بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Enfal suresi, halk arasında Bedir suresi olarak da bilinen bir sure. Bunun sebebi tabi ki, surenin ilk ayetinden son ayetine kadar tamamen Bedir savaşı ve savaşın getirdiklerini konu almasıdır. Enfal ismi için savaş ganimeti olduğunu söylüyorlar. Zaten bunun üstüne söylenmiş ne bir hadis ne de bir tartışmalı bilgi yok. Yani bu çok garip geldi bana. Biz ki sürekli tartışacak bir şey bulmuş bir milletiz, nasıl hiç başka rivayet bulamadım bu konuda, inanın ben de şaşırdım. Herkesin tek ve ortak görüşü, ilk ayette geçen ‘’Enfal’’ kelimesinin, sureye verildiği ve bunun savaş ganimeti demek olduğu yönünde. Ama tabi ki bu sure içinde tartışılacak bir şey bulmuşlar, hemen onu söylüyorum. 75 ayetlik bu kısa suremiz, Medine’de inmiştir ama 30-36.ayetlerinin Mekke’de indiğini söyleyen bir grup müfessirimiz de var. Çok şükür tartışmayı ihmal etmemişler, yoksa büyük eksiklik hissederdim. Fakat diyanet ve hamdi yazır ve güvenilir bulduğum birkaç müfessir bu konuyu hiç ciddiye almayıp tamamen Medeni bir sure olduğunu söylemişler, ben de izninizle buna inanıyorum. Enfal Suresi mushaftaki sıralamada sekizinci, iniş sırasına göre seksen sekizinci sûredir. Konu olarak da daha önce söylediğimiz gibi Bedir savaşını anlatıyor, ayrıntılı olarak bakmak gerekirse –ki gerekir- buyrun başlayalım;
1-41: Bu bölüm “savaş ganimetleri” ile ilgili soruları ele alır. Kur’an, bunların savaş ganimetleri değil, “Allah’ın nimet ve lütfu” olduğunu söyler ve Bedir savaşının (ve diğer savaşanların da) müslümanların çabaları ile değil, Allah’ın yardımı ile kazanıldığını göstererek bunu ispat eder.
42-54: Bedir savaşının sonucu, İslam’ın “cahiliye”ye galip geleceği bir şekilde Allah tarafından daha önce belirlenmişti. Bundan alınacak ders, müslümanların Allah’a güvenmeleri ve kafirler gibi şeytanın saptırmalarına kanmamaları gerektiği anlatılır.
55-59: Anlaşmalara sadakat emredilmekte ve müslümanlardan karşı taraf bozmadıkça yapılan anlaşmalara uymaları istenmektedir.
60-66: Müslümanlar her an cephede savaşmaya hazır olmalıdırlar, fakat, karşı taraf istediğinde her an barış yapmaya da hazır olmalıdırlar.
67-71: Bu ayetlerde savaş esirleri ile ilgili talimatlar verilmektedir.
72-75: Müslümanlara düşmanlarına karşı bir bütün halinde olabilmeleri için, birbirleriyle uyumlu bir ilişki içinde olmaları gerektiği öğretilmektedir.
Bu arada ben böyle rahat rahat geçiyorum ama eğer Bedir savaşını bilmiyorsanız bu sureyi anlamanız biraz zor olabilir. Yani muhakkak herkes biliyordur ama ben bir tekrar edeyim en iyisi, hı? Edeyim edeyim.
