Meal Okumaları 76 – İnsan Suresi

Gönül Ayyıldız

Updated on:


بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم


İnsan suresi, kimi müfessire göre Medeni, kimisine göre de Mekki bir suredir. Üstelik bazı müfessirler de ahiretle ilgili meseleleri ele alan kısımları Medeni, diğer kısımların ise Mekki olduğunu savunurlar. Bu konuda net bir bilgiye ulaşmak mümkün olmadığı için, çok fazla karıştırmadan geçiyorum. Mushaf’taki sıralamaya göre 76., Nüzûl sıralamasına göre 98. suredir. Sure adını birinci ayetten almaktadır. Bu yüzden bu sureye hem ed-Dehr ve hem de el-İnsan denilmektedir. Bu surenin konusu, insanın bu dünyadaki hakiki değerinden kendisini haberdar etmektir. O, kendi değerini gerçekten doğru bilirse, anlarsa ve buna şükür ederse akibetinin nasıl olacağı ve aksine hareket ederek inkar ve küfür yolunu tutarsa nasıl olacağı konusunda haber verilmektedir. Şimdi ayet ayet konu dağılımına da bakalım ve ayetlere geçelim;

1-10: İnsanın yaratılması ve yükümlülükleri
11-22: Yükümlülüklerin yerine getirilmesine karşılık mükafatlar
23-31: Efendimiz’e telkinler ve Kuran’ın insanlara öğüt olduğu bilgisi

Sûrenin giriş mahiyetindeki ilk bölümünün konusu insandır. Allah’ın, insanı çeşitli merhalelerde yaratması ve yükümlü kılındığı çeşitli ibadetleri yapması için onu elverişli bir şekilde var etmesindeki gücünü açıklayarak başlar. “İnsanın üzerinden he­nüz kendisinin anılan bir şey olmadığı uzun bir süre geçmedi mi? Gerçek­ten biz insanı katışık bir nutfeden yaratmışızdır. Onu imtihan edelim diye, kendisini işitir ve görür kıldık.” Burada bir zamanlar insanın anılmaya değmez bir hiç olduğu, çok uzun bir zaman sürecinin ardından Rabbi tarafından ana rahmine atılan katışık bir sperm damlasından yaratıldığı, annesinin bile onun varlığından habersiz olduğu önemsiz vaziyetten sonra var edildiği bildirilmektedir. Gerek ana rahmine düşmeden yıllar öncesi, gerekse ana rahmine düştükten sonra böyle görülmemiş, bilinmemiş bir durumda iken hiç kimsenin bu bir insandır ve ileride yeryüzünün en şerefli varlığı olacaktır diyebileceği bir durumda olmadığı vurgulanır. Daha sonra bu insanın yeryüzüne bir imtihan için getirildiği beyan edilir. Tabii imtihan bilgiyi, aklı, iradeyi gerektirdiği için de diğer varlıklardan farklı olarak kendisine bu özelliklerin verildiği haber verilir. İnsan akıl, bilgi, irade, göz, kulak gibi imtihan vasıtalarıyla donatıldığı anlatılır. Sonra da işte bu özellikleriyle yeryüzünde imtihana ehil hale getirilen bu insanın karşısına iki yol çı-karılmıştır. Ya da iki türlü gidiş imkânı olan bir yol çıkarılmıştır. Küfredilerek de şükredilerek de gidilebilecek bir yol. Yâni o yolu koyanın, o yolu bilenin yol kurallarına göre de, onu hiç kale almadan kendi keyfine göre de gidilebilecek bir yol çıkarılmış insanın karşısına. İşte böylece bu dünyada denenmekte olan insana şükredici olmasını da küfredici olmasının da kendisine kaldığı belirtilmiş ve böylece hem onun sorumluluğu hem de bunun için irade özgürlüğü açıklığa kavuşturulmuştur. Sonra da bu imtihandan kâfir olarak çıkacakların âhirette nasıl bir sonuçla karşı karşıya gelecekleri, şâkir olarak çıkanların da nelerle karşılaşacakları açık ve net biçimde gözler önüne serilmiştir. Bu imtihanların sonucu olarak da 4.ayette ‘’ kafirlere zincirler, demir halkalar ve çılgınca yanan bir ateş hazırladık.’’ ve 5.ayette de ‘’ Ebrarlar (iyiler), karışımı kâfur olan bir kadehten içerler.’’ buyurulmuş.  Ayet aslında baştan sonra uyarıdan ibaret, yani insanın seçeceği yolun sonu da budur, bilin ve ona göre seçim yapın demek istiyor. Ayetteki ‘’ebrar’’ kelimesiyle hakkıyla Allah’a itaat eden, Allah’ın emirlerini, farzlarını yerine getiren ve men ettiği şeylerden uzak duran kimselerden bahsedilmiştir.  Sıradaki ayetlerde de bu grup insanların özellikleri sırayla verilerek bunlara dikkat etmemiz istenmiştir. Bakalım bu Ebrar adı alan cennetle müjdelenmiş gruptan olmanın şartları nelermiş; ‘’ O kullar adaklarını yerine getirirler ve fenalığı salgın (olan) bir günden korkarlar.’’  Şimdi ikinci şarta geçmeden önce ilk şartı iyice anlayalım. İlk cümlede diyor ki ‘’Adaklarını yerine getirirler’’ Bu adak meselesi, hayli kapsamlı ve karışık bir konu. İnşallah en kısa şekilde toparlamaya çalışacağım. Adak, Allah’u Teâlâ’ya ibâdet maksadıyla sorumlu olmadığı halde iyi bir işi yapmayı kararlaştırmasıdır. Bu kararlaştırma kişinin üstüne o ameli vacip kılması demektir.  Allah rızası için yapılan adaklar Allah katında geçerlidir. Yalnız Allah’ın rızası gözetilirse böyle bir ibâdetten sevap elde edilir. Sırf Allah rızası için oruç tutmak, sadaka vermek, Kur’an okumak namaz kılmak gibi. Ancak sırf dünyevî bir maksat uğruna yapılan adaklar geçerli değildir. “Falan bir işim olursa şu kadar oruç tutacağım”, veya şu kadar sadaka vereceğim demek gibi. Buna benzer dünyaya yönelik isteklerin olması halinde yapılan adaklarda sırf dünyevî bir arzu taşıdığından ibâdetlerde aranan ihlâs* ve Allah rızası özelliği kaybolmuş oluyor. Aslında böyle bir adak Allah’ın takdirini değiştirmez. Mukadder ne ise o olur. Fakat her ne olursa olsun “falan işim olsun, şöyle böyle oruç tutacağım, sadaka vereceğim…” gibi adakları yaptıktan sonra mutlaka yerine getirmek şart olur. Allah’ın rızasını ve yardımını istemek maksadıyla yapılan bu ibâdet genellikle bütün semâvî dinlerde vardır. Ve tabii, bunun şartları da vardır.

