بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Teğâbün sûresi Medine’de inen ve fıkhî hükümler yönüne ağırlık veren sûrelerdendir. Mushaftaki sıralamaya göre kitabımızın 64. nüzûl sıralamasına göre 108. suredir. Sure adını 9. âyetindeki “Teğâbûn” kelimesinden almıştır. Mukatil ve Kelbî’nin bu surenin bir kısmının Mekke’de diğer bir kısmının da Medine’de nazil olduğunu söylemelerine karşılık, İbn Abbas ve Ata bin Yessar ise, 13 ayetin Mekke’de, geri kalan ayetlerin ise, Medine’de nazil olduğunu söylemektedirler. Biz güvendiğimiz müfessirleri esas olarak bu sureyi Medeni olarak kabul ediyoruz. Fakat bu sûrenin havasının Mekke’de inen surelere benzediğini ve İslânmî inanç esaslarını ele alan yanları olduğunu da göz ardı etmiyoruz. Artık sureyi kısımlarına ayırıp ayetlere geçelim isterseniz;
1-4: Tüm insanlara hitap; Allah’ın sıfatları
5-12: İnkar edenlere hitap; Kıyamet hali ve cehennem
13-18: İman edenlere hitap; Dünyalıklara karşı uyarı
Sûrenin ilk bölümünde mü’min kâfir ayırımı yapılmaksızın tüm insanlığa seslenilmektedir. Bu ayet grubunu toplu olarak ele alalım; ‘’Sizi yaratan O’dur. Böyle iken kiminiz kâfir, kiminiz mü’mindir. Allah yaptıklarınızı görendir. Gökleri ve yeri hak ile yarattı. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı. Dönüş ancak O’nadır. Göklerde ve yerde olanları bilir. Gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı da bilir. Allah kalblerde olanı bilendir.’’ Bu ayetlerin tefsirinde 4 temel hakikate değinilmek istenmiştir; 1) İçinde yaşamakta olduğunuz bu kainat sahipsiz değildir. Onun yaratıcısı ve idare edeni Mutlak Kadir olan Allah’tır. O’nun her tür noksanlıktan münezzeh olduğuna, kainattaki her zerre şehadet etmektedir. 2) Bu kainat amaçsız yaratılmamıştır, bilakis onun varlığı bir hikmete dayanmaktadır. Bu kainatın bir eğlence için yaratılmış olduğu ve böylece son bulacağı şeklindeki bir yanlış zanna sakın kapılmayın. 3) Allah sizleri en güzel şekilde yaratmış, küfür ve imanı seçmede serbest bırakmıştır. Elbette bu, maksatsız yapılmamıştır. Küfrü veya imanı seçtiğinizde sonuç farklı olacaktır. Allah size bu seçme hürriyetini vermek suretiyle bu hürriyeti nasıl kullanacağınızı, hakkı mı, batılı mı seçeceğinizi denemektedir. 4) Sizler, başıboş ve sorumsuz bırakıldığınızı zannetmeyin. En sonunda Allah’a dönecek ve o herşeyi Bilen’in huzuruna geleceksiniz. Hiçbir şeyiniz O’ndan gizli değildir. O sizin niyet ve hayallerinizi dahi bilir. Surenin giriş kısmında kainat ve insan hakkında bu 4 temel hakikat beyan edildikten sonra, hitap kafirlere çevrilmiştir.
