Meal Okumaları 62 – Cuma Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:

 

Son birkaç yıldır dilime doladığım ve okurken farketmeden ezberime kattığım, ne zaman içim sıkılsa sarıldığım ve bir yandan da hakikaten okumanın bana aşırı mutluluk verdiği bir surede bugün sıra. Neden bu kadar bağlandığımı hatırlamaya çalışınca bir sohbet esnasına gidiyor aklım. Hocamız orada, Ayşe validemiz’in genç kızlara ve kadınlara Cuma Suresi okumalarını nasihat ettiğini söylemişti. Sohbetin diğer kısımlardan tek bir cümle dahi hatırlamıyor olmam üzerinden yıllar yıllar geçtiğinin ispatı olsa gerek. Bir de o zaman Kuran okumak bu kadar kolay gelmiyordu bana, sanki dünyayı kurtaracakmışım gibi kısacık zamana namazı ve kuranı sıkıştırıyor diğer vakitlerde de Allah bilir ne ile uğraşıyordum. O yüzden eve gelir gelmez, küçük münacat cüzüne baktım, orada yasin tebareke amme ve küçük dualar dışında birkaç büyük sure daha gözüme çarpıp duruyordu, inşallah içlerinde Cuma suresi de vardır diye dua ettim. Sonuçta varsa, her gün okumak daha kolay olacaktı. Ve elhamdulillah vardı, ben de o günden sonra hep okumaya başladım. Bazen günde birkaç kere, bazen ikindi namazının peşine, bazen seher vaktinde ama her gün muhakkak okumayı adet edindim kendime. İşin aslı, biri bana kalkıp bu surenin faziletini sorana kadar araştırmak da aklıma gelmedi. Sohbet sırasında hocanın söylediği sözlerin devamını hatırlasaydım, bunu da hatırlardım ama malesef Cuma suresinin faziletini hiç araştırma ihtiyacı duymadan yaklaşıp üç-dört yıl okumuştum. Çünkü fazileti beni ilgilendirmiyordu, ben beni mutlu etmesine bakıyordum. Eğer bir fazileti varsa, Rabbim muhakkak onu bana nasip edecekti, araştırmaya gerek yoktu. Eğer fazileti yoktuysa da, her gün +11 ayet okumuş olurdum. Yine de iki yıl önce surenin faziletini öğrenmek tevafuken nasip oldu. Ayşe validemiz hanımlara, hayırlı bir ömür ve hayırlı bir zürriyet için bu sureyi okumalarını önermiş. Aynı zamanda surenin, evli çiftlerin arasında muhabbet oluşturan bir etkisi de varmış. Açıkçası fazileti öğrenince bir hayal kırıklığına uğradım. Ben o kadar büyük muhabbetle okuyordum ki, ne yani hayırlı evlilik içinmiymiş deyiverdim. Bu gaflet anını kısa tutarak, ‘’Allahım tabi o da önemli de, yani ne bileyim’’ diyerek özür mahiyetinde bir açıklama geçtim. Öyle ya da böyle, ben bu sureyi okuyarak mutlu olan biriyim. Ve bu surenin hadislerce bilinen fazileti de buymuş. Hadislerin sahihliğini soracak olan olursa, işte onun içinden çıkamadım, ravi kesintisi var. Artık ya siz de benim gibi, fazileti düşünmeden okuyacaksınız, ya da fazileti kesin olan surelere yönelirsiniz. Orası sizin bileceğiniz iş.

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


Bu mübarek sûre Medine’de İnmiş olup ahkâm âyetlerini kapsamak­tadır. Mushaftaki sıralamada altmış ikinci, iniş sırasına göre yüz onuncu sûre­ olmakla birlikte Saff suresinden hemen sonra nazil olmuştur.  Adını cuma namazının öneminden söz eden 9. âyetinden almıştır. Bu surede Cuma namazı ile ilgili hükümler beyan edilmiş olmasına rağmen, surede sadece Cuma Namazı işlenmiş değildir. Diğer surelerde olduğu gibi bu ad, bir alâmettir. Müfessirlerce kabul görmüş genel bir görüşe göre;  İlk sekiz ayet Hicri 7. yılda ve muhtemelen Hayber fethinde yahut ondan bir zaman sonra nazil olmuştur. Son üç ayet, hicretten kısa bir zaman sonra nazil olmuştur. Bu ayrımı daha sonra ayetlerde anlatacağız. Surenin iki ayrı iniş zamanı demek aynı zamanda iki ayrı konuya sahip olduğu anlamına gelir. Bu yüzden surenin giriş kısmını ayrı, son kısmını ayrı bir konu olarak ele alacağız, bununla ilgii olarak ayetleri kategorize edersek net bir bilgi elde etmiş olabiliriz;