Hz.Muhammed sav’ın Mekke’de geçirdiği son dört yıl boyunca İslam’ın sesi Medine’de yer alan Yesrib’de etkisini hissettiriyor ve Yesribliler, çeşitli nedenlerle diğer Arap kabilelerinden daha hızlı ve hazır bir şekilde daveti kabul ediyorlardı. Hatta Peygamberliğin onikinci yılında, hac mevsiminde 75 kişilik bir heyet gecenin karanlığında Efendimiz ile buluştu. Bu insanlar sadece iman etmekle kalmadılar, aynı zamanda ona ve taraftarlarına bir yurt, yuva vermeyi teklif ettiler. Peygamberimiz bu teklifi kabul etti. Bu teklif sadece bir mülteci barındırmak için ya da sahip çıkmak için yapılan bir teklif değildi. Bu gel ve bizim başımızda dur, bizi yönet demekti. Ve Medine’de bu durumdan hoşlanmayacak bir sürü kavim vardı. Neredeyse tüm dünyanın düşmanlığını kazanacaklarını bildikleri halde Efendimize bu teklifi yapan Yesrib halkının Efendimize biat etmesi 2.Akabe Biatı olarak bilinir. Bu biat üzerine Efendimiz ve arkadaşları Yesrib’e yerleşti ve Yesrip ‘’İlk islam şehri’’ olarak tarihe adını yazdırdı. Az önce dediğim gibi bu durumdan hoşlanmayan bir sürü insan olacaktı. Başta Mekkeli müşrikler ve sonra da Medine’nin başına geçmeye hazırlanan Abdullah bin Übey efendimize birçok suikast düzenlemeye başladılar. Fakat Efendimiz bu suikastların her zaman farkında oldu ve çok şükür ki hiçbir zarar görmedi. Bununla baş edemeyeceğini anlayan Abdullah bin Übey, Mekkeli müşriklere haber göndererek müslüman olacağını ama bunu sadece efendimize yaklaşmak için yapacağını bildirdi. Daha sonra müslüman oldu ve sayısı fazlalaşan müslümanların lideri olma hayalleri kurmaya başladı. Zaten sure içinde bahsedilen münafıklık ayetleri de Übey ve adamları için inmiştir. Fakat her zaman olduğu gibi münafıklar ve müşrikler planlarına ulaşamamışlardı. Bunun üzerine Mekke müşrikleri ile Medîne münâfıkları işbirliği yaptılar. Buna göre Rasûlullah ve mü’minler öldürülecek veya Medîne’den sürüleceklerdi. Rasûlullah ve mü’minler bu planı öğrendiler ve karşı tedbir almaya başladılar; Medîne çevresindeki kabileleri ziyaret ediyor, onlarla dostluklar kuruyor ve barış sözleşmeleri yapıyorlar; böylece kendilerini, kentlerini ve devletlerini güvenceye alıyorlardı. Bir taraftan da çevreyi gözetleyip denetlemeyi sürdürüyorlar, fakat kan dökmekten uzak duruyorlardı. Zira henüz savaş izni verilmemişti. İşte bu dönemde Allah mü’minler için yeni strateji belirliyor; fitne, zulüm ve yeryüzünde kargaşanın ortadan kalkması için gerektiğinde savaşmalarını, ölmeleri ve öldürmeleri gerektiğini bildiriyordu. Artık mü’minler, dinlerini, canlarını ve yurtlarını korumak için savaşmak zorundaydılar.
Bu esnada Mekkeli müşrikler müslümanları tehdit ediyor, Medîne yakınlarına kadar gönderdikleri çapulcu birlikler yoluyla onlara zararlar veriyorlardı. Son olarak da Mekke müşriklerinin ortaklığıyla oluşturulan ve Ebû Süfyân tarafından idare edilen bir ticaret kervanını Sûriye’ye gönderdiler; amaçları bundan elde edilen kâr ile Müslümanlara karşı hazırlık yapmak ve onlara son darbeyi indirmekti. Bunu haber alan Rasûlullah durumu ashâbıyla istişare etti. Bu kervanın Mekke’ye ulaşmasına engel olunması kararı alındı. Bunun üzerine 305 kişiden oluşan bir ordu hazırlandı. 3 atları ve 70 develeri vardı. Kervanın idarecisi Ebû Süfyân, casusları aracılığıyla Rasûlullah’ın bu hazırlığını öğrendi ve hemen Mekke’ye haberci yollayıp yardım istedi. Ebû Cehl gibi ileri gelenlerin öncülüğünde 100’ü atlı, 700’ü develi, geri kalanı da piyade olmak üzere yaklaşık 1.000 kişilik bir ordu hazırlanarak Müslümanların üzerine gönderildi. Bunun üzerine Rasûlullah ashâbıyla yeniden istişare etti. Kervanın peşine mi düşülmeliydi; yoksa müşrik ordusuna karşı mı durulmalıydı. Ensâr, Akabe beyatında Rasûlullah’ı Medîne’de korumak üzere söz verdikleri, şimdi ise Medîne dışında oldukları için Rasûlullah onlara düşüncelerini sordu. Görüşmelerden sonra savaşmaya karar verdiler. Sonunda 624 yılının bir Cuma gününde iki ordu karşı karşıya geldi. Sayıca onlardan çok az olmalarına rağmen Allah’ın yardımı ile zafer inananların oldu.