Surenin bu kısmında kafirlere seslenilirken, ilk ayetlere de dayanılmaktadır. Yani önceki ayetlerle onların dikkati insanlık tarihi üzerine çekilerek, şimdi ki ayetlerde de dünyaya gelip, yükselen ve sonunda helak olan toplumlara değinilmiştir. Ayetler okuyunca anlaşılır cinsten oldukları için ben burada sadece birkaç ayeti yazmak istiyorum. Önce 6.ayette kafirlerin inkarları şu şekilde açıklanmış; ‘’Onlara peygamberleri apaçık deliller getirmişlerdi, fakat onlar “Bir insan mı bizi doğru yola götürecekmiş?” dediler, inkâr ettiler ve yüz çevirdiler.’’ Bu onların helâk olmalarının ilk ve temel nedeniydi. İnsanoğlunun, bu dünyada Allah’ın yol göstermesi olmaksızın doğru yolu bulması mümkün değildir. Allah insanların doğru yolu bulabilmeleri amacıyla içlerinden birisi vasıtasıyla talimatlar göndermiş ve peygamberlerine “beyyinat” vererek, insanların, onların hak üzere olduklarını anlamalarını istemiştir. “Beyyinat” kelimesinin anlam sahası çok geniştir. Lugatta açıklık ve sarahat anlamında kullanılır. a) Peygamberlerin “Beyyinat” ile gönderilmeleri, onların Allah tarafından açık işaretler ile gönderildiklerine ve bu açık işaretlerin kendilerinin Allah tarafından görevli kılındıklarına şehadet ettiği anlamına gelir. b) Peygamberlerin söyledikleri tamamıyla makuldür ve delillere dayanmaktadır. c) Peygamberlerin getirdiği öğreti, üstü kapalı, anlaşılmaz değildir. Bilakis Hak ve Batıl’ın, Haram ve Helâlin Dalâletin ve Hidayetin ne olduğunu açıkça beyan ederler. Ayete dönecek olursak, onlar Peygamaber’e iman etmek şöyle dursun, bi beşerin peygamber olabileceğini dahi kabul etmekten kaçınmışlardır. Böylece onların, hidayeti bulmalarına yardımcı olabilecek bir vasıtaları kalmamıştır ve bu onların helak sebebi olmuştur.
Daha sonra 9.ayette; “Toplanma günü (hesap sormak) için, sizi bir araya getirdiği zaman, işte o, kimin aldandığının ortaya çıkacağı gündür; Allah’a kim inanmış ve yararlı iş işlemişse, Allah onun kötülüklerini örter, onları içinde temelli ve sonsuz kalacağı, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koyar; büyük kurtuluş işte budur.” buyuruluyor. “Toplanma Günü” kıyamet günüdür. “Toplanma” ile ezelden kıyamete kadar tüm insanların diriltilmesi kastedilmektedir. Yazının girişinde Teğabun isminin bu ayette geçtiğini söylemiştik. Gerçek anlamının hangisi olduğuna bir türlü emin olunamayan bu kelime genel anlamda toplanma günü olarak kullanılmış gözüküyor. Zaten bazı mealler bu ayeti “Teğabün günü” şeklinde çevirmişler. Birçok müfessir Teğabün kelimesini ticaretle alakalı bularak, mümin ve kafirlerin bu dünyada yaptıklarını bir ticarete benzetmişlerdir. Yani bir mümin, Allah’a isyan etmek yerine O’na tabi olup canını, malını ve tüm gayretlerini Allah yolunda sarfetmekle, zararlı bir ticareti bırakarak, sermayesini kârlı bir ticarete yatırmış olmaktadır. Yine bir kafir, Allah’a itaat etmek yerine, O’na isyan edip azgınlık yapmakla hidayeti yerine dalâleti satın alarak, kötü bir ticaret yapmış olmaktadır. Sonunda ise çok büyük zarar görecektir. Ancak her iki grubun da, gerçek kâr ve zararı kıyamet günü belli olacaktır. Dünyada bir mümin baştan başa zarar içinde görünürken bir kafirin her türlü faydayı yapıp, kimin zarar ettiği öbür dünyada ortaya çıkacaktır.
Toplanma günüyle alakalı bu bilgilerden sonra ayetin sonundaki güzelliğe değinmek istiyorum. 7 yaşındayken gittiğim bir kursta, hocamız bize ölünce tüm insanların bir yere toplanacağını ve burda dev ekranda herkesin hayatını sırayla izleyeceğimizi söylemişti. O zaman sadece bu işlemin çok uzun süreceğini o kadar süre ayakta bekleyemeyeceğimi düşünmüştüm. 12 yaşıma gelince ve bu bilgiyi hala unutmayınca, ayakta bekleme telaşım yavaş yavaş anneme söylediğim yalanlar ortaya çıkarsa korkusuna dönüşmüştü. Annemin dev ekranda markete değil de, arka sokağa paten kaymaya gittiğimi görmesi hiç hoş olmayacaktı. Hatta o sahneyi düşününce babamın arkadan ters ters baktığını hayal etmek de hiç zor olmuyordu. Sonra 18 yaşına gelmiştim ve hala bu trajik bilgi aklımın büyük bir bölümünü işgal ediyordu. Ve ayakta bekleme telaşım artık bambaşka bir boyut kazanmıştı. 12 yaşımdayken, yalan söylediğim için Allah’ın beni cezalandırmasından korkmuyor, anne-babamın kızmasından korkuyordum. Çünkü garip bir şekilde Allah’ın beni affedeceğinden emin gibiydim. 