Adağın şartları; 1- Adanan ibâdetin cinsinden mutlaka bir farz veya vâcibin olması gerekir. Örneğin “üç gün oruç tutacağım.”, “Şu kadar namaz kılacağım”, “Kurban keseceğim”, diye adamak câizdir ve böyle bir adak sahihtir. Fakat “Filan hastayı ziyâret edeceğim”, “Aldığım malları sermayesine satacağım”, demek adak olmuyor. Dolayısıyla Allah rızası için adanan ibâdetin cinsinden farz ve vâcip olmayan hattâ İslâm dininde yapılması uygun olmayan, İslâm’ın emretmediği kötü geleneklerden ibaret olan türbelere, yatırlara mum yakmak, bu yatırların uğruna bir şeyler yapmak, yatırlara bazı eşyalar adamak câiz değildir. Hattâ bu gibi adaklar kesinlikle haramdır. 2- Adayanın akıllı, bülûğa ermiş yani ergin olması gerekir. Adağı yapan kimsenin aklından hasta olmaması, çocuk yaşta bulunmaması gerekir. Erginlik çağına ulaşmamış olanlarla delilerin* yaptığı adakların yerine getirilmesi zorunlu değildir.
3- Adanan ibâdet o anda veya gelecekte yapılması farz olan bir ibâdet olmamalıdır. Meselâ ‘şu işim olursa öğle namazını veya yatsı namazını kılacağım’, yahut ‘Ramazan’da oruç tutacağım’, veya zengin olduğu halde ‘Kurban bayramında kurban keseceğim’ gibi adaklar sahih değildir. Çünkü bu gibi ibâdetler zaten farz veya vâcip ibâdetler olup yerine getirilmesi gereken ibâdetlerdir. Buna göre bu tür adaklar geçerli değildir. 4- Adanan ibâdet ayrıca bir farz veya vâcip bir ibâdete sebep ve zemin türünden olmamalıdır. Örneğin abdest almayı veya tilâvet secdesi yapmayı adamak da sahih bir adak değildir. Zira bu gibi ibâdetler farz olan ibâdetlere vesiledir, onun için adanmaz. 5- Adanan şey Allah’ın razı olmayacağı, günah özelliği taşıyan türden de olmamalıdır. Meselâ “Şu işim olursa kendimi Allah rızası için kurban edeceğim” diye bir adak yapmak geçerli olmadığı gibi haramdır. Fakat aslında İslâm’ın emrettiği bir ibâdet iken yine İslâm’ın başka bir sebepten dolayı yasakladığı bir ibâdet türü ise geçerli olur. Meselâ bir kimsenin Ramazan Bayramı’nın birinci gününde veya Kurban Bayramı’nın ilk üç gününde oruç tutmayı adaması sahih bir adaktır. Ancak bu günlerde oruç tutmak haram olduğu için, başka bir zamanda bu adağını kaza eder.
6- Adanan şeyin yerine getirilmesi mümkün olmalıdır. Meselâ geçen falan günde yahut falanın geleceği günde oruç tutmak gibi. Geçen bir gün geri gelmeyeceği gibi, falan kimsenin gece veya gündüz zeval vaktinden sonra gelmesi halinde artık oruç tutulamayacağı bellidir. Çünkü oruç gündüz tutulduğu gibi fecirden başlanması gerekir. Dolayısıyla böyle bir adak olmaz. 7- Adanan şey bir malın sadaka* olarak verilmesi ise, adanan mal adağı yapanın malından ve servetinden fazla olmamalıdır. Çünkü adağı yapan kimse ancak mal varlığı kadar bir tasaddukta bulunabilecektir. Ayrıca başkasının malını tasadduk etmeyi adamak da câiz değildir. 8- Adanan şey kurban ise, davar, sığır ve deve gibi dört ayaklı hayvanlardan seçilir. Tavuk, kaz ve hindi gibi iki ayaklı hayvanlardan kurban olmaz. Ve kurbanın etinden onu adayan kimse ile usûl ve füru* yiyemezler. Kurbanın eti fakirlere tasadduk edilir.

