بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
Bu mübarek sûre, Mekke’de inen sûrelerdendir. Mushaftaki sıralamada seksen altıncı, iniş sırasına göre otuz altıncı sûredir. Beled sûresinden sonra, Kamer sûresinden önce nazil olmuştur. Sûre adını ilk âyette geçen ve “yıldız” anlamına gelen “tarık” kelimesinden almıştır. Sûrede insanın yaratılışı ve hayatının Yüce Allah tarafından denetlendiği, öldükten sonra dirilme ve haşre İman, Kur’an’ın gerçekliği, inkarcıların söz konusu gerçeği hiçbir zaman engelleyemeyecekleri gibi hususlar ele alınmıştır. Ayetlerin konu ayrımını şu şekilde yapabiliriz;
1-8 : İnsanın muhakkak öleceği ve huzura çıkacağı
9-17: Kuran’ın kesinliği ve engellemeyeceği
Bu sure son günlerde okuduğumuz diğer Mekkî sûreler gibi yine Rabbimiz yeminle söze başlıyor. Sinesinde sayısız Târık’ı, milyarlarca parlak yıldızı barındıran semaya yemin ediliyor. Hem semaya ve onun süsü olan yıldızlara dikkat çekiliyor hem de yeminlerden sonra gelecek önemli konuya insanların zihinleri hazırlanıyor. “Göğe ve Tarık’a andolsun. Tarık’ın ne olduğunu sen bilir misin? O, ışığıyla karanlığı delen yıldızdır.’’ Diyerek yemin edildikten sonra asıl gelinmek istenen konunun 4.ayette olduğunu görüyoruz; ‘’ Hiçbir nefis yoktur ki başında bir denetleyici bulunmasın.’’ Yani hiç kimse, hiçbir kul yoktur ki onun başında onu koruyan, onun yaptıklarını tek tek kaydeden, tespit eden, muhafaza eden bir melek olmasın. İnsan bir tek saniye bile başıboş değildir. Sürekli kontrol altındadır. Sadece insan değil, büyük küçük tüm varlıklar Allah’ın murâkabesi, koruması ve lütfu sayesinde hayatlarını sürdürmektedirler. Yaratılışlarını da, yaratılış sonrası yaşayışlarını da sağlayan Allah’tır.
Sıradaki ayetler biraz kafa karıştırıcı, biraz tartışma konusu, birazda bilimsel teorilerin kurbanı olmuştur. Biz bu konuya çok derinlemesine girmeden üstünden biraz geçeceğiz. Ayette şöyle buyuruluyor; “Öyleyse insan neden yaratıldığına bir baksın. O, erkek ve kadının beli ile göğüsleri arasında atıla gelen bir sudan yaratılmıştır.” Ayetin orijinalinde sülb ve teraib kelimeleri kullanılmıştır. Sulb, bel kemiği, teraib ise, kaburga kemiği demektir. Çünkü erkek ve kadının üreme hücreleri bu bölgeden meydana geldiği için, insanın sulb ve teraib arasından gelen bir sudan yaratıldığı ifade edilmiştir. Bu konuyla ilgili tartışmaları okuyunca, aklım duracak sandım. Ne sapkınlıklar, ne sapkınlıklar. Fakat ben galiba bu konulara takılmayı hayli geride bıraktım, Rabbim istemiştir olmuştur, nasıl olduğundan banane, imanımı mı kurtaracak bu konu? Diyerek geçip gidiyorum. Eğer böyle yapıyorsanız, buyrun beraber sıradaki ayetlere geçelim. Yapamıyorsanız da, lütfen şu linki ziyaret edip sorularınıza cevap bulun ve daha sonra sizinle de devam edelim; link için tıktık!
Sıradaki ayetler âhirette sırların ortaya çıkacağını, perdelerin açılacağını haber verir. Orada insanın ne yardımcısı, ne de bir destekçisi vardır, bununla iligli olarak 9.ayette şöyle buyuruluyor; “Sırların ortaya döküleceği gün, insan için ne bir güç, ne de bir yardımcı vardır.” Gizli sırlar ifadesi ile, insanın dünyada gizli ameller, gizli niyetler ve başkalarından sakladığı hususlar kastedilmektedir. Fakat kıyamet günü tüm bunlar ortaya çıkacak ve o kimseden hesap sorulacaktır. İnsan dünyada bazı davranışlarının nasıl sonuçlanacağından bile habersizdir. Kıyamet günü ise, bunlar ortaya çıkacak, ekmiş olduğu tohumların meyvesi önüne gelecek ve insan buna karşılık ceza ya da mükafaat görecektir.
Daha sonra 11-14.ayetler arasında Kuran’ın kesinliği ve değiştirilemeyeceği üzerine şöyle yemin ediliyor; ‘’ “Yağmurun dönüşünü sağlayan göğe ve yarılan yeryüzüne andolsun ki. Doğrusu bu Kur’an kesin bir sözdür. O, eğlence için değildir.” Yani yağmurun yağması ve bitkilerin yeryüzünü yararak çıkması nasıl bir oyun olmayıp, ciddi bir iş ise, Kur’an’daki haber (insanın Allah’a dönmesi) de bir oyun değildir. Bilâkis o kesin bir sözdür ve bu va’d yerine gelecektir.
Surenin son kısmına geldiğimizde kafirlerin sürekli hainlik ve plan peşinde olduklarını fakat bunların muhakkak karşılığı olacağını söyleyen Rabbimiz müminlerin kalbini şu ifadelerle yatıştırıyor; ‘’ Haberin olsun ki, kâfirler hep hile kuruyorlar. Ben de hilelerine karşılık veririm.’’ Burada da diyor ki Rabbimiz: “Ey peygamberim! Sen o kâfirleri bana bırak! Endişe etme sen! Kafana takma onları! Sen yoluna devam et! Onların ipleri benim elimdedir! Yakında göreceksin, ben, benim dâvâma düşman olan, benim sistemime karşı savaş açan o kâfirleri bilemeyecekleri, anlayamayacakları yönlerden, hesap edemeyecekleri biçimde yavaş yavaş azaba, ikâba, cezaya yaklaştırmaktayım. Şu anda onlar kuş beyinleriyle Müslümanları yalnız ve korumasız zan-nediyorlar. Onların safında benim olduğumu unutuyorlar. Onlar benimle savaştıklarının farkında değiller. Ve bu konuyla ilgili Rasulünden tek isteğini son ayette şöyle belirtiyor; ‘’ Sen kâfirlere mühlet ver, onlara az bir zaman tanı.’’ Yani onlara bir zaman tanı, bırak ne yaparlarsa yapsınlar. Onlar çok geçmeden yaptıklarının karşılığını zaten görecekler. Demek ki safında Allah olan bir toplum üç kişi de olsa, tüm dünyadan güçlüdür, bunu hiçbir zaman hatırımızdan çıkarmayacağız.
Ve artık bu sureye de
Sadakallahulazim.