18 yaşına geldiğimde ise hem Rabbimin hem de ailemin bana karşı merhametli olacağını düşünüyordum. Bu yüzden de sıra insanlar ne der korkusuna gelmişti. Düşünsenize, İslam hoca o kadar iyi bir adam olmasına rağmen bunu nasıl sömürdüğümüzü mü izleyecekti. Mehmet Emin Yağcı, o kadar diktatör bir hoca olmasına rağmen onunla çok eğlendiğimizi bilse, kesin bizi tebrik ederdi. Peki ya canım sınıf hocam, harika derslerimin kaynağının kopya çekmek olduğunu izlerse çok mu yıkılırdı? Artık bu sefer de ters ters bakan dershane hocam olurdu herhalde. Tüm bunları düşünmek çok korkunçtu ve ben dev ekran fikrinden gitgide iğrenmeye başlamıştım. Yani ne olurdu Allah birebir muhasebeye çekse falan diye düşünmedim de değil hani. Ve tüm bunları düşünürken, bir de baktım ki 23 olmuşum. Artık ailemin hayatımı dev ekranda izlemesinden korkmuyorum. O hayat dev ekranda oynarken, kendine hak arayacaklardan da korkmuyorum. Arkadaşlarım, hocalarım, dostlarım, düşmanlarım ve öğrencilerimde umrumda değil açıkçası. Çünkü artık tek korkum bu hayatın hesabını da, şükrünü de O’na verememek. Rabbimin beni her an izlediğini biliyorum evet ama o sahneyi düşününce herşey çok garip değil mi? Bir tarafta hayatın herkesin gözü önünde, bir tarafta Rabbin karar vermeyi bekliyor. Dedikodularını, yanlışlarını, hatalarını, kusurlarını, günahlarını, düşmanlıklarını herşeyini ama herşeyini herkes gibi O’da izliyor. Belki yaşarken çok gelmemişti ama düşününce bizim de uzun bir hesabımız var dimi? Hatta belki yaşarken, bazı insanlara bakıp ‘’Ooo, ben bunların yanında sütten çıkmış ak kaşığım’’ demişizdir de, bir de o yüzden cezalandırılacağızdır. Kim bilir. Ama işte sonra meal okuyorsunuz, ayetlerle tanışıyorsunuz ve sonra bir ayet çıkıp yüreğinize su serpiyor, diyor ki; ‘’Kim Allah’a inamış ve yararlı iş işlemişse Allah toplanma gününde onun günahlarını örter, ebedi cennete sokar’’ Günahlarının hesabından korkanlar için bundan daha güzel bir vaat olabilir mi?
Surenin son bölümünde iman edenlere seslenilerek bazı talimatlar verilmiştir. Bununla ilgili olarak ilk talimat 11.ayette karşımıza çıkıyor; ‘’Allah’ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kını Allah’a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür.’’ Yani dünyada hiçbir musibet Allah’ın izni olmaksızın insanın başına gelemez. Kötü şartlarda müminler sabırlı olmalı, sebat göstermelidirler. Allah sabredenleri kendi yoluna iletecektir. Bir kimse korku nedeniyle imanından dönse bile, Allah’ın izni olmaksızın kendine gelen musibetten kurtulamaz. Üstelik o kimse kendisini en büyük musibete sokmuş olur. En büyük musibet ise, Allah’ın hidayetinden mahrum olmaktan başka bir şey değildir. İkinci talimat için 12.ayette şöyle buyuruluyor; ‘’Allah’a itaat edin, Peygamber’e de itaat edin. Yüz çevirirseniz bilin ki, elçimize düşen apaçık bir duyurmadır.’’ Yani insanlar iman etmekle herşeyin bittiğini sanmamalıdır. İman edildikten sonra Allah’a ve Rasulü’ne de itaat edilmesi gerekir. Allah’a itaatten yüz çeviren kimse, gelecek zararla ilgili tüm sorumluluğu üstüne almış demektir. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), hakkı tebliğ ettikten sonra sorumluluğu o kimseye vermiştir. 13.ayette bulunan ‘’ Mü’minler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.’’ İfadesiyle üçüncü talimatı da almış bulunuyoruz. Yani mümin kimse, sadece kendisine ve bir başkasının gücüne itimat etmez. O yalnızca Allah’a güvenir. Dördüncü talimat 14.ayette apaçık bir şekilde tarif edilmiş; ‘’Ey iman edenler! Eşlerinizden ve çocuklarınızdan size düşman olanlar da vardır. Onlardan sakının. Ama affeder, hoşgörür ve bağışlarsanız, bilin ki, Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir.’’ Yani bir mümin için mal, evlat, eş önemli birer imtihan sebebidirler. Çünkü bir mümini iman ve itaatten çoğunlukla bunlar alıkoyar. Bu bakımdan onlar, doğrudan veya dolaylı bunların kendilerini imandan ayırmaması için hassas olmaları gerektiği konusunda uyarılmışlardır. Yine müminler nefislerini mala tapma fitnesinden koruyabilmek için mallarını Allah yolunda sarf etmelidirler. Ve son talimat 16.ayette açıklanıyor; ‘’O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ Yani her insan, gücü nisbetinde sorumluluk taşır. Allah hiçbir insandan gücü üstünde bir işi gerçekleştirmesini istemez. Ancak müminler, güçleri yettiğinde Allah korkusu içinde yaşamaya, söz, davranış ve münasebetlerinde, zaafları dolayısıyla Allah’ın hududunu çiğnememeye gayret göstermelidirler.