Şimdi geliyoruz ayetlere bakmaya. Surenin ilk ayeti direk bir emir ile başlıyor. Bu çok az rastladığımız bir durum. Eğer bir sure bu şekilde başlıyorsa, önemli bir olayın üstüne indirilmiş olduğu anlamına gelir. Ki Bedir savaşı da müslümanların gerek sosyal gerek siyasi gerekse ticari açıdan müslümanlar için çok önemli bir zaferdir. Bu zafer Hz.Muhammad sav’e olan güveni arttırmış, müslümanların daha güçlü bir döneme girmelerini sağlamıştır. Bu zaferin tabi ki hayli çok da ganimeti olmuştu. Bu ganimetlerin nasıl paylaşacağı konusunda tartışmalar çıkmaya başlayınca ayet indi. Bu da surenin ilk ayeti olan ‘’ Sana ganimetlerin taksimini soruyorlar, De ki ganimetlerin taksimi yalnız allah ve rasulune aittir.’’ Bu ayet inmişti inmesine ama Allah nasıl bir taksim istediğini henüz bildirmemişti, o zaman peygamber mi taksim edecekti? Yeni bir ayet gelene kadar durum böyle olmak zorundaydı ve efendimiz kendince en doğru karar olarak tüm ganimetleri gazilere dağıtmayı uygun gördü. Ama daha sonra bu surenin 41.ayeti indi ve Allah peygambere ganimetin beşte birini ayırmasını söyledi. Böylece bundan sonra tüm savaş ganimetlerinin beşte biri ayrıldı, geri kalanı gazilere dağıtıldı. Bu konuda 41.ayetin 1.ayeti nesh ettiği söylenir, yani hükmünü ortadan kaldırdığı. Ben bu konuda en doğru bilgiye ulaşamayacağımı bildiğim için ucunu açık bırakıyorum. Yine de bu konuda en doğru cevabı diyanet vermiş, demiş ki ‘’ nesh etsin etmesin, önemli olan bu değil. Önemli olan doğru taksimin 41.ayette verildiği hususudur’’ Heh işte o kadar.
Geliyoruz 2.ayete, burada hepimizi mutlu edecek bir haber var, diyor ki; ‘’ Mümünler öyle kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, ayetleri okunduğu zaman imanlarını arttırır. Ve bunlar yalnızca rabblerine tevekkül ederler’’ Subhanallah! Şimdi okuduğumuz her ayetin bizi günahtan arındırdığını, imanımızı arttırdığını söyleyen bu ayete nasıl şükür edilir ki? Peki bir şey sormak istiyorum, siz farketmiyor musunuz bu durumu? Yani ben gerçekten bu konuda çok fazla olay yaşıyorum, bu yüzden bu ayeti görmek benim delilim oldu. Ne bileyim en basitinden bir tv izlemekten sıkılıyorum, tesettüre riayet etmeyecek bir şeyi giyecekken vazgeçip başka bir şeye yönelebiliyorum, tam bir dedikoya başlayacakken bir ayet hatırlayıp vazgeçiyorum, ya da hiç farketmeden güzel şeyler yapmış oluyorum. Bunlar sanki bana birer hediye gibi, hani bu meali okuyor olmanın, anlamaya çalışıyor olmanın hediyesi gibi. Bakın eğer böyle şeyler yaşıyorsanız çok şanslısınız. Lütfen bu yolu hatim etmeden terketmeyin. Ve eğer yaşamıyorsanız sabırlı olun. Kuran bir gün muhakkak size kendini açacak, muhakkak sizi saracak. Namazlarınıza daha çok dikkat edin, ağızlarınıza daha çok dikkat edin, bulunduğunuz ortamlara daha çok dikkat edin ve tabi ki yediklerinize daha çok dikkat edin. Bunlar maneviyatınızı yüzde bin beşyüz arttıracak hususlar. Geçtim 3.ayete; bu ayette infak olayı geçiyor. İnfak konusunu da hem ali imran da, hem nisa da uzun uzun anlattık. Unutanlar için tekrar ediyorum, infak sevdiğiniz bir şeyi hediye etmektir. Sadaka gibi değil hediye gibi, süsleyerek ve güzel bir şekilde. Ve en sevdiğinizi vermdiğiniz sürece bu infak olmayacak bilginize
