بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Nâziât sûresi Mekke’de inmiştir. Mushaftaki sıralamada yetmiş dokuzuncu, iniş sırasına göre seksen birinci sûredir. Nebe’ sûresinden sonra, İnfıtâr sûresinden önce nazil olmuştur. Sûre adını birinci âyette geçen ve “söküp çıkaranlar” anlamına gelen “nâziât” kelimesinden almıştır. Tefsirlerde yaygın olarak bu isimle anılmaktadır. Surede ağırlıklı olarak kıyamet halleri, hesap, ceza ve mükâfat konuları, Allahın birliği, peygamberlik ve öldükten sonra dirilme gibi inanç esasları ele alınmış; bu arada Hz. Mûsâ ve Firavun kıssasından bir kesite yer verilmiştir. Ayrıntılı olarak konu dağılımı yaparsak eğer;
1-5: Meleklere yemin
6-14: Kıyamet Sahnesi
15-26: Musa ve Firavun kıssası
27-33: Allah’ın kainattaki kudreti
34-41: Herkesin sonunun ameline bağlı olması
42-46: Kıyamet bilgisii yalnız Allahtadır.
Surenin girişinde, Allah Teâlâ’dan aldıkları emirleri hiçbir tereddüt duymadan ve geciktirmeden hemen yerine getiren, kainat nizamını idare eden melekler adıyla yemin edilmektedir. Kıyamet gününün ve ölümden sonraki hayatın gerçekleşeceği katiyyetle teyid edilerek, meleklerin dünyada can almak ile de görevlendirildiklerine işaret ediliyor. Bu melekler, mü’minlerin ruhlarını incitmeden nazik bir şekilde alan; kâfirlerin ruhlarını ise sertçe ve şiddetle çıkaran meleklerdir. Bunlar aynı zamanda, Allah’ın emriyle mahlukatın işlerini idare ederler. Onlarla ilgili ayette şöyle buyuruluyor; “Söküp çıkaranlara, yavaşça çekenlere, kolayca yüzenlere, yarış edenlere, bir işi çevirenlere yemin olsun ki kıyamet var” Bu ayetleri okuduktan sonra bana kalsa, direk diğer ayetlere geçerdim. Fakat son gelen maillerde sıkça karşılaştığım sorulardan birinin cevabını bu ayetlerle verelim istiyorum. Neden Allah sürekli halde bir şeylerin üzerine yemin ediyor? Daha önce rüzgara yemin etti ve şimdi meleklere yemin ediyor? Neden o surede rügzara yemin edildi? Bu surede de neden meleklere yemin ediliyor? Bunun bir sırrı var mı, yoksa –haşa- gelişigüzel bir başlangıç mı? Bu soruya cevap olarak Mevdudi’den alıntı yapmak istiyorum, çünkü en güzel en doyurucu açıklamayı onda buldum; ‘’Doğrusunu Allah (c.c.) bilir, ama benim düşünceme göre, Araplar meleklerin varlığını inkâr etmiyorlar ve insanın canını meleklerin aldığına inanıyorlardı. Ayrıca onlar, meleklerin müthiş bir surette hareket ettiğine ve yeryüzünden, gökyüzüne anında inip-çıktıklarına da inanıyorlardı. Bununla birlikte, meleklerin kendilerine verilen emirleri saniyen yerine getirdikleri ve Allah’ın (c.c.) emriyle bu kainatın nizamını idare ettikleri, şeklinde bir anlayışa sahiptiler. Serbest bir iradeleri olmadığını kabul ederlerken, cehaletlerinden ötürü, melekleri Allah’ın (c.c.) kızları sanarak onlara tapıyorlardı. Fakat buna rağmen Mekkeliler, meleklerin mutlak iktidar sahibi olmadıklarını biliyorlardı. Bu surede kıyamet günü ve ölümden sonraki hayat anlatılırken, melekler kastedilerek şöyle denmiştir: “Biliyorsunuz ki, melekler canlarınızı alırlar. Eğer onlar Allah’ın (c.c.) emriyle can alabiliyorlarsa, yine Allah’ın (c.c.) emriyle canı iade edebilirler. Allah’ın (c.c.) emriyle bu kainatın nizamını düzenleyebildiklerine göre, Allah’ın (c.c.) emriyle yine bu nizamı alt-üst ederek yeni bir dünya kurabilirler. Yani Mekkelilerin taptıkları meleklerin de Allah’ın emri dahilinde hareket ettiklerini onlara bildirerek, sonra kıyametin haberini veriyor. Buna ister bir gözdağı, isterseniz bilgilendirme deyin. Daha önce rüzgara ve şimdi de meleğe yemin ediliyor olmasının muhakkak anlayamadığımız sırları vardır, fakat düşününce akla gelen ilk bilgiler bunlar oluyor. Her neyse, devam edelim.