Bu kadar fıkıh usulunden sonra ayete ve Ebrar grubundan olmanın şartlarına dönelim de konunun ucunu kaçırmayalım. ‘’ Düşküne, yetime ve esire seve seve yemek yedirirler.’’ Bu ayet sadece yedirmek olarak söylenmiş olsa da müfessirlerin ortak görüşünce kastedilen şey iyilik etmektir. Nasıl ki bir fakire yemek yedirmek bir ihsan, bir iyilikse bunun gibi diğer hacetlerini de gidermek aynı şekilde iyiliktir. Mesela muhtaç olana giysi temin etmek, hastaya ilaç temin etmek, borçlu bir insana darda olsa da olmasa da yardım etmek, yemek yedirmek bir misal olarak verilebilir. Her ihtiyaç sahibinin o ihtiyacını gidermek bir iyiliktir. Ve bu şartların sonuncusu da tabi ki yine Sabırdır. Bununla ilgili olarak 12.ayette ‘’ Ve onları sabretmeleri dolayısıyla cennetle ve ipekle ödüllendirmiştir’’ buyuruluyor. Neredeyse meal hatmini bitirmek üzereyiz, ve her surede istisnasız ne ile karşılaştın diye sorsalara, şüphesiz ilk cevabım ‘’Sabrın güzelliğiyle karşılaştım’’ olur. Dünyaya sabır, nefse sabır, şeytana sabır, imtihana sabır, aileye sabır, parasızlığa sabır, mutsuzluğa sabır, arkadaşa sabır, eşe sabır, yavruna sabır, belaya sabır, hastalığa sabır, dosta sabır, düşmana sabır patrona sabır ve hatta kendine sabır. Sabretmek, neredeyse hayatımızın her bölümünde vermemiz gereken bir imtihan. İşte bu yüzden sabır, direnç demektir. Dayanmak demektir. Sabır her şeye rağmen ve her şart altında Allah’a kulluktan vazgeçmemek demektir. Sabır, Allah’ın yardımının kaynağıdır. İşte biz sabredeceğiz ki kulluğumuzun bir anlamı olsun. Kulluğumuzun kocaman bir anlamı olsun. Öyleyse biz sabredeceğiz, karşılaşacağımız her türlü sıkıntıya, şeytanın iğvalarına, nefsin arzularına, düşmanın güçlülüğüne, dostların azlığına, dünya hayatının süsüne, evlatların zorluğuna, ailenin baskına, insanların laflarına, geçim sıkıntısına ve tabi en çok da kendimize sabredeceğiz.