Buradan atlıyorum 9-10 ayete. ‘’ Siz rabbinizden yardım istiyordunuz, o da ‘’işte ben ardı ardına bin melekle size yardım ediyorum’’ diye size cevap vermişti. Ve bunu sırf müjde olsun ve kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı.’’ Bu ayette anlatılan konunun açıklamasını yukarıda Bedir savaşını anlatırken yapmış olmuşuz zaten. Benim dikkat çekmek istediğim şey ise konu değil, rabbimin kuluna güzelliği. Kalpleri yatışsın diye, korkuları azalsın diye, eğer akıllarında ölüm korkusu olursa ve vesveseleri onları ele geçirirse diye onları müjdeliyor. Hep diyorlar ya, rabbim beni benden daha çok düşünüyor diye. Gerçekten de öyle. Rabbim bizi bizden daha çok düşünüyor arkadaşlar. O halde şükür etmek için bi sebebimiz daha oldu mu? Çok şükür. Geçiyorum 15. ayete, burada müminler için bir uyarı var ‘’Ey iman edenler! Kafirlerle savaştığınız zaman mevzilenmek halleri dışında onlara arkanızı dönmeyin.’’ Devamında ayette mevzilenmek halleri dışında geri dönmemelerini söylüyor. Savaş prensiplerini bir kenara bırakarak bir konuya daha değinmek istiyorum ama bunu da 17.ayet eşliğinde yapacağım. Diyor ki; ‘’Onları siz öldürmediniz, Allah öldürdü. Attığın zaman da sen atmadın, Allah attı. Müminleri tarafından denemek için Allah böyle yaptı, şüphesiz allah işitendir, bilendir’’ Bu ayette bahsedilen siz kuşkusuz Efendimiz. Efendimiz Bedir savaşında eline bir avuç taşlı toprak alarak düşmana karşı savurmuş. Ve bu taşların düşmanlardan birkaçını etkisiz hale getirmesi, bakın öldürmesi demiyorum sadece etkisiz hale getirmesi Efendimiz’de büyük bir hüzün oluşturmuş. Bir peygamberin birini öldürmesi fikrini biz bile kabul edemezken, Efendimiz nasıl kabul etsin dimi? Onun bu üzüntüsünü gören Rabbim ona bu ayeti indirmiş. Yalnız anlamadığım şu, müminleri neden böyle imtihan etmek istedi? Acaba Peygamberin insan öldürüp öldürmeyeceği sorusuna cevap almaları için mi? İşte bunu ben de bulamadım arkadaşlar. Çünkü kimse bundan bahsetmemiş, galiba buna takılan tek ben oldum. Heh işte bir de artık siz. Yine de aklınızda soru kalmaması açısından size şöyle bir bilgi aktarabilirim, Efendimiz ömrü boyunca o kadar savaşa katılmasına rağmen sadece 1 kişiyi öldürmüştür. Bu olay Uhud savaşı sırasında, Efendimiz yara aldığı bir anda gerçekleşmiş. Efendimiz yaralı ve halsiz bir halde bir kenardayken Übey bin Halef adında bir müşriğin ‘’ eğer o peygamberse gelir beni öldürür, yoksa zaten beni kimse öldüremez’’ demesi üzerine Efendimiz ayağa kalkıp onun yanına gitmek istiyor. Sahabe izin vermiyor, çünkü efendimiz çok bitkin ve yürümekte bile zorlanıyor. Onun bu halini gören Halef bu sözünü tekrarlıyor. Bunun