Umre serisi yazılarına başlarken besmele çekme alışkanlığı kazandım. Diğer yazılara da bulaşsın inşallah. Oysa zaten doğru olan bu değil miydi? Her işe besmele ile başlamak. Bir dakika bir dakika şimdi konumuz bu değil. Haydi konumuza dönüyoruz, hazırsanız hep birlikte yine Mekke sokaklarına gidiyoruz. 🙂
İlk Mekke ziyaret yazısından sonra aldığım birkaç soru vardı. Bu yazıya bunlara istinaden yazacağım inşallah. Örneğin insanlar gezi sürelerini merak ediyor ama bu biraz turdan tura değişen durum. Bizim hocamız, ilk ziyareti Hz.Aişe mescidine yaptırdı, umreye niyet edenler çok olduğu için geziye devam etmeyip Harem döndük, yaklastıgımız için Cennetül Mualla’yı ve Cin mescidiini hızlıca ziyaret edip tavafa döndük. İkinci gezimiz müzdelife, mina’nın ortasından servis ile geçerek gezdik. Zaten bu alanlar hac alanı olduğu için umrecilerin çok ilgisini çekmiyor. Gezilere genelde saat 11 gibi, kahvaltı sonrası çıktığımız için havanın sıcaklığından mütevellit hocamız servisten indirmedi.Bu iki yer için size etkiliyici bir şeyler anlatmak isterdim ama malesef inip gezmeyince bir hatıra biriktiremedim. Yine de ufacık notlar vereyim kimsenin aklında soru kalmasın. Müzdelife bir bölgedir, hac zamanı hacılar geceyi burada geçirirler. Bir gün sonra Mina’ya gidecek olan hacılar akşam ve yatsı namazlarını burada kılıp, şeytan taşlamak için kullanacakları taşları toplarlar. Müzdelife’de durmak vaciptir, yani hac için olmazsa olmazlardandır. Buradan sabah namazını kılıp Mina’ya geçerler. Mina’da ise hacılar kurbanları kesip şeytanı taşlarlar. Araştırıp fotoğraflarına baktığınızda buranın sadece belirli bir alan olarak ayrıldığını, pek özellikli bir yer olmadığını göreceksiniz. Buradan sonra Arafat ile başlayalım gezmeye 🙂
8) ARAFAT
Mekke denilince benim aklıma ilk Arafat’ın gelmesi kesinlikle öylesin değil. Benim için Kabe ve Ravza kadar önem taşıyan bu dağın bana verdiği huzuru kesinlikle ifade edemem. Sadece birkaç güzel vakıayı anlatarak sizi de huzura erdirmeye çalışabilirim. Öncelikle Arafat da hac vazifesi yerlerinden biridir. Ama umre zamanında da ziyaret edilir. Hz. Adem ve Hz.Havva cenneten kovulduktan sonra dünyaya ayrı ayrı yerlere gönderilmişlerdi. Cezaları hem cenneten kovulmak hem de ayrı düşmek olmuştu. Rivayetlere göre Adem as. 400 yıl tövbe etmiş ve Havva’yı aramış. Her ikisi de dolana dolana birbirlerini ararlarken Arafat dağında karşılaşmışlar. Ve burada şükür ederken iken ettikleri dua da kabul oluyor ve Allah-u Teala onları affediyor. Bu işin herkesçe bilinen tarafı. Bir de işin keyifli bir kısmı var. Kadının nazı Havva validemizden gelir deyip duruyoruz her fırsatta. O zaman size güzel rivayeti anlatayım 🙂 Hz.Havva ve Hz.Adem birbirlerini ararken bu dağın etrafına gelmişler. Adem as dağı dolanırken, Havva validemiz dağın tepesine çıkmış. Biri sağ tarafı dolanırken, diğeri sol tarafı dolanmış. Tabi o zaman dağ bu kadar küçük değil, kendi çevresinde dolanmak bile aylar sürüyormuş. En sonunda Havva validemizin yıllar sonra dağın en zirvesine ulaşıp aşağı baktığımda bir taşın üzerine dinlenen Adem As’ı görmüş. Görmüş görmesine de tam yanına gidecekken durup, ” niye ben onun yanına gidiyorum, o ben yanıma gelsin” demesin mi. 🙂 Ama çok tatlı değil mi? Üstelik Havva validemiz kesinlikle sözde bir naz yapmamış arkadaşlar. Aynı rivayetlere göre dağın zirvesinde tam 70 yıl adem as’ın onu bulmasını beklemiş. İnanabiliyor musunuz? 🙂 Kadının nazını buradan geldiğini anlatan hocamız, pis pis sırıtırken Havva validemiz’e teessüf ettiğini de itiraf etti tabi ki 🙂