1-8: Kuran’da Yahudilere yapılan son hitap
9-11: Cuma namazının hükümleri

Önce surenin ilk sekiz ayetini anlatan kısmı daha iyi anlamak için tarihsel arka planı ele alalım; sekiz ayeti nazil olduğunda, İslâm davetini önlemek için, Yahudilerin sarfettikleri tüm çabalar, geçen 6 yıl süresince başarısız olmuştu. Başlangıçta Medine’deki üç güçlü Yahudi kabilesi (Beni Kaynuka, Beni Kurayza, Beni Nadir) Hz. Peygamber’e (s.a) tüm güçleriyle karşı koymuşlar ve sonuçta kabilelerden biri tamamen yok olurken, diğer ikisi ülkelerini terketmek zorunda kalmışlardır. Daha sonra ise, Yahudiler diğer Arap kabilelerini kışkırtarak onları Medine’ye saldırmaları için teşvik ederler. Ancak bu sefer onların hepsi Ahzab Savaşı’nda bozguna uğrarlar. Geriye, Medine’den sürülen çok sayıdaki Yahudinin de toplandığı en büyük kaleleri Hayber kalmıştı. Bu ayetler nazil olduğunda, onlar da fazla karşı koymadan teslim olmuşlar ve bizzat kendi başvuruları üzerine Müslümanların zimmetinde orada kalmayı kabul etmişlerdir. Bu son yenilgiden sonra, Arabistan’daki Yahudi gücü tamamen ortadan kaldırılmıştı. Öyle ki, İslâm’ın adını bile duymak istemeyen o Yahudiler, İslâm’ın zimmeti altına girmek zorunda kalmışlardır. Böyle bir atmosferde Allah Teâlâ bu sureyle, onlara bir kez daha seslendi ve bu muhtemelen Kur’an’da zikredilen, Yahudilere yapılmış son hitaptı. Bu hitabede üç nokta vurgulanmıştır. Bu üç noktaya ayetlerle değinelim;

Surenin ikinci ayetinde şöyle buyuruluyor; ‘’Ümmîler arasından, kendilerine âyetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O’dur. Halbuki onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler.’’ Burada Yahudilere seslenilirken verilmek istenen mesaj; ‘’Sizler(yahudiler) bu peygamberi, kendi kavminize değil, tahkir ederek “ümmî” dediğiniz başka bir kavme mensup olduğu için reddediyorsunuz. Peygamberin sizin kavminizden olma zorunluluğu batıl bir düşünceden başka bir şey değildir.’’  Çünkü Yahudiler “nübüvvet” şerefinin sadece kendi soyunuzun tekelinde olduğunu kabul ediyor ve Ümmîler arasında hiçbir zaman bir peygamberin gelmeyeceğini sanıyorlardı. Oysa Allah o ümmiler arasından bir peygamber çıkarmıştır. O peygamber ki Yahudilerin gözleri önünde “mesaj” tebliğ etmekte, insanları tezkiye edip, sapıklıktan kurtararak, onlara doğru yolu göstermekteydi. Bu, Allah’ın bir lütfudur ve O dilediğini “peygamberlik” ile şereflendiririr.

Vurgulanmak istenen ikinci nokta 5.ayette karşımıza çıkıyor; ‘’Kendilerine Tevrat yükletilen sonra onunla amel etmeyenlerin durumu, koca koca kitaplar taşıyan merkebin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini yalan­lamış olan kavmin durumu ne kötüdür, Allah, zâlimler topluluğunu doğru yola iletmez.’’ Yine burada Yahudilere açıkça şöyle seslenilmektedir; ‘’ Sizler Tevrat’ı yüklenen kimseler olmanıza rağmen, onun kıymetini bilemediniz ve sorumluluğunuzu yerine getiremediniz. Sizler tıpkı kitaplar yüklendiği halde, o kitaplarda neler yazdığını bilmeyen merkeplere benziyorsunuz.’’  Bu ayetteki ‘’Tevrat yüklenen kimseler’’ ifadesine vurgu yapılmasının sebebini ise müfessirler şöyle açıklamışlardır;  Onlar “Tevrat” yüklenmiş kimseler olmaları nedeniyle, Hz. Peygamber’e (s.a.) herkesten önce uymalıydılar. Çünkü Tevrat’ta açıkça Hz. Peygamber’in (s.a.) geleceği müjdesi verilmiştir. Ancak buna rağmen Yahudiler, Tevrat’ın mesajına aldırmaksızın, Hz. Peygamber’e (s.a.) herkesten daha fazla karşı çıkmışlardır.