üzerine efendimiz mızrak istiyor. Sahabe halsiz olduğunu ve geri dönmesini istiyor ama efendimiz ısrarcı. Mızrağı eline alıyor ve rivayetlere göre bacağına yahut göbeğine yahut sırtına saplıyor. Halef’in arkadaşları onu alarak, yarasının kötü olmadığını iyileşeceğini söylüyor ama bu sırada Halef ‘’Hayır o peygamberdir ve bu yara küçük de olsa beni öldürecektir’’ diyerek vefat ediyor. Bu konunun doğruluğunu çok araştırdım ve gerçekten kesin olan bu. Efendimiz tüm savaşlarda ordu komutanlığı görevini üstlenmiş ve hiç kimseye zarar vermemek için olabildiğince çaba harcamıştır. Zaten 19 ayette buyuruyor ki ‘’ Fetih istiyorsanız işte size fetih! Eğer vazgeçerseniz bu hakkınızda daha hayırlı olur’’ Bu sure içerisinde buna benzer ifadelere çok rastlıyoruz. Zaten yukarıda savaşı anlatırken de söyledim, Efendimiz bu savaş kararı almamak için çok uğraşıyor. Defalarca istişare ediyor ve hatta üzerine gönderilen suikastçilerden kaçtığı bile oluyor. Ama artık her taraftan bir saldırı haberi alınca savaşmak zorunda olduğu ona bildiriliyor.
Savaşı bir kenara bırakarak, hem gününe hem bugününe anlam veren bir ayetle devam ediyorum; ‘’ Ve iyi bilin ki, mallarınız ve çocuklarınız bir imtihandan ibarettir’’ Bu ayet eşlerin ve çocukların da insanın imtihanı olabileceği gerçeğini hatırlatıyor. Müminler Allah sevgisi ile evlât sevgisi arasında gerekli dengeyi kurmak zorundadır. Çocukların istek ve menfaatler ile Allah’ın emirleri çatıştığında O’na itaat etmek durumunda olduklarını bize gösteriyor. İnsanın evlâda düşkünlüğü bazan ilâhî emirlere uyma konusunda aileleri zor duruma düşürebiliyor ama her şeye rağmen Allah’a itaat etmekten asla vazgeçmeyenler ayetin devamıyla müjdeleniyor.
Geliyorum 32-33. ayete, bu ayetlerde müşriklerin Efendimize ‘’Eğer Allah seninle beraberse hadi gökten taş yağdır’’ dediğine şahit oluyoruz. 33.ayette de diyor ki; ‘’ Halbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. Bir de istiğfar ettikleri sürece de Allah onlara azap edecek değildi’’ Şimdi bu ayetin bu surede olmasının şöyle bir sebebi var. Peygamberimiz ve iman eden bir grubun Medine’ye geçmesiyle, Mekke halkının güveni ortadan kalktı. Onlara azap yahut bir bela gelmemesi için hiçbir sebep yoktu. Yalnız ayetten de anladığımız üzere, onların içinde geç de olsa iman eden, yahut puta taptıkları için, çıplak tavaf ettikleri için pişman olup tövbe edenler vardı. Ve bu insanlar olduğu müddetçe de Mekke’de bir taş yağması olayı olmayacaktı. Bu konuyu aşağıda vereceğim tefsir linklerinden de ekstra olarak okuyabilirsiniz.
İşte geldik surenin en tehlikeli ayetine. Şimdilerde işid’in ve daha önceleri birçok grubun daha düstur edindikleri bir ayet bu ; Ortalıkta fitne kalmayıp, din tamamıyla Allah’ın dini oluncaya kadar onlarla cihad edin.’’ Bu ayetin açıklaması için şu linke yönlendiriyorum, çünkü dediğim gibi tehlikeli bulduğum ve vebalinden korktuğum bir ayet. Yorumu için Tıktık!