Gelelim ibadet kısmına, Arafat’a tırmanmak çok zor değil ama arka tarafında merdivende var. Çok kıymetli hocamız bize hissedelim diye merdiveni göstermemiş. Biz tırmanarak çıktık. Arafat’ın üzerinde sütun şeklinde bir taş var. Bu taşın aslında hiçbir anlamı yok ama insanlar yazılar yazıp dualar ediyorlar. Bu tepede yapmanız gereken çokça tövbe edip 2 rekat namaz kılmaktır. Tövbe’nin en güzel burada olacağını kesinlikle unutmayın. Çünkü Allah-u Teala’nın bu konuda insanlara vaadi var. ” Arafat’a çıkıp indikten sonra eğer hiç günahım kalmışmıdır diye düşünen insan, ilk günahını işlemiş olur.” Bu Allah’ın kudretini küçümsemek ve sözünün güvenilirliğini yoksaymaktır. Bu sözün hac zamanı için söylediğini söyleseler de ben çok hissederek ve isteyerek yapanlarınkının de aynı hürmeti göreceğine inanıyorum 🙂
9) MESCİD-İ HAYF
Burası Mina dağının güney kısmında kalan bir mescittir. Birçok peygamberin namaz kıldığı ve peygamberimizin çadır kurup burada dinlendiği yer olarak bilinir. Ayrıca birçok kaynakta burada tam 400 peygamberin defnedildiğini söylemektedir. Daha sonra o kabirler ne oldu bilen yok ama o dönemlerde taş koymak dışında bir kabir belirtisi olmadığı için kaybolmuş olmaları ihtimal. Ve Hz.Ademin de kabrinin Hayf’ın içindeki minarenin altına defnedildiği söyleniyor. Hz.Adem oğlu Şit tarafından Kubeys dağına gömülmüştü. Fakat daha sonra Nuh as. onu tufan sebebiyle Hayf’a getirip gömmüş. Yani rivayetler bu yönde. Bu arada buraya Hayf isminin verilmesinin sebebi, İbrahim as’ın oğlu İsmail’i kurban etmeye götürürken kararsız kalıp korkudan beklediği yerdir. Hayf’ın anlamı, eyvah, hayhat ve buna benzer korku sözleri ile tanımlanıyor. Mescid-i hayf gayet mübârek ve mukaddes bir mekân olduğu için burada çokça ibâdet yapmak lazımdır.
10)MESCİD-İ BÎA
Burası da Mina’nın sağ tarafında kalan bir diğer mescittir. Hayf kadar anlamı olmasa da isminden anlaşılacağı gibi biat edilen alanlardan biridir. Tarihteki 1 ve 2. akabe biatlarının yapıldığı yer olarak bilinir. Biz burayı da servisle geçerken tanıdık bu yüzden ne yapılır ne edilir kısmını çok anlatamayacağım malesef 🙂
11) HUDEYBİYE
Gelelim Harem sınırlarına en uzak mevki olarak bilinen Hudeybiye’ye. Hareme 20-25 km kadar uzak olan bu köyü ziyaret etmek için yine bir gün kahvaltı sonrası yola çıktık. Yolda develerin görmeye başlayana kadar sessiz sedasız ilerledik. Ve develer görülmeye başlanınca hem görmek hem sütlerinden tatmak için servisten indik. Zaten Hudeybi’ye deyince akla bir develer bir de anlaşması geliyor dimi? 🙂 Develeri sevmek bir kenara dursun ben deve sahiplerinin düzensizce kurdukları çadırlara hayranlıkla bakıyordum. Aynı hayallerimdeki Mekke gibiydi burası. Çok sevmiştim Hudeybiyeyi. Deve sütünün faydalarını anlatıp duran hocamız, sütçü ile sağlam bir pazarlıktan sonra 20 riyal’e anlaşmıştı. Herkes içmek için sıraya girerken, normal hayatında bile ağzına süt sürmemiş olan ben servise kaçmaya başladım. Bunu gören hoca durur mu, yapıştırdı bardağı. Annem’de destek çıktı da hocaya bana bunu asla içiremeyeceğini anlattık. Yalnız siz için, çünkü her sapasağlam gezerken ben çok hastalanmak durumunda kaldım. Hocamız diyor ki o sütü içseydin 1 yıl vücudun hastalık görmezdi. Artık nasip değilmiş. Tekrar servislere binip anlaşmanın yapıldığı bölgeye gittik. Burası şimdi hediyelik eşyaların satıldığı bir ticaret alanı olmuş. Hemen arkada küçük bir mescit var ve onun da arkasında anlaşma alanı.