Surenin 17.ayetine de değinip öyle vedalaşım istiyorum. Çünkü çıkarılacak en büyük ders aslında böyle gizli ayetlerde; ‘’ Eğer Allah’a güzel bir borç verecek olursanız, onu sizin için kat kat artttırır. Allah Şekür’dur, Halim’dir.’’ Allah’a güzel bir şekilde borç vermek, O’nun yolunda malı iç-ten gelerek, severek ve isteyerek infak etmek, karşılıksız borç vermek şeklinde tefsir edilmiştir. Allah (c.c.), kuluna verdiği maldan infakta bulunmasını istiyor, bunun da karşılığını bol bol vereceğini söylüyor. Daha sonra kendi isimleriyle buna açıklık getirmek için, önce çok şükreden anlamına gelen Şekür ismini okuyoruz. Ve sonra ceza vermekte acele etmeyen anlamına gelen Halim ismini. Bu isimleri ayetle harmanladığımızda, Rabbimiz’in kulun şükür etmediği zaman bile ona ceza vermekte acele etmediğini ve yumuşak davrandığını anlamını çıkarıyoruz. O halde gelin varımızı yoğumuzu Allah için harcamaktan kaçınmayalım. Sahip olduklarımızı Allah yolunda yatırım yapalım. Bununla ilgili olarak Ali Küçük hocanın tefsirinde okuduğum şu sözler çok hoşuma gitmişti. ‘’Namaz, oruç, hac, cihad, infak, zaman gibi bugün Allah için ne takdim etmişsek, bilelim ki yarın Allah katında onları hazır bulacağız. Hem de kat kat artırılmış olarak. Bir de yarın onlara en muhtaç olduğunuz bir anda onları Allah’ın yanında hazır bulacağız. Rabbimiz burada açık bir şekilde diyor ki, “kullarım şimdi bu dünyada bana güzel borçlar sunun, güzel ameller takdim edin ki, onlar bende emânet kalsın, yarın size en lazım olduğu günde benden alırsınız. Cennete girmek için mi lazım oldu? Cehennemden ve azaptan kurtulmak için mi lazım oldu? Onlara en çok muhtaç olduğunuz bir günde onları benden alırsınız.” Bunları Allah’a vermeseniz de, Allah hatırına kullanmasanız da zaten elinizden çıkıp gidiyor. Öyle değil mi? Meselâ şu anda şu bir saatlik zamanı Allah’a ayırmasaydınız, nasıl olsa yine geçecekti değil mi? Öyleyse zamanınızı Allah için harcayın, onu O’na bir emânet olarak sunun ki, yarın ondan alırsınız. Akıllarınızı, zekalarınızı sadece para kazanmaya değil de biraz da Allah’ın âyetlerini tanımaya, ağızlarınızı sadece yemeye, içmeye değil de, biraz da Allah’ın dinini çoluk-çocuğunuza anlatmaya harcayın böylece Allah’a güzel bir borç sunun ki, yarın Allah’tan onu alasınız. Paralarınızı sadece kendi cebinize at-madan yana değil de, biraz da fakirlerin cebine atmadan yana olun ki, yarın Allah’tan alırsınız. Yiyecekleri sadece kendi evinize değil biraz da fakir kardeşlerinizin evine götürmeden yana olun ki, yarın Allah’tan alırsınız.
18 ayetlik sureyi de 5 sayfa boyunca anlattığımıza göre artık müsade isteme vakti gelmiş demektir.
Sadakallahulazim.