Şimdi bu tehlikeleri kenara bırakıp yeni bir güzellikten bahsetmek istiyorum. Hani yukarıda savaşı anlatırken bahsetmiştim, sayıyca azdılar, yorgundular, bir taraftan kervane yetişip bir yandan ordudan kaçıyordular, sonra herşey tersine döndü, derken insanlar bitkin düştü ama savaşı kazandılar. İşte 43.ayetle birlikte müminlerin nasıl bu kadar dirayetli olduklarını anlamaya başlıyoruz. Nasıl mı? Hemen bakalım; ‘’Allah sana rüyanda onları daha az gösteriyordu, çünkü eğer kalablık görseydiniz korkacaktınız’’ ‘’Ve karşılaştığınızda da onları daha az gördünüz çünkü o mukadder olan işi yerine getirecekti’’ Nasıl güzel yardımlar bunlar. Geceleri neyle karşılacağını bilmeyerek uyuyan insanların korkularını hafifletmek için, güçlerini toplamaları için, pes etmemeleri için verilen motivasyonun güzelliğine bakar mısınız? Demek ki, bedir savaşı başlangıcı bakımından da bir ilâhî mucize eseridir, sonucu bakımından da mucizedir. Baştan sona bütün aşamaları ve oluş şekli ile de birçok harikaları içinde barındırmaktadır. Yani yalnızca bu ve bunun gibi olağanüstü olan işler ve oluşlar değil, bize sıradanmış gibi görünen işler dahi Allah’a irca olunur, O’na döndürülür. Her iş eninde sonunda O’na dayanır. Peki savaşın bir tarafındakilere Allah yardım ederken, diğer tarafındakilere yardım edecek olan şeytanın akıbeti ne oldu? Bir de ona bakalım, 48.ayette diyor ki; ‘’Şeytan onlara bugün size galip gelecek yoktur ben size yardımcıyı demişti. Fakat iki tarafın karşı karşıya geldiğini görünce arkasını dönüp kaçtı ve ‘’Ben sizden uzağım, ben Allah’tan korkarım’’ dedi. ‘’ Yani müminlere gelen İlâhî yardım Cebrail’in eşliğinde inerken şeytan korkmaya başlamış ve tabi ki kaçmıştı. İşte şeytan hep böyle demeden geçmek istemiyorum burayı. Hep bizi bir günaha sürüklüyor, bir hatanın tam ortasında buluyoruz hep kendimizi. Ama o fısır fısır akılları veren şeytan hop yok oluyor! Sonra biz kendi vicdanımızla hatta azabımızla başbaşa kalıyoruz. Ama işte bu anlar tövbe etmek için hala vaktimizin olduğu anlar. Günahın ortasında kendini bulduğun an tövbe et! Ve o günahı bastırmak için bir iyilik yap, bir hayr işle. Sonra hop affedil! İşte bizim dinimiz bu kadar güzel! 🙂
Surenin uzunca bir kısmında kafirlerden bahsediyor ve münafıkların sonlarını açıklıyor. Onlarla karşı karşıya gelindiğinde nasıl davranılması gerektiğini nasıl savaşılması gerektiğini anlatıyor. Sonra 61.ayette ‘’ Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et’’ diyor. Az önce Efendimiz için inen ayette karşılaştığımız ifadenin genel hali de bu oluyor işte. Yani müslümanların savaştan amacı; Zulmü ve saldın ihtimalini ortadan kaldırmak, meşru savunmada bulunmaktır. Ve eğer karşı taraf zulüm ve saldırıdan vazgeçerek barışa yönelirse müslümanlarında bu barış ahdine uyması emrolunur. Zaten 63.ayette de ‘’müminlerin gönülleri birbirine ısındıran O’dur. Yoksa yeryüzünden ne varsa harcasaydın onların kalplerini yine birbirine ısındıramazdın’’ ifadesiyle de Allah’ın her zaman güzellikten yana olduğunu görüyoruz. Bu ayette bahsedilen Evs ve Hazvec kabileleridir, bu iki kabile Efendimiz’den önce birbiriyle düşmandılar. Ama Bedir savaşında birlik olup daha sonra da kardeş oldular.
