بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Nûh Sûresi Mekke’de inmiştir. Bu sûrenin durumu da Mekke’de inen ve akâid esasları ile iman temellerinin tesbitine önem veren diğer sûreler gibidir. Gerek mushaftaki sıralamaya gerekse nüzul sırasına göre yetmiş birinci sûredir. Nahl sûresinden sonra, İbrahim sûresinden önce Mekke’de inmiştir. Sûrede Hz. Nuh’un peygamber olarak gönderilişi ve inkarcılara karşı verdiği mücadele anlatıldığı için ona bu ad verilmiştir. Başından sonuna kadar bu surede Nuh’un (a.s) kıssası anlatılmaktadır.
1-4: Nuh as’ın vazifelendirilmesi ve tebliğ çalışması
5-20: Tebliğ uğruna çektiği musibetler
21-24: Kavmin kesin inkarı ve helakı
25-28: Nuh’un duası
Bu surede Hz. Nuh (a.s) kıssası sırf hikaye olsun diye anlatılmamaktadır. Bu hatırlatma ile, Mekke’deki kafirlerin Hz. Muhammed’e (s.a) karşı takındığı tavrın Nuh’un (a.s) kavminin takındığı tavrın aynısı olduğu açıklanarak uyarıda bulunulmaktadır. Ve eğer bu tavrınızdan vazgeçmezseniz sizin sonunuz da aynı Nuh’un (a.s) kavminin sonu gibi olacaktır denmektedir. Surenin hiçbir yerinde açıkça böyle söylenmese de surenin nüzul zamanındaki şartlar, kendiliğinden böyle olduğu anlamını vermektedir. Şuan konumuz Nuh as olduğu için ufacık bir tekrar yaparak daha sonra ayetlere geçelim.
Hz. Nuh (as), Allah Teâlâ’ya ibadeti terkedip, tapınmak için kendilerine putlar edinen ve böylece yeryüzünde ilk defa fesada uğrayan bir kavmi tevhid akidesine döndürmek için gönderilen peygamberdir. Cenâb-ı Hak kendisine Peygamberlik vazifesi verdiğinde 40 yaşında bulunuyordu. “Ulul-Azm” peygamberlerin ilki olan Nûh (a.s)’ın, kavmini tevhide döndürmek için verdiği mücadele, Kur’an-ı Kerim’de uzunca zikredilmektedir. Adı, kırk arüç ayrı yerde zikredilen Nûh (a.s)’ın kıssası, şu surelerde mufassal olarak ele alınmıştır:A’raf, Hûd, Müminûn, Şuârâ, Kamer ve kendi adıyla adlandırılmış olan,Nûh sureleri. Daha önce bu surelerde de uzunca bahsettiğimiz Nuh as’ın kavmi, putlara taparak, zenginlikleri ile böbürlenerek islam’ı reddediyorlar. İşte sure tam olarak burayı ve sonrasını açıkça anlatıyor ve kıssanın devamını ayetlerden öğreniyoruz;
Birinci ayette, Allah’ın (c.c) Hz. Nuh’a (a.s) peygamberlik vererek onu nasıl bir vazifeyle vazifelendirdiği şöyle belirtilmiştir; ”Kendilerine yakıcı bir azap gelmeden önce kavmini uyar” diye Nuh’u kendi kavmine gönderdik.” Buradan sonra ikinci ayetten dördüncü ayete kadar kısaca Hz. Nuh’un tebliğine nasıl başladığı ve kavmini neye davet ettiği açıklanıyor. ”Nuh dedi ki: Ey kavmim! Şüpheniz olmasın ki, ben sizi, “Allah’a kulluk edin; O’ndan korkun ve bana itaat edin ki, Allah bir kısım günahlarınızı bağışlasın ve sizi belli bir va’deye kadar tehir etsin” diyerek açıktan açığa uyaran bir kimseyim. Bilinmeli ki Allah’ in ta’yin ettiği va’de gelince, artık o ertelenmez. Keşke bilseydiniz!” Daha