Hemen bu anlaşmayı da anlatıyorum tabi ki. Efendimiz bir gece rüyasında umre yaptığını görür. Bunun öylesine bir rüya olmadığının anlayıp halkını toplayarak yola düşer. Mekke’ye yöneldiklerini duyan müşrikler efedimizin savaş niyetiyle geldiklerini sanırlar. Daha sonra efendimiz haber gönderip sadece ibadet niyetiyle gittiklerini açıklar. Yalnız aylar sürecek olan bu yolculuğa develer ve halk hazır değildir. Rivayetlere göre 1400 kişi ile birlikte gittiği yolda ne yiyecek ne içecekleri yoktur. Susuzluğu daha fazla dayanamayan insanlar yavaş yavaş güçlerini kaybederken, Hudeybiye’de efendimiz devesi Kasva yere çöker. Sahabeler hayvanların gücünün kalmadığını vazgeçmeleri gerektiğini söyler. Efendimiz Kasva’nın çekmesinin hikmetini burada dinlenmek olarak yorumlar. Çadırlar kurulur ve dinlenirler. Bu sırada sahabeler susuzluktan iyice bitap düşünce Hz. Muhammed’in en ünlü mucizelerinden biri gerçekleşir: Parmaklarının arasından buz gibi bir su akar. Bin dört yüz insan, yüzlerce hayvan doya doya içer, kaplarını doldurur. Hudebiye’de de yapılacak en güzel şey mesictte 2 rekat namaz kılmak ve dua ederek ayrılmaktır.
12) HİRA NUR DAĞI VE MAĞRASI
İşte gezinin en yorucu kısmının burası olduğunu gittiğimiz ilk günden beri anlatıp duruyorlardı. Hocaların bu alana çıkarmadıklarını, gidenlerin gözlerinde büyütüp dağa çıkmaktan vazgeçtiklerini de duymuştum. Sonra bir gece tavaftan döndüğümüzde hocamız çağırıp gece Hira dağına gideceğimizi söyledi. KEndisi çıkmayacağına ama çıkmak isteyen olursa servisi bekleteceğini de ekledi. Size de söylemek isterim ki, Turlar buraya çıkarmak zorunda değil ve çıkanların sorumluluğunu kesinlikle kabul etmiyorlar. Her neyse yatma vakti geldi ama annem ve hala gitmemek konusunda kesinler. Bana arkadaşlık eden Bingül abla ise kararı bana bıraktı. Grubun diğer üyeleri de yaşlı oldukları için gitseler bile çıkmayı düşünmüyorlar. Ben de kararsızlıkla boğuşurken uyudum, gece uyandığımda ateşim çıktığı ve alerjim tuttuğu için annem bir yere bırakmadı. Gündüz güneşten dolayı boş olan dağda gece izdiham olduğu için benim de alerjik durumlarda kalablığa girmem yasak olduğu için bu dağı ziyarete gidemedim. Sabah namazına Harem’e de gidemedim. Kahvaltı vakti geldiğinde herkes dönüyordu ve hepsi eğlenmişe benziyordu. Sonra içlerinden biri demesin mi hoca bizi dağa çıkardı, güneşin doğuşunu izledik ve mağaraya girdik. Bilindiği üzere bu dağ efendimize ilk vahiyin geldiği dağdır. Ve sağlıklı bir insanın buraya çıkması bile oldukça zor. Benim derslerden aklımda kalan bilgiye göre, Hz.Hatice efendimize bu dağda inzivaya çekildiği günler boyunca her gün yemek taşımış. İnsan düşünmüyor değil, nasıl gelmiş onca yolu, nasıl çıkmış bu dağı diye. Çünkü insanlar artık servisle gidiyor, ve merdiven olmasına rağmen zorlanarak çıkıyor.