Ve vurgulanmak istenen üçüncü nokta da 6.ayette anlatılıyor; ‘’De ki: Ey kendisine Yahudi diyenler! Diğer insanların değil de yalnız kendinizin Allah’ın dostları olduğunuzu sanıyor­sanız, bu iddianızda samimî iseniz haydi ölümü temenni edin (bakalım).’’ Burada, “Ey Yahudiler!” şeklinde hitap edilmeyip, “Ey kendisine Yahudi diyenler!” yahut “Ey Yahudilik iddiasında bulunanlar!” denmesi oldukça dikkate değerdir. Bunun sebebi, Hz. Musa’nın (a.s) tebliğ etitği dinin de O’ndan önceki peygamberlerin getirdikleri dinin de adının İslâm olmasıdır. O peygamberlerden hiçbiri Yahudi değildi ve daha o dönemlerde Yahudilik doğmamıştı bile. Bu din, daha sonraları bu isim ile tanınmaya başlanmış ve Hz. Yakub’un (a.s) dördüncü oğlu Yahuda’ya nisbet edilmiştir. Hz. Süleyman’dan (a.s) sonra İsrailoğulları ikiye bölündüğünde, sülaleden birinin saltanatı “Yahuda” ismi ile meşhur olmuştur. Bu oluşum M.Ö. 4. yüzyıl ile M.S. 5. yüzyıl arasında isimlenmiştir. Tekrar ayete dönecek olursak, Yahudilere açık bir şekilde ‘’Madem Allah sizin dostunuz, o zaman ölün bakalım’’ çağrısı yapılıyor. Yahudilere bu teklif, bununla birlikte Kur’an’da ikinci kez yapılmış olmaktadır. Daha önce Bakara: 94-96’da da karşımıza çıkmıştı. Bu ayetlerde Yahudilere verilmek istenen mesaj açıkça şudur;  Sizler, gerçekten Allah’ın sevgili kulları olsaydınız ve gerçekten Allah indinde büyük izzet ve ikrama mazhar olacağınıza inansaydınız eğer, ölümden bu derece korkmamanız gerekirdi. Ancak sizler sırf ölüm korkusuyla dalâlet içinde yaşamayı kabul edip, bu yüzden geçen birkaç sene içerisinde sürekli yenilgiyi tercih ettiniz. Sizlerin bu hali bile, yaptıklarınızın doğru olmadığını bildiğinize tek başına delildir. Sizler, bu halinizle Allah’ın huzuruna gittiğinizde, orada bu dünyadakinden daha zelil olacağınızı pekalâ biliyorsunuz. Zaten 7.ayette de ‘’Allah zalimleri çok iyi bilir’’ diyerek durumun son noktasını koymuş. Bunlar yalnızca Yahudilerin iddialarıdır, allah ise onları zalimlerden saymaktadır.

Surenin ikinci kısmına başlamadan önce, Yahudi uyarılardan hemen sonra neden Müslüman bayramı olarak bilinen Cuma hikmetinden bahsdildiğini anlamaya çalışalım. Bununla ilgili bir görüşte Yahudilerin Sebt’ine (Cumartesi gününe) karşılık, Müslümanlara Cuma’nın bağışlanması nedeniyle, bu iki bölüm bir araya getirilmiş olabileceği yazıyor. Çünkü burada Müslümanlar, Yahudilerin Cumartesi gününe karşı takındıkları tavır gibi Cuma’ya bir tavır takınmamaları konusunda uyarılıyorlar.

İkinci kısmın ilk ayetinde şöyle buyuruluyor; ‘’Ey îman edenler! Cum’a günü namaza çağırıl­dığı (ezan okunduğu) zaman, hemen Allah’ı anmaya ko­şun ve alış verişi bırakın. Eğer siz bilen kimseler iseniz elbette bu, sizin için daha hayırlıdır.’’  Bu ayet, müslümanları Cuma namazına davet ediyor şeklinde anlaşılmamalıdır. Çünkü müslümanlar daha önce bu davete mazhar olmuşlardı. Aksine burada müslümanlar bu dâvete karşı gevşek davranmamaları, alışverişlerine devam etmemeleri konusunda uyarılıyorlar. Yani müslümanların bu konuda Yahudiler gibi davranmamaları isteniyor. Cuma namazı konusunda ciddi olmaları, her türlü meşguliyetlerini terk ederek Allah’ın zikrine koşmaları emrediliyor. Ayrıca buradaki namaza çağrıdan maksat ezandır ve Kur’an’ın hiçbir yerinde namaz için ezan okunmasına dair bir hüküm yoktur. Bu Rasulullah Efendimizin koyduğu bir kuraldır. Ayrıca yine Cuma namazının vakti, rekatları, kılınış şekli ve Cuma hutbesine dair Kur’an’da bir bilgi mevcut değildir.  Bunlar hep Efendimiz’in hadislerine göre yapılmaktadır. Bu ayetten çıkarılması gereken net fetva ise şudur; Cuma günü namaz ve hutbeye çağrı olan ikinci ezan okunur okunmaz tüm alışverişler, tüm konuşmalar, tüm meşguliyetler terk edilmelidir. Fakihlerimiz ezan okunduğu andan itibaren Müslümanı mescide gitmekten alıkoyan her tür meşguliyetin haramlığı üzerinde ittifak etmişlerdir. Bazen böyle bir şey başka bir şey sebebiyle haram oluverir. Yani alışveriş helâldir ama, Cuma günü Cuma ezanı okununca haramdır. Zaten bir sonraki ayette şöyle buyuruluyor;   “Namaz bitince yeryüzüne yayılın; Allah’ın lütfundan rızık isteyin; Allah’ı çok anın ki saadete erişesiniz.” Bu ayetin anlamı, namaz biter bitmez hemen turlar düzenleyin değildir. Bu alışveriş yasağının bitişinin beyanıdır. Artık Allah’ın fazlından, kereminden rızık aramanızda sizin için bir sakınca yoktur. Mescidi terkedebilir, alışverişlerinize ve işlerinize devam edebilirsiniz demektir. Kuran’ın Cuma namazıyla ilgili açıklamaları bu ayetle birlikte son bulmuştur. Bunun dışında kalan bilgiler tamamen hadis, sahabe ve islam kaynaklarından alıntılanmıştır. Bu konuyla ilgili merak ettiğiniz şeyleri, mezhep imamlarından araştırmanız daha doğru olur. Çünkü 4 mezhep imamı da Cuma vakti, Cuma namazı, Cuma hutbesi konusunda farklı görüşlere sahiptirler.