Bunun ardından gelen ayetlerde kıyamet, tüm şiddetiyle gözler önüne serilmektedir: “O gün bir sarsıntı sarsar, ardından başka bir sarsıntı gelir. O gün kalpler korkudan titrer. Gözler donakalır” Bu sarsıcı kıyamet tarifi üzerine bir ayet hatırlatıp kalbinizi feraha kavuşturmak isterim. Eğer gerçekten müminlerden isek, korkmaya gerek yoktur. Çünkü daha önce Enbiya suresinde öğrendiğimiz şu ayet bize müjdedir; ‘’ O gün yalnızca kâfirlerin, fâsıkların, günahkârların ve münâfıkların kalpleri oynar. Çünkü Allah; “O an büyük korku onları asla tasalandırmaz. Melekler onları şöyle karşılar: İşte bu size vâdedilen gündür.’’ Allahuekber! Allah gerçekten iman etmiş kullarını ne zorda bırakıyor, ne de müjdesiz. Sureler sonra gelecek olan şiddetli kıyamet hallerinin bile ferahlığını bize taa Kuran’ın başlarında vermişti. Ne mutlu hatırlayıp, ferahlayanlara! Ve Allah burada kıyamet gününün şiddetini açıklıyor ki; Biz çukura girip çürümüş kemikler olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz.’’ Diye alay edenler düşünsünler. Çünkü, o anın gelmesi öyle pek uzak ve zor değildir ve bu da 13.ayette şöyle anlatılır; “Kıyamet, tek bir haykırmaya bakmaktadır, bir de bakarsın, hepsi uyanmış ve meydandadır’’ Yani onlar, bu işin imkânsız olacağını sanıyorlardı. Halbuki Allah (c.c.) için bu, hiç de güç bir iş değildir. Toz olmuş kemikleriniz nerede olurlarsa olsunlar Allah’ın (c.c.) emriyle biraraya gelirler ve bir de bakacalar ki Allah’ın (c.c.) huzurundalar.Bu sebepten dolayı, nereye kaçarsalar kaçsınlar, bu olay sonuçta vukû bulacaktır ve o zaman inkârları ve alayları hiçbir işe yaramayacaktır. Surenin bu kısmında, ilgili ayetler eşliğinde kafirlere ‘’İşte o gün gelmeden düşünün!’’ mesajı verilmektedir.
Müşrikleri, kıyamet gününün dehşetiyle korkutan Allah Teâlâ, küfürlerinde direnenlere, bu kez tarihten örnek veriyor; onların da iyi bildikleri Hz. Musa-Firavun kıssasını anlatıyor ki, belki bundan ibret alıp yola gelirler. Kur’an, olayı ayrıntısıyla açıklıyor. Çünkü durumları, hakka düşmanlığın cezasını suda boğulmakla ödeyen Firavuna çok benzemektedir. Üstelik, Firavun onlardan daha güçlüydü, emrinde hazineler ve ordular vardı. O bile, kendisini Allah’ın azabından kurtaramadı. Toplumun başında iyice azan Firavun, belki yaptıklarından arınır diye Allah, kendisine Mûsâ’yı gönderdi. 20.ayette ‘’Firavuna büyük mucizeyi gösterdi, fakat o yine yalanladı’’ ifadesiyle anlıyoruz ki Firavun inkarında inatçıydı. Bu büyük mucize müfessirlere göre, asanın yılan olması olayıdır. İşte Allah Teâlâ, mucizeler karşısında etkilenmeyen, Musa’ya meydan okuyan ve adamlarını toplayıp: “Sizin büyük tanrınızım” diye meydan okuyan Firavun’u dünya ve ahiret azabıyla yakaladı.