Peki bu sabrın karşılığı ne olacak? İşte surenin bu kısmında da sabredip, Ebrar grubuna girebilen tüm müminlere cennet nimetleri tasvir ediliyor; ‘’  Sabırlarına karşılık onlara bir cennet ve ipekten elbiseler verir. Orada donatılmış koltuklar üzerine dayanmışlardır: Orada ne yakıcı güneş görürler, ne de şiddetli soğuk. Üzerlerine cennet gölgeleri sarkmış, meyveleri bol bol önlerine konmuştur. Yanlarında gümüşten kaplar, billur kupalar dolaştırılır.  Etraflarında ölümsüz hizmetçiler dolaşır, onları görünce saçılmış inciler sanırsın. Orada nereye baksan bir nimet ve pek büyük bir mülk görürsün.’’ Subhanallah. İnsanın herşeye ama herşeye sabredesi geliyor dimi? Tabi bu his bir anlık gelmekle kalmamalı, imtihan anında da kendini hatırlatmalı. Tam sabırsızlık edecekken, dur dur cennet nimetlerini hatırla diye biri sizi dürtmeli.O biri yine siz olmalısınız, çünkü muhtemelen karşınızda sizi çığrınızdan çıkarmak için, imtihanınızı zorlaştırmak için didinen bir şeytan olacak. Bu sabır, sandığınız kadar kolay olmayacak. Zorlayacak. Çok zorlayacak. İşte ne kadar da zorlarsa o kadar da tatlı olacak. Subhanallah. Lezzetinden faydalanmak nasip olsun inşallah!

Buraya kadar anlattıklarımız surenin birinci bölümünün konularıdır. Bundan sonra gelen ikinci bölümde ise Allah Rasulü muhatap alınarak şu üç şey buyurulmaktadır: a) Bizim bu Kur’an’ı parça parça nazil etmemiz demek, onu, Muhammed’in (s.a) kendisinin uydurarak kafirlere bildirmekte olduğunu göstermez. Onu biz indirmekteyiz. Onu toptan değil de parça parça nazil etmemiz bir hikmete binaendir. b) Allah Rasulü’ne hitaben, Rabbi’nin kesin emri gelinceye kadar her ne olursa olsun sabır göstererek peygamberlik görevini sürdürmesi, bu ehl-i şer ve kafir insanlara karşı çekinmemesi emrolunmaktadır. c) Gece gündüz Allah’ı hatırlayın, namaz kılın ve geceleri Allah’a ibadetle geçirin, denilmektedir. Çünkü, küfre karşı Allah yoluna insanları çağıranlara bu yolda sebat temin edecektir bu ameller.

Biz son kısmı Mevdudi’nin cümleleriyle toplu olarak ifade ettik. Çünkü son ayetler dediğimiz gibi Efendimiz’e ithafen indirilmişti. Onun Hakk davasından sabırlı olmasını isteyen ayetleri daha önce de defalarca işlediğimiz için bu ayetleri direk okuyarak anladığınızı umuyorum. Anladığınız şeyleri de uzun uzun tekrar açıklamak ve sizi sıkmak istemedim. Anlamadıysanız şayet, bu sure için tefsir setlerinizi karıştırmanızı rica edeceğim.

O halde,
Sadakallahulazim.

Yorum yapın