Surenin son ayeti ise az önce işlediğimiz Cuma ayetlerinin inişine sebep olan olaya işaret etmektedir. Bu olay İbni Abbas, Ebu Hureyre, Hasan Basri ve daha pek çok sahâbe tarafından şu şekilde anlatılır: “Bir Cuma vakti Şam’dan Medine’ye bir ticaret kervanı gelir. Allah’ın Resûlü hutbede sahâbeye hitap etmektedir. Kervanın sesini duyan sahâbe, Allah’ın Resûlü’nü hutbede terk ederek kervana koşar. Buhârî, Müslim ve Tirmîzi’nin Cabir bin Abdillah’dan rivâyetine göre, Rasulullah’ı dinleyen mescitte sadece 12 kişi kalmıştı. Hattâ bu durumu gören ve çok üzülen Allah’ın Resûlü: “Eğer hepiniz çıkıp gitseydiniz mescit üzerinize ateş olurdu” buyurmaktan kendini alamamıştı. İşte bu hadise üzerine Rabbimiz bu âyetlerini indiriyor ve Müslümanları şöyle uyarıyordu. ‘’  Onlar bir ticâret ve eğlence gördükleri zaman hemen dağılıp ona giderler ve seni ayakta bırakırlar. De ki: Allah’ın yanında bulunan, eğlenceden ve ticâret­ten daha yararlıdır. Kuşkusuz Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır.’’ Rivâyetlere göre Rasulullah’ın yanında kalan o 12 kişiden 10’u Aşere-i Mübeşşere idi. Bu ayetin tefsirinde bazı müfessirler, sahabeye laf etmiş ve onları kınamıştır. Fakat böyle bir şey kesinlikle hiçbir insanın haddi değildir. Bu dönem, Mekke müşriklerinin uyguladıkları ekonomik ambargolar sonucu Müslümanların çok sıkıntı çektikleri, günlük ihtiyaçlarını karşılamakta büyük zorluklar yaşadıkları bir dönemdi. İbni Cerir’in beyanıyla halkın, çocukların açlıktan ölüm tehlikesiyle karşı karşıya bulundukları bir dönemde oluyordu bu hadise. Böyle sıkıntılı bir dönemde bir kervan gelince, anlık bir gaflet sonucu Müslümanlar kervana yönelmişler. Ki biz bu insanların Mekke’de dinleri için nelere katlandıklarını çok iyi biliyoruz.  Sahâbeyi tanıyan insanların, böyle şeyler söylemesi asla mümkün değildir. Rabbimiz bu ayette sahabeyi ciddi bir şekilde uyarmıştır, ayetten fazlasını çıkarıp kişisel yorum katmak yanlıştır.

Surenin ilk ayetleri Yahudilere sesleniyor olsa da, son üç ayette almamız gereken harika bir mesaj vardı. Siz dünyadan rızık, rahatlık ve eğlence mi istiyorsunuz? O zaman Allah’ın peşinden koşun. Çünkü dünyalık nimetler O’nun elindedir. Yoksa siz ahireti istiyor da, cennete kavuşmayı mı arzu ediyorsunuz? O zaman yine Allah’ın peşinden koşun. Çünkü ahiret nimetlerinin vericisi de Allahtır.  Elhamdulillah, elhamdulillah, elhamdulillah.

Ve
Sadakallahulazim.

Yorum yapın