13) SEVR DAĞI VE MAĞRASI
Hira’dan döndükleri günün akşamına Sevr dağına gideceğimizi söyledi hoca. Buraya giderken birkaç yere daha uğrayacağımızı da ekledi. Yani bu demek oluyordu ki, dağa çıkacak vaktimiz olmayacaktı. Ama ben bir önceki içinde aynı şeyi söyleyip çıkardığı için hasta halimle düştüm yollara. Öksüre tıskıra, spreylerimle dağ tepe dolanmaya hazırdım yani. Sonra hikayesini dinleye dinleye yola düştük. Bu mağarada hicret sırasında Efendimiz ve Ebubekir 3 gece müşriklerden saklanmışlar. Bu sırada Hz.Ebu Bekir’in ayağını yılan sokmuş, Resulullah efendimiz (s.a.v) mübârek tükürüklerini sürmüş, o anda acısı geçip, şifa bulmuş. Onlar içeri girdikten sonra Allah’ın emriyle mağaranın ağzına örümcekler ağ germiş ve güvercinler yuva yapmışlar. Müşrikler mağaranın önüne kadar gelmişler, içlerinden biri aramak istemiş, Umeyye Bin Halef ona “orada ne işin var, aklını mı yitirdin? Orada Muhammed doğmadan örümcekler ağını germiş, kuşlar yuva yapmış” deyince mağaraya girmekten vazgeçmişler. Hikaye bittiğinde dağın eteklerine gelmiştik. Tepesinde mağara olduğunu ama kesinlikle girmeyeceğimizi hocamız bize yine hatırlattı. Böyle itiş kakışlı ve tehlikeli yerlere hanımların girmesini kesinlikle ben de doğru bulmuyorum. Çünkü belli ülkelerin erkekleri kesinlikle kibarlık bilmiyor ve resmen kadınları eziyıorlar.
14)CEBEL-İ EBÎ KUBEYS
Dağları gezdiğimiz bu günü bitirirken hocamız her servis dönüşü olduğu gibi dileyenleri otele dileyenleri Harem’e götürecekti. Harem’e gelenler olarak bize Safa tepesinin orada kalan bu dağa götürdü. Hz.Bilâl Mekke’nin fethinde burada ezan okumuş ve islam tarihinde bahsedilen Şakku Kamer olayı bu dağda yaşanmıştır. Olayı bilmeyenler için hemen anlatıyorum. Efendimiz ‘ e inanmayan müşrikler onun yalan söylediğini ispat etmek için bu dağın tepesinde toplanıp ona gökte belirgin şekilde olan ay’ı ikiye ayırmasını söylediler. Efendimiz, bunu yaptığı zaman ona iman edip etmeyeceklerini sordu. Hepsi bir ağızdan iman edeceklerini söylediler. Ayın 14. gecesi olması hasebiyle ay o kadar belirgindi ki, efendimiz şehadet parmağını kaldırarak ayı ikiye böldü. Öyle ki yarısı müşriklerin istedikleri gibi Ebû Kubeys Dağı üzerinde, diğer yarısı ise Kuaykıan Dağı üstünde iki parça halinde göründü. Efendimiz müşriklere dönüp, ”Şahid olun!” dedi. Fakar onların içlerinden bazıları ” Bu apaçak bir sihirdir” diyerek inkardan vazgeçmediler.