Daha sonra 65.ayette çok garip bir eşleştirme söz konusu. Ayeti direk hiç kesintiye uğratmadan yazıyorum; “Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et! Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa inkâr edenlerden iki yüz kişiyi yener, sizden yüz kişi olursa bin kişiyi yener; çünkü onlar yaptıklarının bilincinde olmayan bir topluluktur. Allah sizde bir zayıflık olduğunu bildi de şu andan itibaren yükünüzü hafifletti. Artık sizden sabırlı yüz kişi olursa Allah’ın izniyle iki yüz kişiyi yener, sizden bin kişi olursa iki bin kişiyi yener. Allah sabredenlerle beraberdir.” Burada ilk sayılar ile ikinci sayılar arasında ciddi bir fark var. Sayılar arasında doğru orantı kurduğumuzda bir müminin 10 kâfir karşısında sabırla durması ve savaşı bırakıp kaçmaması emriyle karşılaşıyoruz. Ve sonra 66.ayette bir önceki ayetin üstüne diyor ki, siz de bir zayıflık gördük bu yüzden artık on kişi yerine iki kişinin önünden kaçmayın. Müfessirler 66.ayetin, 65.ayeti nesh ettiği, yani hükmünü ortadan kaldırdığı konusunda ortak karardalar. Yani bunun aksini söyleyeni ben göremedim ama yine söylüyorum nesh konusu beni aşar. Sonra 67 ve 68.ayette bir fidye meselesi söz konusu. Bu konuda hadislerde şöyle aktarılıyor; Esirler bekletilirken Hz.Ebubekir, fidye istenerek geri verilmelerini belki ilerde müslüman olabileceklerini söylüyor. Hz.Ömer ise hepsinin öldürülmesinde yana. Efendimiz ayetin hükmüyle fidye kısmına yanaşıyor. Ve 68.ayet de diyor ki, eğer sana bu hüküm gelmeseydi aldığınız fidyeden dolayı muhakkak size bir azap verirdik. Yani fidye konusu sıkıntılı bir mesele, izni Allahtan gelmedikçe başvurulmamalı.
Son konuya girerken size son bir kıssa daha anlatacağım. Peygamberimizin amcası Abbas, Bedir savaşında esir alınan müşriklerden biri. Savaşın sonunda Allah’ın inayeti ile iman ediyor. Ve onun gibi müslüman olmaya karar vermiş bir grup daha var. Ama genel olarak esir hükmünde oldukları için müslüman olsalar daha serbest bırakamıyorlar. Zaten fidye ayetinin bu iman eden insanlar için indiği yönünde görüşler var. Her neyse, daha sonra Efendimiz amcasına giderek fidye verirse serbest kalacağını ve müslüman olarak içlerinde yaşayabileceğini söylüyor. Abbas ise Efendimiz’in söylediği miktarı çok bulararak ‘’eğer sana bu parayı verirsem hayatımın geri kalanını yoksul ve dilenerek geçirmek zorunda kalırım’’ diyor. Bunun üstüne Efendimiz ona 70.ayeti okuyor; ‘’ Eğer Allah sizin kalplerinizde bir hayır bulursa, sizden alınandan daha fazlasını size verir.’’ Bunun üstüne Abbas fidye ile serbest bırakılıp oluyor bize Hz.Abbas. Daha sonra da rivayet edilen hadislere bakılırsa, Hz.Abbas verdiği fidyeden çok daha fazlasını kazanıyor ve bu ayet doğrulanmış oluyor. Ve bu müslüman olan esirlerin artık müslümanlarla yaşaması konusu gündeme gelince, surenin son birkaç ayeti iniyor. Bu ayetler müslümanların onlara karşı nasıl davranması gerektiğini açıklıyor.
Bir sureyi daha kazasız belasız bitiriyorsak şükür etmek için kocaman bir sebebimiz daha oldu demektir. Heybeye 75 ayet daha ekledik, inşallah ahirette bize şefaatçi olurlar. Ama tabi ki bunun için bu ayetleri unutmamak ve her zaman aklımızın bir köşesinde uygulayacağımız güne kadar saklamak gerek. Her ne kadar bu sure çoğunlukla bedir savaşını anlatıyor olsa aralarda almamız gereken hayli mesaj vardı. Rabbim okuduklarımızla amel etmeyi nasip etsin diyerek müsade alıyorum. Bir de cevapsız kalan sorularınız için aşağıya tefsir linkleri bırakıyorum;
Sadakallahulazim.