Sure boyunca Allah, müşrikler belki inatlarından vazgeçerler diye herşeyi kullanıyor. Önce kıyamet tasviri ile korkuttu sonra geçmiş kavimlerden örnek vererek kaçışın olmadığı anlattı ve sıradaki ayetlerle de kaniattaki muazzam yaratılışı izah edip ibret almaları için son bir çağrı yapacak. Bununla ilgili olarak 27 ile 33.ayetler arasında söyle buyuruluyor; “Yaratılışça siz mi daha çetinsiniz, yoksa gök mü? Onu (Allah) yaptı. Yükseklik miktarını yükseltti, onu düzenledi. Gecesini örtüp kararttı, kuşluğunu (güneşin ışığını) açığa çıkardı. Bundan sonra da yeri döşedi. Ondan suyunu ve otlağını çıkardı. Dağları sapasağlam çaktı (ki), sizin ve hayvanlarınızın geçimi sağlansın.” Ayet grubundaki ‘’Bundan sonra da yeryüzünü serip döşedi” ifadesi, yeryüzünün gökyüzünden sonra yaratıldığı anlamına gelmez. Buradaki “Sonra” kelimesi iki cümlenin arasında sadece bir bağlaçtır. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’in başka bazı ayetlerinde yeryüzünün yaratılışı gökyüzünden önce zikredilmiştir.
Tüm bu hatırlatmalardan sonra, küfredenlere son uyarı ‘’herkesin amelinin karşılığını alacağı’’ yönünde bir mesajla yapılıyor. Herşeyi bastıran o büyük felaket (kıyamet) geldiği zaman, o gün insan neyin peşinde koşmuş olduğunu hatırlar. ‘’Artık kim azar ve dünya hayatını tercih ederse , onun için gidilecek yer Cehennemdir. Ama kim Rabbinin makamından korkar ve nefsi kötü heveslerden vazgeçirirse onun için gidilecek yer Cennettir” buyurulur. Burada hesap günündeki ceza ve mükâfatın ölçüsü açıklanmıştır. Dünyadaki iki farklı hayat tarzı sürdürülür. Birincisinde insan, Allah’a isyan ederek bütün ümitlerini bu dünyaya bağlar ve bu dünyadaki zevkleri tadabilmek için iyi-kötü ne varsa yapar. İkincisinde ise, bu dünyada yaşadığı sürece insan, ne yaparsa yapsın, birgün Allah’ın (c.c.) huzurunda bulunacağı ve O’na karşı davranışlarından hesap vereceğini düşünür. Böyle bir hayat tarzı sürdüren bir kimseyi Allah korkusu kötü bir iş yapmaktan ve nefsinin aşırı isteklerine boyun eğmekten alıkoyar. Çünkü bu kimse, “Kıyamet günü Allah’ın (c.c.) huzurunda bulunacağım ve beni sorguya çektiği zaman, O’na nasıl cevap vereceğim?” diye düşünecektir. İşte birinci hayat tarzını örnek edinenlerin gideceği ebedî yer cehennemdir. İkinci hayat tarzını örnek edinenlerin ise, gideceği ebedî yer cennettir.
Surenin sonunda Mekkeli müşriklerin, ‘Kıyametin kopacağı zaman’ ile ilgili sorularına cevap verilmektedir. Çünkü Mekkeliler sürekli kıyametin kopacağı zamanla ilgileniyorlardı. Burada hitap olarak Efendimiz’e dönerek ‘’Sen onu nereden bileceksin de, bildireceksin’’ buyuruluyor. Bu ifadeyi Efendimiz’e bir çıkış olarak değil, mekkeli kafirlere bir çıkış olarak düşünmek gerekir. Çünkü onlar madem Muhammed, Allah’ın Rasulu o halde bize kıyametin gününü söylesin diyorlardı. Fakat onlara daha önce defalarca, peygamberlerin görevinin yalnızca uyarmak olduğu açıklanmıştı. Burada da 44.ayette ‘’Onunla ilgili bilgi yalnızca Rabbine aittir. Sen ancak ondan korkanları uyaracaksın’’ buyurularak bu durum tekrar izah edilmiştir.
Ve surenin son ayetinde ‘’ O kâfirler , kıyameti ve ondaki dehşet verici durumları gördükleri gün, sanki dünyada, gündüzün bir kısmı kadar, yani akşam veya sabah vakti kadar kalmış gibi olurlar.’’ buyuruluyor. İbn Kesîr bu ayetle ilgili şöyle der: Dünyada yaşadıkları hayatın süresini kısa görürler. Hatta onlara göre dünya hayatı, bir günün akşamı veya sabahı kadar bir şeydir. İşte bu muhakkak idrak edilmesi gereken bir gerçektir. Düşünseniz kıyamet koptuğunda ve azap onlara gösterildiğinde, onlar ‘’biz birkaç saat yaşadığımız hayat yüzünden mi azap göreceğiz’’ diye düşünecekler. Allah muhafaza! Ne büyük ve ne acı bir gaflet. Rabbim bizi bu duruma düşmekten muhafaza et.
Sadakallahulazim.