eder, kuran insanın ahlakını güzelleştirir, sünnetler insanın huyunu yumuşaklaştırır. Tüm bunlara uyan bir müslümanın hala daha bu tür sıkıntılar yaşıyor olması imtihandır ve bu da Allahtan olduğunu düşünüp sabredilerek aşılır. 

Ve işte geldik surenin son ayetlerine, burada yine bir dua çeşidi ve sonra tesbih etmekten bahsediyor. Tesbih etmek dediği şey tesbih çekmek değil Allah’ı dilediğince zikretmektir. Sen bir defa söyleyerek hissedersin, ben bin defa söylesem kar etmez. Bu yüzden yine sayıya değil mahiyete takılmak gerekir. Kalbinden, hissederek samimiyetle bir kere Allah desen, o sana ne kapılar açar biliyor musun? Bilmiyorsun, çünkü sen sanki tekerleme okur gibi hızlı bir şeklinde Allah diyorsun. Tesbihin imamesini tutuştururcasına zikir çekmek nedir bunu bir araştır derim canım kardeşim. (Bu sözleri size söylüyorum ama aslında kendime de söylüyorum. Bu yüzden biraz ağır bir uslup kullanmış bulunuyorum, affola) İşte böyle şöyle derken bir sure daha bitti, hemen aşağıya tefsir linkleri bırakıyorum, eğer benim açıklamadığım ama sizin aklınıza takılan bir ayet varsa oradan bakabilirsiniz. Ve eğer burada eksik olan ve anlamadığınız bir şey olduysa da lütfen Kur’an mealini tekrar okuyup, internetten birazcık araştırınız.

Sadakallahulazim.

Tefsir 1
Tefsir 2

“Meal okumaları 7 – A’raf Suresi” üzerine 7 yorum

  1. Yazida Peygamberimizin(s.a.v)vefatinda yaninda bulundugu amcasi Hz.Ali nin babasi Ebu Talib dir. Allah razi olsun sizden cok guzel bi sey baslattiniz meal okumalarinda yetisemesem de yazilari okuyorum elimden geldigince insaAllah yetisebilirim size. 🙂

    Yanıtla
    • Ah cok teşekkür ederim, ben de kitapları koliden çıkartıp bakacaktım neredeyse o kadar takılmıştı ki aklıma! :/ Allah razı olsun sizden 🙂

      Yanıtla
  2. Afedersiniz. Araf süresi için seb’ut tıval denilen uzun surelerin üçüncüsü demişsiniz. Bakara 286 ayet, Ali Imran 200 ayet, Nisa 176 ayet, Maide 120 ayet, Enam 165 ayet, Araf 206 ayet ve Enfal 75 ayet olduğuna göre Araf ikinci sırada olmuyor mu?? Ben mi yanlış biliyorum acaba!

    Yanıtla

Yorum yapın