sonra da uzunca bir süre daveti ve tebliği uğruna her türlü eziyet ve musibetlere nasıl katlandığı anlatılmaktadır. Bu kısımda önce Allah’ın dünyadaki nimetlerini açıklamış ve sonra da hala inkar ettiklerini görünce onların yaptıkları sapkınlıkları tek tek sayarak Rabbine yakarışta bulunmuştur; ”Rabbim! dedi, doğrusu bunlar bana karşı geldiler de, malı ve çocuğu kendi ziyanını artırmaktan başka yaramayan kimseye uydular. Bunlar da, büyük hileler, büyük desiseler kurdular! Ve dediler ki: Sakın ilâhlarınızı bırakmayın; hele Vedd’den. Suvâ’dan Yeğûs’tan, Ye’ûk’tan ve Nesr’ den asla vazgeçmeyin. Böylece onlar gerçekten birçoklarını saptırdılar. Sen de bu zâlimlerin ancak şaşkınlıklarını artır.” Bu ayetlerde görüyoruz ki Nuh as’ın asla kendini düşünerek bir şikayeti bir yakarışı yoktur. Kavminin kendine bir reis seçip, asla onun sözünden çıkmadıklarını, bir put seçip asla ondan başkasına tapmadıklarını, bir fikir benimseyip asla doğrusuna inanmayı kabul etmediklerini söylemiş ve buna içtenlikle üzülmüştür. Senelerce azami sabır ile en zor şartlara karşı tebliğ vazifesini ifa ettikten sonra artık kavminden umudu kesmiş ve bunları yola getirmenin mümkün olmadığı neticesine varmıştır. O’nun bu görüşü zaten Allah’ın (c.c) aldığı kararın eseriydi. Bu yüzden 25. ayette bu topluluğun Hakk’ı kabul etmedikleri için Allah’ın azabına tutuldukları söylenmiştir. Birkaç ayet sonra tam azap geldiği anda Nuh as’ın yapmakta olduğu dua karşımıza çıkıyor. Hz. Nuh, bu duada kendisi ve bütün ehli iman için mağfiret talebinde bulunurken kavmi için de “Allah’ım! Bunlarda hiçbir hayır kalmamıştır, onlardan hiçbirini canlı bırakma. Bunların nesilleri de kafir ve facir olacak,” demekteydi. Fakat bu ayeti ele alıp bir önceki ayeti, yani ”günahları yüzünden boğuldular” ifadesini hiç etmek doğru değildir. 25.ayet ile 26.ayet bir olarak ele alınırsa, Nuh as’ın duasıyla kavim helak oldu demek çok mümkün değildir. Allah zaten bu kararı almıştı ve Nuh as’ın sabrı kalmayınca da bunu uygulamıştı. Burasıda çok güzel bir ayrıntı aslında. Düşünsenize, Allah zaten azap kararını alıyor. Kavim ziyanda biliyor, helak edecek biliyor fakat Peygamber’ini imtihan ediyor. O dayansa da dayanmasa da, şikayet etse de etmese de, pes etse de etmese de o azap o kavmi bulacaktı. Fakat Rabbim sonuna kadar bekledi, herkes imtihanını tam olarak verene kadar bekledi. Nuh as’dan tutun, kavmin en küçük çocuğuna kadar herkes bu imtihana tabii idi.
Surenin son ayetindeki Nuh as’a ait duanın kıyamete kadar gelecek olan bütün müminleri kapsadığı, aynı şekilde zalimler aleyhindeki bedduasının da kıyamete kadar gelecek olan bütün zalimler hakkında geçerli olduğu kabul edilir. ”Rabbim! Beni, ana – babamı, îman etmiş olarak evime girenleri, îman eden erkekleri ve îman eden kadınları bağışla, zâlimlerin de ancak helakini artır.”
Amin.
Sadakallahulazim.