15)MESCİD-İ ŞECERE
Mucizelerden bahsetmişken Şecere’den bahsetmemek olmaz. Bu mescid Cin mescidi yolunda küçük bir mescittir. Müşrikler efendimizi burada görüp ona çıkıştılar ” Senin Allah’un Rasülü olduğunu kim şehadet eder?” diyerek gülüşmeye başladılar. Efendimiz yalnız olduğu için birini şahit gösteremez sandılar. Bu sırada Allah Rasül’u ağacı göstererek, ” Şu ağaç şahadet getirse iman eder miziniz? ” diye sordu. Ve ağaç birden dile gelip ” Şehadet ederim ki sen Allah rasülüsun” dedi. O ağacın bulunduğu yere de Şecere mescidi yapıldı. Tüm bu bahsettiğim Mescitlerde yapılacak en güzel ibadet 2 rekat mescit namazı kılmaktır. Bekleme süresine göre kaza ve nafile kılanlar da oluyor. Ama biz hızlıca geçtiğimiz için böyle fırsatlarımız olmadı. Ve bu dağ faslımızın son durağı olduğu için artık otele dönüp dinlenmem gerekiyordu. Hızlı ziyaret ettiğimiz bu yerler bile beni hasta etmeye yetmişti çünkü. Akşam otele döndüğümüzde tüm aile fertlerimden sağlam bir azar yedim. Ve sonrada hocayla birlikte hastanenin yolunu tuttum.Mekke’de de doktora gittik diye babam bizimle baya bir dalga geçti ama ben doktor hanımcığımı çok sevdim. Hatta bir daha gidersem özellikle ziyaret etmek istiyorum. Çünkü bildiğiniz reçeteli ilaç aldım ya hehehe 😀 Astım hastası olanlar çok iyi bilirler ki ağız yoluyla aldığımız ilaçların fiyatları baya uçmuş gidiyor. Arabistanda da durum aynı böyle. Sigorta sistemlerini bilmem ama reçete ile ucuza alındığını görmüş oldum. 😀 Eczacı vermemek de baya bir direnmiş olsa da halam ona türkçe de olsa bağırarak ilaçları güzelce aldı. Yani Mekke esnafına da azar kaydığımıza göre artık Mekke’den ayrılma vaktimiz gelmişti.
18 günümüzün geçtiği Mekke’de ziyaret yerleri dışında keyfi gezilecek yerler varsa da ben gidemedim. Tek tavsiye edebileceğim şey Hilton oteli içerisindeki donutcu ve dondurmacı. Otelimizin yemekleri güzel olduğu için biz dışarıdan yemek yemedik ama ben tatlı ihtiyacımı hep bunlarla giderdim. Muzun ve hurmanın memleketi olduğu için onlardan da bol bol yedim ama bunların tadı da bir başkaydı tabi 🙂
Ve odamızın her eksiğini benden çok düşünen Bustan Kerim oteli çalışanlarına, her yerde iki eli yakamda olan pek kıymetli hocamıza, ziyaretleri bize göre ayarlayıp rahatımıza özen gösteren tur yetkililerimize, namaz vakitlerinde ben binmeden Harem’e gitmeyen pakistanlı şoför kankime, ricamız üzerine mısır çorbası yapan aşçımıza, 24 saat türk çayını eksik etmeyen kafeterya görevlimiz Musab’a, sürekli dua edip yardımlarını esirgemeyen grup teyze ve amcalarıma ve ve ve en çok da bu ziyaret süresince beni hiç üzmeyen annecime teşekkürü borç bilirim. Onlar olmasa bu yazıları bu kadar güzel yazamadım. Emin olun her cümlesinden onların da payı var. Birazdan son cümlesini okuyacağınız bu yazının hakkını ödemek isterseniz, teşekkür etmek yerine onlar için birer Fatiha okursanız beni çok mutlu edeceksiniz. İnanın hiçbir teşekkür bunun kadar değerli olamaz benim için.
Allah hepinizden razı olsun.
Ve bu yazıları merakla bekleyen, hissederek okuyan, yaşayarak hayal eden herkesi Rabbim en kısa zamanda evine davet etsin inşallah. Tüm maddi sıkıntılarınıza destek, tüm imkansızlıklarınıza imkan olsun. Ve inşallah bu duam kabul edilen dualar arasında yerini alsın.
Ağlattınız! :)MaşaAllah size diyorum:)
Ağlattınız! 🙂 MaşaAllah size diyorum 🙂
Ağlattınız!:) maşaAllah diyorum size 🙂